Türkiye'de tiyatroların bir iktidar alanı olarak sahiplenilmesi hakkındaki düşünceleriniz nelerdir?
Ayşe Şahinboy Doğan: Toplumsal tarihimiz içerisinde tiyatro sanatı her vakit yer bulmuş hayatımızda. Meydanlarda halkla iç içe yapılan geleneksel tiyatrodan, salon tiyatrosuna geçişte bir kopuş yaşamışız. Cumhuriyet sonrası kurulan tiyatro geçmişine sahip çıkan bir yapının tam aksine batı tandanslı bir oluşum olarak vücut bulmuş. Meddahların, orta oyunu ustalığının, halk tiyatrosu dediğimiz geleneksel yapının esamesi okunmaz bu tiyatro algısı içerisinde. Tamamen Batı kültürünün ön plana çıkartıldığı oyunlar sahnelendiği için, bu durum tiyatronun sadece bir kesim tarafından izlenip takip edilmesi durumunu ortaya çıkardı. Tiyatro yakın zamana kadar 'ahlaki açıdan' Anadolu'nun sahiplenemediği bir sanat dalıydı. Tiyatro oyuncusu olmak isteyen gençlere aileleri itiraz ederdi. Tiyatro tanımının ülkemizde nasıl yanlış anlatıldığının bir sonucudur bu durum. Yüksek sanat olarak görülmesi ve gösterilmesi, tiyatronun haddinden fazla yüceltilmesi ve kutsallaştırılması gibi durumlar da bir zümre etrafında dönmesinin başat sebeplerini oluşturur. Şimdilerde halkın tiyatroya bakışı daha sahiplenici bir durumda. Özellikle muhafazakâr insanların uzak durması da yine oluşan bu olumsuz yargıların sonucudur. Tiyatro yüksek bir sanat değildir, derdi olan sanatkârın aracıdır. Tiyatroyu kaliteli yapan sanatçının kendi kültürüne olan bağı, tarihini ve toplumunu çok iyi biliyor olması, estetik bakışı, birikimi ve anlatım kuvvetidir. Sadece bir kesimin elinde tuttuğu algısı ise son yıllarda çeşitlenerek çoğalan özel tiyatroların varlığıyla değişim göstermeye başladı. Tabii bu çeşitlenme içerisinde yüksek sesle 'kalite, estetik ve yerlilik' kavramlarını çokça anarak devam etmeliyiz.
Bunu sağlamak için devlet tiyatrosuyla beraber özel tiyatrolara da önem vermeliyiz. Özel tiyatrolarımızda da büyük sorunlar var. En büyük sorun salon sıkıntısı. Özel tiyatroların çoğu belediyelerin kültür merkezlerini kullanıyor. Var olan mekânların fiziki şartlar açısından tiyatro için çok da uygun olmadığı da şikâyetler arasında. Biz bunu dergimizin son sayısında geniş bir dosya olarak inceledik. Kültür merkezlerinin çoklu kullanım için yapılan salonlarının dışında haricen tiyatro sahnelerinin de yapılması gerekiyor. Bunun yapılması elzem. Diğer taraftan kendi sahnesine sahip olan özel tiyatrolar ise ayakta durmakta güçlük çekiyor. Çünkü maalesef henüz oturmuş bir izleyici kitlesi yok. Tabii burada insanları da suçlamamak gerekiyor, neticede halka hitap eden her oyun dolu salonlara oynamıştır. Bu da ayrı bir mevzu aslında, ihtiyaçları belirlerken ne için tiyatro yaptığınız, kime hitap ettiğiniz de önemli. Bunu da parantez içi söyleyelim. Kostüm, dekor noktasında da ciddi ihtiyaçlar var. Devlet tiyatrolarının muazzam bir arşivi var bu konuda fakat özel tiyatroların kullanımına açık değil. Geçmişte denenmiş kiralama usulü ama kiralanan malzemeler eksik veya