Yunus Arslan: Her şeyin tarihi

Her şeyin tarihi
Giriş Tarihi: 30.11.2018 13:15 Son Güncelleme: 30.11.2018 13:15
“Satranç ilk nerede ortaya çıktı, günümüzdeki hâline nasıl dönüştü ve tarihin ilk satranç oynayan robotunu kim yaptı?” sorularına cevap aradık.

Osmanlı'da saatçiliğin yaygınlaşmasına, nice üstatların yetişmesine vesile olan Saatçi Dede namıyla meşhur Ahmed Eflâkî'nin dervişlikten saatçiliğe geçişi nasıl oldu? Eflâkî, saat yapımındaki estetik arayışları esnasında nelerle karşılaştı? Strateji oyunlarının en eskilerinden biri olan "Satranç ilk nerede ortaya çıktı, günümüzdeki hâline nasıl dönüştü ve tarihin ilk satranç oynayan robotunu kim yaptı?" sorularına cevap aradık.

"Parmağıyla dönderir saati Eflâkî Dede
Dindirir hem bindirir mikatı Eflâkî Dede"
Sadrazam Fuad Paşa

Saatçi bir derviş: Ahmed Eflâkî Dede

"Eflâkî Dede saati parmağıyla oynatır/Vakti isterse durdurur, isterse ileri alır" manasına gelen beyit Ahmed Eflâkî'yi çok iyi bir şekilde özetliyor aslında. "Tik tak, tik tak" seslerinin duyulmaya başlandığı 17'nci yüzyıldan beri mekanik saatler, daha yeni teknoloji ürünü dijital saatlere rağmen hâlâ hayatımızın vazgeçilmezi. 18'inci yüzyılda Fransa'da ortaya çıkan ve bütün iç aksamı görüldüğü için "iskelet saat" denen mekanik saatlerin ilk ortaya çıktığı andan itibaren büyük bir ilgi uyandırdığını biliyoruz. Söz konusu bu ilginin sebebini ise iskelet saatlerin, önceki saatlere göre daha estetik bir tasarıma sahip olmasıyla açıklayabiliriz. Avrupa genelinde yayılmaya başlayan iskelet saat modası, Osmanlı topraklarına da giriş yapmış hâliyle ve bu saatlere en büyük ilgiyi ise Mevlevi dervişler göstermiş. Dervişler, "içi dışı bir ve tüm çıplaklığıyla görünür olma" ilkesinin dışavurumu olarak tasvir ettikleri bu saatlerin hem yapımında hem de tamirinde ustalaşmışlar zamanla.

Osmanlı'da saatçiliğin yaygınlaşmasına, nice üstadların yetişmesine vesile olan bu dervişlerden birisi de saat işçiliğindeki başarılarından dolayı Saatçi Dede olarak bilinen Ahmed Eflâkî. 1825 yılında, 18 yaşına geldiğinde Yenikapı Mevlevihanesi'nde çilesini tamamlayan Ahmed Eflâkî, ilm-i nücûm (astronomi) alanında bir süre tahsiline devam eder. "Felekiyyat" denilen astronomi ilmindeki başarılarından dolayı da genç Ahmed'e, "gökte oturan melek" anlamına gelen "eflâkî" lakabı verilir.

Astronomi alanında gösterdiği başarıdan sonra Ahmed Eflâkî, Sultan Abdülmecid (1839-1861) döneminde Divanyolu'ndaki Sultan II. Mahmud Türbesi'nin muvakkithanesinde görevlendirilir. Zamanın tayini konusunda çalışan muvakkitler, saatlerin ortaya çıkmasıyla saat yapımı ve tamiri görevini de üstlenmeye başlarlar. Ahmed Eflâkî de saatlerin yaygınlaşmasıyla birlikte bu konu üzerine eğilir. Saat ustalığı konusunda başarısı çok geçmeden fark edilen Eflâkî, bütün çark ve parçalarını kendisinin hazırladığı saatler imal eder. İmal ettiği saatleri zaman zaman padişaha sunması, Osmanlı'nın I. Uluslararası
Londra Saat Sergisi'ne gönderdiği heyette yer almasını sağlar. Kraliçe Victoria dâhil birçok kişi tarafından ziyaret edilen sergiye gösterilen ilgi ise oldukça fazla olur. Osmanlı'dan Londra'ya gönderilen saatler, çok beğenildiği için koleksiyon bir madalyayla ödüllendirilir.

Keskin zekâsı, bilgi ve becerisiyle Londra'da da dikkat çeken Ahmed Eflâkî, daha sonra mesleki becerilerini geliştirmesi için devlet tarafından Paris'e gönderilir. Eflâkî, Fransa'daki saat ustalarını gördüğünde; "Sanatça pek çok bilmediğim şey varmış. Burada gördüm ki benim bir haftada yapacağım işi bir saatte yapıyorlar. Böyle kolaylık gördükçe ağzımın suyu akıyor" sözleriyle saat ustalığında kendisini nasıl daha çok geliştirebileceğini anlar. Eflâkî, Paris'te ve İstanbul'da yaptığı saatleri, 1863 yılında Sultanahmet'te açılan "Sergi-yi Umumi-yi Osmani"de sergiye açar. Günümüze ulaşan imzalı 11 saati olduğu bilinen Saatçi Dede'nin saatleri bugün, Topkapı Sarayı Müzesi, Dolmabahçe Sarayı Saat Müzesi ve İş Bankası Müzesi'nde sergileniyor.

