Senem Gezeroğlu: Hayaller/Gerçekler: Mai ve Siyah

Hayaller/Gerçekler: Mai ve Siyah
Giriş Tarihi: 29.11.2018 13:17 Son Güncelleme: 29.11.2018 13:17
Benim roman kahramanım deyince, aklıma Türk ve dünya edebiyatndan sayısız isim gelse de; benim ilk hatıram, ilk çatışmam, hayalim ve gerçeğim Mai ve SiyahIn Ahmet Cemil'i olur.

Türk edebiyatında ilk yerli roman denememiz her ne kadar Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat ve ilk realist roman örneğimiz Araba Sevdası olarak bilinse de aslında ilk romanımız, Batılı anlamda ilk romanımız Halit Ziya Uşaklıgil'in Aşk-ı Memnu adlı eseridir. Ahmet Hamdi Tanpınar "Bizde asıl romancılık Halit Ziya ile başlar" diyerek bu tezi destekler ve şöyle der: "O, yaratılıştan romancıydı. Vak'a icadı, şahsî yaratma gibi bu sanatın ilk plandaki vasıflarına sahipti."

Hikâye etme gücü, kurgusu, vak'a halkalarını bağlaması, karakter oluşturması bakımından oldukça iyi bir roman tekniğine sahip olan Uşaklıgil'in Mai ve Siyah romanı da hayatından ve sanat anlayışından, içinde bulunduğu edebi topluluk olan Servet-i Fünun'dan çokça izler taşıyan, bir neslin ve dönemin ürünü, gerçeğin ve hayallerin çatıştığı kitaptır. Romanın kahramanı ise tam bir edebiyat sevdalısı, platonik âşık ve hayal kırıklığıyla pişmiş romantik şair Ahmet Cemil'dir.

Ahmet Cemil'den bahsetmeden önce değinmem gereken bir konu var? Neden onca kitap arasında bazı kitaplar bizi özellikle çarpar? Biz neden özellikle bazı karakterlerin hâlinden daha çok anlar, onlarla adeta bütünleşiriz, hatta neredeyse özdeşleşiriz. Bunun çeşitli nedenleri var ve bu nedenler yazarına, kitabına, okuruna göre değişir. Ama çoğu okurun bir romanla ve romanın karakteriyle kurduğu ilişki genellikle onun dünyasına hitap edip etmemesiyle ilgilidir. Okur, kendinden bir şeyler bulabildiği kitaplarla ve karakterlerle farklı bir bağ kurar. Bu bağ çoğunlukla benzerlikler üzerinedir. Hatta çoğu zaman bu benzerliklerin sayıca fazla olması bile önemli değildir. Karakter ve okur birbirine bütünüyle benzemese bile, karakterin herhangi bir mizaç özelliği, bir duygu durumu, herhangi bir olay karşısında gösterdiği tepki gibi küçük şeyler bile okurun o karakterle özdeşleşmesini sağlayabilir. Bu karakterlerin kahramanlık göstermeleri ya da çok iyi insanlar olmaları da gerekmez. Raskolnikov'a zaman zaman hak vermemiz içimizde bir yerlerde adalet duygusuna dokunduğu içindir, Madam Bovary'e kocasını aldattığı hâlde kızmayıp acımamız aşkın insanı uçuruma sürükleyeceğine inandığımız içindir. Eksikleri, kusurları, hataları, çatışmalarına rağmen severiz çünkü bu karakterler artık "insan"laşmıştır. İnsanlar gibi hem iyi yanları hem de zaafları, kötü tarafları vardır. Bize benzerler. Bize benzedikçe biz onlarla özdeşleşiriz hatta özdeşleyim kurarız ki bu yazarın karakter oluşturma becerisini gösterir.


