İçeriklerim insan hayatına dokunsun istiyorum
İrem Oturaklıoğlu Kaya/Psikolog/Yazar
Psikologlar son yıllarda sosyal medyada aktif olarak yer alıyor. Siz de Instagram ve Youtube üzerinden, konuşarak bir kamerayla danışanlarınıza ulaşıyorsunuz. Bu anlamıyla sosyal medya sizin için ne ifade ediyor?
Psikolojiye, insana ve hayata dair merakım nedeniyle psikolog olmak çocukluk çağımdan beri hayalimdi. Hem insan hayatına hem de genel olarak hayata dair merakım var. Bu merakımı da mümkün olduğunca klinik psikolog kimliğimle terapi odasında gidermeye çalışıyorum. İnsanın öyküsünü merak ediyorum. Nasıl bir geçmişten geldiğini, bugünkü düşüncelerini, duygularını, inançlarını ve sonrasında gelecekte nasıl bir rol üstlenmek istediğini, geçmişinin geleceğine nasıl ışık tuttuğunu merak ediyorum. Danışanlarım, hayatlarında değiştirmek ya da geliştirmek istedikleri bir nokta için "bana yol göster" dediklerinde "ışığın yeri şurada, dilersen düğmeye sen basabilirsin" diyorum.
Terapi odamda hummalı çalışmalarım devam ediyor ancak bir terapi sadece terapi odasında olursa eğer, bildikleri ya da insanların hayatına ışık tutmak istedikleri noktaların sınırlı kalacağına inanıyorum. Bu nedenle sekiz yıl önce yazılarım ve videolarımla sosyal medyada aktif olarak var olma kararı aldım. Sosyal medyada da psikoloji alanına ya da kendi öyküsüne merak duyan birçok insanın olduğunu gördüm. Yazdığım yazıların veya videolarımın karşılık aldığını da fark ettikten sonra paylaşımlarımı günbegün arttırdım. Sosyal medya bu yüzden benim için hem insanlarla buluşma noktası hem de mesleğimi icra etme alanı. Ayrıca bu zamana kadarki bilgi birikimi ve becerilerimi paylaşabilmem adına ya da bilgilerimin zekâtını ödeyebilmem adına benim için bir fırsat adeta. Sosyal medyada çok fazla içerik paylaşılıyor; kıyafetlerden gezilen yerlere, çiftlerin romantik anlarından
yemek mekânlarına kadar pek çok şey paylaşılıyor. Ben de neden psikolojiyi de konuşmuyoruz, neden bizi konuşmuyoruz, beni konuşmuyoruz, geçmişi, bugünü geleceği konuşmuyoruz dedim ve buradan hareketle sosyal medyada içerikler üretmeye çalışıyorum.
Üretmeye çalıştığım içeriklerin de insan hayatına dokunmasını arzuluyorum. Çünkü bir kişinin bile hayatına dokunabilirsem "Evet, benim bu davranışımın altında bu sebep yatıyor, sebepsizce bu şekilde davranmıyorum, öfkemi yönetemiyorum çünkü adaletsizliğe uğradım, bir anda ağlamaya başlıyorum çünkü duygularımı çok fazla bastırdım ya da insanlarla iletişim kurmaktan kaçınıyorum çünkü geçmişte beni baskılayan kişiyi hatırlıyorum" gibi farkındalıklar oluşturmasını ve sonrasında kendisini değiştirebilme noktasında cesaret göstermesini istiyorum. Bir nevi, o cesareti
gösterirken ilk ışığı beraberce yakmış olmak istiyorum. Bu yüzden sosyal medya benim için mesleğim söz konusu olduğunda çok fazla anlam ifade ediyor.
İçeriklerinizde insanların günlük hayatta karşılaştıkları sorunlara eğiliyorsunuz. Sanırım kendi sorunlarınıza yer verdiğiniz içerikleriniz çok seviliyor. Nasıl geri dönüşler alıyorsunuz? Sizce psikolojik içerikler insanlar üzerinde nasıl etkiler bırakıyor?
Sosyal medyadaki paylaşımlarımda bazen kendi üzerimden de paylaşımlar yapıyorum. Örneğin babamın sağlık sorunlarına ya da ailevi tartışmalarımıza değiniyorum. Kendi evlilik sürecimden bahsettiğim de oluyor. Eve geliyorum, yemek yaparken telefonu karşıma koyuyorum ve video çekiyorum. Bunun sebebi de aslında şu: Bu zamana dek toplumda psikologlara hep deli doktoru gözüyle bakıldı. Psikoloğa giden insanın gerçekten çok büyük sıkıntı yaşaması gerektiği düşünülüyordu. "Yok, canım ben psikoloğa gidemem, benim öyle büyük bir sorunum yok" deniliyordu. Psikologlar çok fazla gördüğümüz ya da benimsediğimiz meslek grubu değildi. Hatta bizim toplumumuzdaki çoğu kişi psikoloğu Çocuklar Duymasın dizisindeki Sinan Bey'den ibaret sanıyordu. Aslında şunu istiyorum: Takip ettiğiniz insanlar hep hayatlarındaki olumlu detayları paylaşıyor. Evet, eşinden çiçek alıyor, tatile gidiyor ama işin arka planında muhakkak tartışmalar, imtihanlar var. Çünkü her türlü ilişkide ilk temel duygunun güven duygusu olduğuna inanıyorum. Bu yüzden de "Eşimle bugün şöyle bir tartışma yaşadım, babamın böyle bir sıkıntısı var" diyerek arka planı da paylaşmaya çalışıyorum.