Zihinsel bir harp: Satranç

İki kişi, 64 kare ve 32 taştan oluşan bir tahtanın etrafında toplanır. Oyuncuların bir sonraki hamlesini tahmin etmek için heyecan içinde bekleyen kalabalık, hamle sırası gelen oyuncunun Farsça "Şah yenildi" anlamına gelen, "Şah mat" demesiyle şaşkınlıklarını gizleyemez. Tarihin en uzun süren zihinsel savaşı sona ermiştir! Seyirciler yavaş yavaş ağaçların gölgesinden çıkmaya ve İran sarayını terk etmeye başlar fakat herkesin aklında tek bir soru vardır: "Bir sonraki oyun ne zaman gerçekleşecek?" Kısa sürede, hem halk içinde hem de saray mensupları arasında ilgiyi üzerine toplayarak herkesi kendine bağlayan bu oyununun ismi, tahmin edeceğiniz gibi satranç.

Hindistan'da ortaya çıktığı düşünülen satrancı, M.S. 600'lü yıllarda Hindistanlı elçi Sassa bin Dahir'in İran sarayına getirdiği düşünülüyor. Satrancın eski ismi olan "çaturanga", Hintçe dört ayaklı anlamına geliyor. Kelimenin kökeninin eski Hint ordusunun fil, süvari, savaş arabası ve piyadelerden oluşan dört ayrı kanadına dayandığı belirtiliyor. Oyunun ilk ortaya çıktığı zamanlarda şah ve fil aynı isimle anılmakla birlikte günümüzde vezir olarak adlandırılan taşa "firzan", kaleye "ruk", piyona "beydak" ve atın hamle özelliğine sahip taşa ise "feres" deniliyormuş geçmişte.

Çaturangadan satranca dönüşen oyun, İran'da çok sevilince hızla dünyaya yayılmaya başlar. Araplara 7'nci yüzyılda, Araplardan Avrupa'ya ise 9'uncu yüzyılda geçer. Satrancın tarihi, kuralları, oynama stratejileri üzerine İslam dünyasında çok sayıda eser yazılmış. Bahsi geçen eserler arasında en meşhur olanı ise 10'uncu yüzyılda yazılan Ebubekir es-Sûlî'nin Müntehab Kitâbü'ş- Şatranç adlı eseri olarak biliniyor.

Satrancın İslam dünyasında en yaygın olduğu devletlerden birisi de Osmanlı Devleti. Kanuni Sultan Süleyman döneminde, satranç üzerine yazılmış birçok metnin var olduğunu söylüyor uzmanlar. 1892 yılında satranç hakkında yazıldığı bilinen ilk matbu kitap ise Dehlevi Nusret Ali Han'a ait. Osmanlı'da yoğun ilgi gören satrancın, haram mı helal mi olduğu zaman zaman ulema tarafından tartışılmış. Kaynaklarda yer alan bilgiye göre, Osmanlı şeyhülislamlarından Ebu Suud Efendi, farzların terkine sebep olmadığı takdirde satrancın oynanmasında sakınca olmadığını söyleyerek tartışmaları sonlandırır.

Satrancın Avrupa'da yaygınlaşması ise Endülüs Müslümanları sayesinde olur. Müzisyen ve sitilist (evet evet sitilist) Ziryab, 9'uncu yüzyılda birçok kültürel unsurla beraber satrancı da Endülüs'e götürür. Endülüs'ten Hıristiyan İspanyollara geçen oyun, Avrupa'da kraliyet mensuplarının ilgisini çekmiştir. 1058 yıllarında Barselona Kontesi Ermessind, kristal taşlardan oluşan satranç takımını Nimes'teki St. Giles Manastırı'na bağışladığı biliniyor.

Araştırmalara göre, 1769 yılında Viyana'da bulunan İmparatoriçe Maria Theresa'ya Macar mekanikçi Wolfgang de Kempelen, "satranç oynayan bir robot" hediye eder. Kempelen'in önce "demirden Müslüman" ismini verdiği, daha sonra "Osmanlı Türkü" olarak ismini değiştirdiği bu robot, halk arasında "harikulade sarıklı robot" diye meşhur olur. 85 yıl boyunca halkın ve soyluların ilgisini çeken bu robot, esasında hileli bir düzeneğe sahipmiş. Meğer satranç oynayan robot mekanizmasında yıllarca farklı satranç üstatları saklanıp robotu kumanda etmişler.

Yapay zekâ sahibi robotların hünerlerini izlediğimiz şu günlerde ise, Kempelen'in hileden ibaret olan robotunun gerçeğe döndüğünü görüyoruz. Umarım biz de yapay zekâ üreticileri tarafından kandırılmıyoruzdur!

BİZE ULAŞIN