Halit Ziya Uşaklıgil

Ahmet Cemil, roman olmuş hayatımdı

Ben de okuduğum roman ve öykülerde his, fikir ve ruh dünyama benzeyen karakterlerle daha iyi anlaşırım. Onlar canlanıp benim dünyama girerek yalnızlığımı bir nebze olsun dindirirler. Ya da ben onların dünyasına geçerek şu an içinde bulunduğum dünyanın sıkıcı havasından bir parça olsun kurtulurum. Romanın dünyasına girmem ya da romanın benim dünyama girmesi bir çeşit okuma yolculuğuysa, bu yolculukta bana en iyi yoldaş da yine o romanın karakteri olur. Ve kişi, kendine en çok benzeyenle yola devam etmek ister. Mizacı mizacıma, dünyası dünyama benzeyen Ahmet Cemil'i ilk okuduğumda deyim yerindeyse çarpılmıştım. Her şeyiyle bendim, kendime aynada bakıyor gibiydim. Kişilik özellikleri, hayalleri, aşkı algılayışı ve tek başına yaşayışı, yalnızlığı, edebiyata olan tutkusuyla Ahmet Cemil benim roman olmuş hayatımdı.

Peki kimdir, nedir, necidir bu Ahmet Cemil?

Ahmet Cemil, hisli, içe kapanık, duygulu, hayalperest, romantik bir şairdir. Lise son sınıftayken babasını kaybeder ve annesiyle kız kardeşine bakmak için evin tüm yükünü üstlenerek çalışmaya başlar. Ona kalsa her anını kitaplarla, şiirlerle geçirmek ister fakat para kazanmak zorundadır. Bunun için polisiye romanlar çevirir ancak oradan kazandığı yeterli değildir, ek olarak Mirat-ı Şuun gazetesinde hikâyeler çevirmeye başlar. Bunlarla para kazanmak için uğraşsa da Ahmet Cemil'in edebiyata, şiire ve geleceğe dair çok büyük idealleri, hayalleri vardır. Bir gün ünlü bir yazar olacak, şiirleriyle edebiyat âleminde yeni bir çığır açacaktır. Çalıştığı gazetede kendisi gibi yazar olan Raci'nin eski edebiyatı savunmasına karşın yeni edebiyatın temsilcisi olarak şiirler ve yazılar yazan Ahmet Cemil yenilikten, modernlikten ve özgünlükten yanadır. Bu sanat anlayışıyla yazdığı şiirlerine tutunarak ve onların bir gün kurtuluşu olacağı hayalini kurarak yaşar. Yani tam anlamıyla sanat, edebiyat, kitap, şiir aşığıdır. Bir başka aşkı daha vardır ki o da yakın edebiyat dostu Hüseyin Nazmi'nin kızı Lamia'dır. Ancak ona olan aşkını bir türlü itiraf edemez çünkü onunla yuva kurabilecek, onun zengin ve varlıklı dünyasına ulaşabilecek maddi durumu yoktur. Zaten para kazanmayı çok istemesinin nedenlerinden biri de Lamia'ya duyduğu aşktır. Ona duyduğu aşkla edebiyata olan tutkusunu birleştiren Ahmet Cemil bu iki güzel ve ideal uğruna gece gündüz çalışır.

Para kazanırken bile edebiyattan uzak kalmak istemediği için sürekli çeviriler yapar, özel dersler verir. Bu süreçte şiirler yazmaktan ve geleceğe dair ümit beslemekten geri kalmayan Ahmet Cemil, tam olarak hayaller denizinde yüzmektedir. Yıldızlara bakarak bârân-ı elmas yani elmas yağmuru dediği o hayal dolu "mavi" gecede bir müzikten hareketle aşkı, edebiyatı, sanatı ve onu bekleyen güzel günleri düşler. Fakat hayatın gerçekleri hayallerini yerle bir edecektir. Babasını zaten küçük yaşta kaybeden Ahmet Cemil, kız kardeşi İkbal'in de ölümüyle büyük bir yıkım yaşar. Ölüm, karşı konulmaz bir gerçek olarak hayatının tam orta yerinde durmaktadır. Ayrılık ve acıyla sınanan Ahmet Cemil, ideal sevgilisi Lamia'nın bir başkasıyla evlenmesi üzerine bir kez daha yıkılır. Aşka dair ümidini kaybeden şairin elinde kalan tek şey eseri, yazdıkları, edebiyatıdır. Fakat hem yakın edebi dostu, ideal edebiyatçısı Hüseyin Nazmi'nin Avrupa'ya gidişi hem de kendi şiirlerinin edebiyat çevrelerince ağır eleştiriler alması Ahmet Cemil'in edebiyattan da nasibini alamamasıyla sonuçlanır. Yazdığı gazetede başyazarlığı elinden alınan şairin yaşadığı hayal kırıklıklarının haddi hesabı yoktur. Dünyanın gerçekleri karşısında yenilmiş, hayalleri bir bir yok olmuştur.