hasarlı iade edildiği için Devlet Tiyatroları da kapılarını kapatmış. Özel tiyatro olarak sadece oyun sahneleyip ayakta durmak çok güç. İllaki alternatif çalışmalar yapmaları gerekiyor. Eğitim veriyorlar, sahneleri varsa bir kısmını kafe olarak kullanıyorlar. Devletin son 10 yıl içerisinde özel tiyatrolara verdiği destek ciddi oranda arttı. Lakin oturmuş bir sistem olmadığı için verilen destekler ihtiyaçları halen karşılar nitelikte değil. Tiyatro alanında köklü bir geçmişe sahip olmamıza rağmen, oturmuş bir sistemimiz yok. Düzen ve sistem olmadığı yerde de sürekli sorun çıkıyor. Özel tiyatrolar resmiyette vergi veren şahıs şirketleri gibi denetlemeden geçiyor. Yasalar, haklar ve öncelikler noktasında daha istenilen aşamada değiliz. Darülbedayi'nin 100 yıllık geçmişi içerisinde bile sisteminin halen oturmadığını göz önüne alırsak, ülke sathında tiyatrocuların ihtiyaçlarını karşılayacak kanun ve yasaların doğru bir şekilde uygulamaya konulması için daha çok yolumuz var. Denetim noktasında zayıf düştüğümüz bir diğer konu ise çocuk tiyatroları. Son yıllarda belediye tiyatroculuğu tarzı çoğaldı, içerik anlamında zayıf, dekor olarak kalitesiz işler özellikle çocuk oyunlarında karşımıza çıkıyor. Belediyedeki kültür müdürü de kalite anlayışına sahip değilse aylık ajandada etkinlik kısmı dolsun diye kiloyla oyun satın alabiliyor. Oyun maliyetleri belirlidir, siz çok düşük ücretlerle bir çocuk oyunu satın alabiliyorsanız burada sıkıntı var demektir. Tam da bu noktada ciddi bir kontrol mekanizmasının devreye girmesi gerekiyor. Çocuk oyunlarının özellikle altını çiziyorum, çünkü ciddi hasar bırakabilir sahneden izlediği oyun çocukta.
Tiyatroyu bir yaşam biçimi olarak savunanların gözünde onu dokunulmaz kılan nedir?
Bünyamin Yılmaz: Sahnelerle irtibatı olan beyazlara baktığınızda aynı kodla biçimlendiklerini görürsünüz. Cahil olduğunu iddia ettikleri halkın torna işi eğitime muhtaç olduğunu düşünürler. İçlerinde bulundukları karanlıklardan da aydınlanmış özel insanların sayesinde sanatla, tiyatroyla çıkarılacaklardır. Batıcı anlayışla yola çıktıkları için Batılılardan geri kalmış, Doğu'nun belli alışkanlıklarından kurtulamayan insanlar olarak görürler kendi halklarını. Tam da cetvelle hizaya getirmeye çalıştıkları milletin, bağrından yöneticiler çıkarması işin rengini değiştirdi. Türkiye'nin yerini belirlerken bir yere eklemlenmek değil de kendi çizgisini oluşturacağı yeni çepere geçmesi hiç de bekledikleri bir şey değildi. Çok zorlandılar çünkü Anadolu sadece yöneticiler değil, sanatı edebiyatı, Doğu'yu Batı'yı iyi bilen, en önemlisi kendi değerinin farkında olan çok büyük kıymetler çıkardı içinden. Tiyatro sahnesini kutsal kişiliklerinin özerk alanı haline getirenler tercüme zihniyetlerini parçalayan yeni akımlar karşısında çaresiz kaldılar. Ellerindeki tekstler sahne için yazılmıştı ama onlar sahne dışında da kendilerini göstermek istediler. Bu, onların sanatçılığına saygı duyan kitlelere kibrin nasıl bir şey