Bazen danışanlarım "Beni annem yolladı, sizi takip ediyormuş" diyorlar ve şunu fark ediyorum, beni gerçekten bir anne kadrosu takip ediyor. Anneler arasında güçlü bir takipçi kitlem var. Bunu annelerin güvenini kazanmama bağlıyorum. Dolayısıyla almış olduğum geri dönüşlerde beni en çok besleyen duygu güven duygusu. Danışanlarıma da takipçilerime de yaşamış olduğun sıkıntılarda yalnız değilsin kavramını anlatmak istiyorum. Her zaman "Bunu ilk yaşayan kişi sen değilsin. Son yaşayan kişi de sen olmayacaksın" derim. Dolayısıyla paylaşımlarımla "bu sıkıntıyı yaşarken yalnız değilmişim, bu psikolog da kaygılı bir psikologmuş. Bu psikolog da akrabalarıyla sıkıntılar yaşıyormuş"u göstermek istedim. Bazen paylaşımlarıma "Sizin de böyle sıkıntılar yaşama ihtimalinizin olduğunu, ailenizde böyle sorunların olacağını düşünmezdim" dönüşleri alıyorum. "Neden? Benim ailem nasıl bir aile olabilir ki? Ya da ben nasıl biri olabilirim ki?" diye anlatırım. Her birimiz insan oluşumuzla gurur duymalıyız. Ben de insan varlığımla birlikte sizlerleyim demek istiyorum.
Çocuk kitapları ile yazarlığa adım attınız. Neden çocuk kitabı yazarak bu yola çıktınız? Çocukların kitaplarınızla ne gibi kazanımlar elde etmesini hedefliyorsunuz?
Dört farklı çocuk kitabım var. Can sıkıntısı üzerine Can Sıkıntıma Ne Söyledim?, öz şefkat üzerine Kendine Sarılmakla Nasıldı? ve travma üzerine Renklerimin Sırrı Ne? isimli kitaplarım var. Bir de yeni çıkan İyilik Pusulası kitabım var. Bundan sonraki çocuk kitabım da özgüven üzerine olacak. İlk olarak çocuklar üzerine kitap çıkartmamın sebebi, çocukların travmalarının şu anki hayatlarındaki sorunlarından çok kolay geçeceğine inanıyor oluşum. Oyun terapisi odaklı oyun odasında çalıştığımızda çocukların ana ağları sınırlı ve az olduğu için çok daha hızlı bir şekilde yol kat eder ve çok daha hızlı sonuç alırız. Bu nedenle de öncelikle çocuklar için çalışma yapmalıyım dedim.
İlk kitabım Can Sıkıntıma Ne Söyledim?'i yaklaşık üç sene boyunca yazmaya çalıştım. Çocuklar nasıl daha çok eğlenir ya da çocuklara can sıkıntısını nasıl betimlersek "evet, benim de can sıkıntım böyle" diyerek kendisinden bir parça bulabileceğini düşündüm. Bugün yetişkinlerdeki en büyük problemlerden birinin "sürekli başarılı olmalıyım, en iyisi olmalıyım, hata yapmamalıyım" düşüncesi olduğunu görüyorum. O zaman biz bu durumu çocukluk çağındayken değiştirelim dedim. Öz şefkati çocukluk çağından itibaren işlersem geleceğin yetişkinlerinin daha sağlıklı olmasına eşlik
edebileceğimi düşündüm. Aynı zamanda travma odaklı çalışan bir terapistim. Yetişkinlerde travma üzerine çalışırken çok yoğun sancılar çekiyoruz ve çocukların yetişkinlik dönemine gelmeden o travmanın bırakmış olduğu izleri hafifletebilmeyi benim kitabımla öğrense diye düşündüm ve Renklerimin Sırrı Ne? kitabını yazdım. Çocuklarda bir şeyler değişirse bizim umudumuz da artar. Dolayısıyla çocuk kitaplarıyla başladık ama yetişkin kitabım da gelecek. Çocukların bu kitaplarla birlikte gelecekte ayakları yere sağlam basan, duygularını düzenleme becerisine sahip ve kendisine hata yapabilirim diyebileceği bir noktada olmasını istiyorum.
En iyi çocukluk, "iyi ki"lerini her yaş döneminde yaşayan ve deneyimleyen çocukluktur. Bu çocukluk yaşanılırken de "İrem Oturaklıoğlu Kaya'nın kitaplarını da okumuştum. Bana iyi ki dedirtmişti. Biz de tıpkı o kitaplarda olduğu gibi arkadaşlarımızla bir ekip oluşturmuştuk ve kimin desteğe ihtiyacı varsa ona koşmuştuk" derlerse eğer benim de bu hayattaki "iyi ki"min artacağını düşünüyorum.