Hayal-gerçek çatışması

Babasından kalma konağı da kaybetmesiyle hatıralara dahi sahip çıkamadığına kanaat getiren Ahmet Cemil, annesini de alıp bir gemiye atlar ve İstanbul'a veda ederek uzun bir yolculuğa çıkar. Gemide, hayallerine karşı gerçeklerin galibiyetini, yaşadığı hayal kırıklıklarını bir bir düşünen Ahmet Cemil, o mavi geceyi anımsayarak ve yıldızlara bakarak geceyi bu sefer "bârân-ı dürri siyah" olarak adlandırır, yani siyah inci yağmuru. Çatışmalar üzerine kurulu eserde mavi hayallerin, ümidin, aşkın; siyah ise gerçeklerin, umutsuzluğun, paranın rengidir. Gerçeklerin galip geldiği bu dünyada artık yaşamak istemeyen Ahmet Cemil, intihar etmek üzere geminin kenarına yaklaşır fakat annesinin ona seslenmesiyle hayata geri döner.

Sessiz sakin, içe kapanık, kırılgan, hayalperest, romantik bir şair olan Ahmet Cemil'i çepeçevre kuşatan hayal-gerçek çatışması, hayal kırıklığı, edebiyat sevdası, karşılıksız aşk, maddi sıkıntılar, ölüm, intihar, acılar ve dahası onu trajedilerin ucuna getirir. Romanda sıklıkla kullanılan sesler, renkler ve harfler bir anlamda müzik, resim ve edebiyat Ahmet Cemil'in sanatçı ruhunu yoğurarak onu daha da ince bir insana dönüştürür. Küçüklüğünde her akşam babasıyla Mesneviokuyan Ahmet Cemil'in, daha o yaştan başlayan kitap ve edebiyat tutkusu onu iyice inceltmiş, hayalperest ve kırılgan bir insan yapmış, dolayısıyla intiharın ucuna getirmiştir.

Hep düşünmüşümdür, kitap okumanın sayısız faydası var; kabul, peki ya zararlarından neden hiç bahsetmiyoruz? Çok fazla kitap okuduktan, zekâyı ve kalbi iyice incelttikten sonra gelebilecek en ufak sarsıntıda dahi kırılabilecek bir bünyeye sahip olmak mesela. Sayfalar arasında, kurmaca hayatta kurulan onca güzel hayalden sonra gerçek hayatta bizi bekleyenlerin sertliği, acımasızlığı ve boşluğunda dönüp durmak mesela. Bir kitaptaki karaktere aynaya bakıyor gibi baktıktan, ona bağlandıktan, hatta onu çevremizdekilerden bile çok sevdikten sonra gerçek hayatta onun bir karşılığını, aksini göremeyip mutsuz ve uyumsuz bir insan olarak hayata devam etmek mesela. Bu meselalar çoğaltılabilir. Hatta bu anlattıklarımın romanı bile yazılabilir. Kalem elden düşmezse belki biri yazar, yazar ama o ben olur muyum bilmiyorum. Ben sadece, kitapları ve karakterleri insanlardan daha çok seven merhum Cemil Meriç'in o ünlü sözleriyle bu yazıya nokta koymak istiyorum: "Kitap bir limandı benim için. Kitaplarda yaşadım. Ve kitaplardaki insanları sokaktakilerden daha çok sevdim."

BİZE ULAŞIN