olduğunu göstermekti. Millet, onların hem dublajlı hem de altyazılı hallerini çok açık gördü. Tam da bu sahne, tiyatronun bu kadar kibri kaldırıp kaldırmayacağında düğümleniyor. Bu yıl çok farklı Shakespeare uyarlaması oyun izledim. Hepsi siyasal göndermelerle büyük yazarı yeniden yazdılar. Her oyuna ideolojilerini soktular. Toplumsal yapı içinde karşısındakini olduğu gibi kabul etme anlayışını kırdılar. Bakın Memet Ali Alabora'nın gelsene dediği yere, Orhan Alkaya'nın kendini soktuğu ve hepimizi boğmaya çalıştığı cendereye. Levent Üzümcü artık sanatçılığıyla değil kendi ülkesinden nefret eden ve her platformda tekrarladığı aynı sarmalla Müjdat Gezen'den darbukatörlük yapma görevini aldı. Ödenekli tiyatrolarda Edirne'nin ötesine sanatlarıyla gitmeye cesaret edemeyenler şikâyetleriyle geçtiler. Dünya onlardan iyi oyunlar izlemiyor çünkü onların gösterileri nefret üzerine.
Ben bu durumun çok uzun süreceğini düşünmüyorum. Ödenekli ya da özel tiyatrolar, bu kadar ideolojik kibri kaldıramaz. Arkadan gelen kuşaklara tevarüs ettirilen bu 'her şeye karşı çıkma' hastalığının tedavisi, 'biz ne yapıyoruz' sorusudur. Sanatçının dünya görüşü dikte ettirilebilir bir şey değildir. Sanat dünyası bir süredir 'ben bilirim'cilerin alanı oldu. Bu, Türk tiyatrosunu ve sahne hayatını kısırlaştıran bir durum. Sözünü dünyaya söylemesi gerekenler kendi ülkesinde kapalı devre yayına geçtiler. Genco Erkal, Ferhan Şensoy, Müjdat Gezen gibi usta olacakken ideoloji dinozoru olmuşların yanlış yönlendirdiği tiyatro bilirkişileri, devrim yapacakken kapitalist olmak zorunda kalmış sol entelijansiyanın vicdan sanrılarını çektiklerinden sahicilik çizgilerini bulabilmiş değiller.
Beyazları kendi haline bırakabiliriz bir müddet. Onlar tektipçilikle halkı eğitecekleri dönemlerin nostaljisini yaşıyorlar. Bir müddet uyandırmayalım. Bu sırada Türkiye'de sanat dünyası yerli ve milli bir anlayışla kendi özünü ortaya çıkaracaktır. Yaşanan daralmalar yeni genişlemelerin de habercisi. Sağdan sola, kendini daha beyaz görenine kadar sorgulama safhasından silkelenme aşamasına geçmek zorunda. Buna karar verecek olan da seyircidir. Sahne dışında devam eden tiyatro yeniden asli yerine taşındığında sanat dünyası ideolojik kapanmışlıklardan kurtulacak, Batı'nın ölçümlemesine göre ilerlemekten vazgeçecek. Hem Doğu'yu hem de Batı'yı bilen ve her iki dünyaya da seslenebilen tiyatroculara ihtiyacımız var.
Yıllardır tiyatro oyunculuğu yapan birisiniz, yani yakından tanıdığınız bir dünya. Bu kapalı ortam bugün dönüşüyor mu, tiyatroda 'iktidar' değişir mi? Gözlemlediğiniz, şahit olduğunuz şeyler varsa paylaşabilir misiniz?
Mehmet Emin İnci: Bu, cevabı kısa olan bir soru değil bilakis belki de bu topraklarda cevabı en uzun sürecek sorulardandır. Oynadığımız oyun dini temalar içerdiği için sahnesini kiralamayan AVM salonları bir iktidar alanı ise, sizin oyununuzu iptal edip o gün size sahneyi vermeyip Kastamonulular Derneği'ne veren belediye ne tür bir iktidar alanıdır?
Tiyatroda bir iktidar var mı, bilemiyorum. Mikro iktidar ise kastedilen bu her yerde, her kurumda olduğu kadar tiyatroda da var ama şahsen bunun makro boyutlarda olduğunu söyleyebilmek için elimizde şöyle verilerin olması gerekir: Elinde hazır projesi olan bir gencin engellenmesi gibi…
Ben meselenin pasiflik sorunu olduğunu düşünüyorum. İnsanlar üretmiyorlar, mücadele etmiyorlar hep bir suçlama halindeler. Hoş, Şehir Tiyatroları'nda Kerbela oyununun oynandığı rahatlıkta, bir Hz. Ömer oyunu oynanabilir mi, bunu bilmiyorum. Bunu bilmemiz için bunun denenmiş olması lazım. Muhakkak bir refleks oluşacaktır ancak siz gerçekten iyi bir oyun ortaya koyar ve seyircinin takdirini kazanırsanız bu kendiliğinden, yavaş yavaş çözülecektir. Bunun için en başta eylem gerekli, hareket gerekli. Herkes oturduğu yerden yorum yapıyor yahut herkesin 'muhteşem bir projesi' var. Soruyorsunuz nerde proje, kafasının içinde. Tiyatro para kazandırmayan bir meslektir ve maalesef bizim camiada para kazandırmayan meslekler sevilmez. Buna yönelen çocuk desteklenmez. Tiyatroda bir iktidar varsa, bu bizim pasifliğimizdendir. Üretkenliği ödüllendirmediğimizdendir. Belediyelerin bir sanat politikasının olmamasındandır. Mesela belediyeler, biletli oyun oynamaya hiçbir grubu teşvik etmiyor. Biletli oyun oynanmayınca total kalite artmıyor. Çünkü seyirci getirmek için grubun ne sanatsal ne de halkla ilişkiler bazında bir çabası oluyor.
En büyük iktidar alanlarından biri, yaptığınız işin 'dini' olarak aşağılanma çabası. Sanatsal kalitesi veya içeriğine hiç bakılmadan damgalanıp bir kenara atılması ama tekrar ediyorum, siz iyi bir iş yaparsanız ve bunun takdirini seyirciden görürseniz bu tartışmaların hepsi anlamsız kalır. Maalesef böyle bir çaba yok. Kendi seyircisini oluşturamayan hiçbir yapı kalıcı olamıyor.
Bu toplumda uzun süre din ile sanat çok ayrı kaldı. Oysa sanatın kökenine baktığınızda çeşitli dini ayinlerden doğduğuna şahit olacaksınız. Maalesef bizde ayrım biraz keskin. Sokağa çıkarsanız, her türlü insanı görürsünüz ama sahnede veya ekranda sadece belli türde insanları görürsünüz. Bu refleks tam kırılır gibi oluyor, bu kez seyirci sert tepkiler vererek başka bir iktidar alanı oluşturuyor: Bir başörtülü böyle davranır mı? Âşık olur mu? Dindar bir genç bunu yapar mı? Sahnede, reel olan hayatı görmeye tahammül edemiyor, ideal olanı görmek istiyor. Böyle olunca hikâye üretemeyen sanatçılar, bu konulara girmekten uzak duruyor. Yani tek bir iktidar mekanizması belirleyip, onu ötekileştirip; "evet düşman bu, bundan dolayı tiyatro başarılı olmuyor" demek çok sağlıklı olmaz. En azından bu zamana dek olmadı. Hepimiz buna şahidiz. Onun yerine üretimi desteklemeli ve teşvik etmeliyiz. Bir iktidar yok mu? Mikro boyutlarda birçok iktidar mekanizması var ve bunlar her yerdeler. En çok da kendi zihinlerimizin içinde...