Sosyal medya, Venezuela’da 2001 yılında ABD destekli darbe girişimi üzerine halkın cep telefonu mesajlarıyla toplanarak başkanları Hugo Chavez’i savunmalarından beri, Arap Baharı gibi birçok sosyal hareketin temel dinamiği oldu. Türkiye’de de Gezi Parkı süreciyle başlatılan, ‘her fırsatta ülkeye zarar verme’ eylemlerinde de belirli merkezlerden gelen emirler doğrultusunda kimliklerini saklayan sahte hesaplı kullanıcılar, negatif bir algı yönetimine girişiyorlar.
Özellikle son zamanlarda terör olaylarıyla ilgili sosyal medyada yapılan provokasyonlar epey tartışılıyor. Bu mecraların toplumu galeyana getirici, kışkırtıcı bir yapısı olduğu söyleniyor. Sosyal medya ve terör ilişkisini nasıl yorumluyorsunuz?
Ali Murat Kırık: Türk Dil Kurumu sözlüğünde terör; 'yıldırma, cana kıyma ve malı yakıp yıkma, korkutma, tedhiş' şeklinde tanımlanmaktadır. Burada dikkat edilmesi gereken kavram korkutmadır. Bugün sadece sosyal medyada değil, geleneksel yayın organlarında da manipülatif ve dezenformatif haberlerin varlığı açık bir şekilde görülmektedir. Özellikle bazı medya organları, haberlerde oldukça abartılı bir dil kullanmakta ve toplumu olumsuz yönde etkilemektedir. Bu nedenle toplumun ruh sağlığı bakımından medyanın bazı sınırlamalara gitmesi oldukça önemlidir.
Sosyal medyanın Türkiye'deki terörü körüklediğini, son yaşanan gelişmelerde görebilmek mümkündür. Artık 'sosyal medya terörü' adı verilen bir kavram ortaya çıkmıştır. Sosyal medya terörü sadece Türkiye'yi değil, dünyayı da tehdit etmektedir. İngiliz hükümeti bünyesinde faaliyet gösteren Dijital İletişim ve İstihbarat Kurumu'nun yöneticisi Robert Hannigan, bundan iki yıl önce Facebook ve Twitter'ı terörizme yardımcı olmakla suçlamış ve bu ağlara yaptırım uygulanması gerektiğini ifade etmiştir. Gerek Türkiye'yi, gerekse de dünyayı gelecekte bekleyen en büyük tehlikelerden birisi sosyal medya terörüdür. Özellikle Türkiye'de sahte hesaplar ve botlarla kısa sürede dezenformatif haberler yayılmakta ve vatandaşlar korku atmosferi içerisine sokulmaktadır.
Taksim'de meydana gelen patlama ile Brüksel'de yaşanan terör eylemleri kıyaslandığı vakit sosyal medyanın terörü körükleyici ve dezenforme edici etkisi açık bir şekilde görülmektedir. Taksim'de yaşanan saldırıda tamamen bir panik havası oluşturulmuş ve vatandaşlar olumsuz şekilde etkilenmiştir. Böylece sosyal medya terörü amacına ulaşmış ve bir korku atmosferi oluşmuştur. Terör örgütleri sosyal medya aracılığıyla algı operasyonları yürütmekte ve bilgi kirliliği oluşturarak vatandaşları korku atmosferinin içerisine sürüklemektedir. Amaç, hayatı durdurmak ve kaos ortamını meşru kılmaktır. Bunun için öncelikli tercih olarak Twitter seçiliyor. Twitter'ın Türkiye'de ofisinin bulunmaması dezenformatif bilgilerin bu sosyal ağ üzerinden daha kolay yayılmasına neden oluyor. Çünkü zorunlu olmadıkça Twitter, IP bilgilerini paylaşmıyor. Bu haberleri birçok medya kuruluşu da sosyal medya üzerinden sorgulamadan alıyor ve vatandaşlara aktarıyor.
Türkiye, sosyal medya terörüyle mücadelede önemli adımlar atmaktadır. Diyarbakır Emniyet Müdürlüğü Siber Suçlarla Mücadele Şubesi ekiplerince yapılan inceleme neticesinde, aralarında terör örgütü PKK'ya yakın yayın organlarının da olduğu 549 sosyal medya hesabı, terör örgütü lehine paylaşımlarda bulunulduğu gerekçesiyle, mahkeme kararıyla kapatılmıştır. Bunun yanı sıra sosyal medya terörüyle mücadele için İstihbarat Daire Başkanlığı bünyesinde iki, Terörle Mücadele Daire Başkanlığı ile Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Daire Başkanlığı'nda birer şube müdürlüğü kurulmasına ilişkin karar, Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Bu birimler aracılığıyla sosyal medyada terör propagandası yapan hesaplar mercek altına alınacak ve toplumsal birliği, bütünlüğü zedeleyen girişimler hızlı bir şekilde engellenebilecektir.
Türkiye'de sosyal medyanın provokasyona açık yapısını değerlendirebilir misiniz? ABD'de ve Avrupa ülkelerinde de sosyal medya bu kadar 'özgür' bir alan mı?
Pınar Kandemir: Sosyal medyanın ve internetin herkesin neredeyse en büyük uğraşı haline geldiği 'Yeni dünya'nın en büyük açmazı elimizdeki telefonla, ipadle, masamızdaki laptopla kurmamız gereken ilişkinin çerçevesi. Ne devletler, ne özel şirketler, ne de bireyler internetle nasıl bir ilişki kurmaları gerektiğine tam olarak karar verebilmiş değiller. Bilgiye erişim hakkının, haber alma, fikir yayma özgürlüğünün tartışmanın merkezine oturtulmaya çalışıldığı bir yerde elbette 'internetteki özgürlüğün bir limiti var mı?' sorusunun sorulması pek çokları için en baştan rahatsızlık kaynağı ama belki de bizim bugün sosyal medyayı ve interneti duvarları olmayan, yasaksız, sınırsız, limitsiz bir yer olarak görmemizin temel kaynağı tam da bu bakış açısıdır. Yani internet kullanımı ile ilgili yasal çerçevenin sınırlarının çok geç çizilmesi, uzunca zaman hukuki altyapının oluşturulmaması ve internetteki anarşizme alışmış olmamız, bugün sosyal medyada işlenen suçların artık hukuka tabi olmasını olağanüstü bir şeymiş gibi değerlendirmemize yol açıyor. Hâlbuki bir insan gazetede yazdıklarından sorumluysa, Twitter, Facebook ya da başka bir sosyal medya mecrasında yazdıklarından neden sorumlu olmasın? İsmini '@xyz' yapması, yani kimliğini gizlemesi ya da 140 karakter kullanıyor olması onu neden daha az sorumlu yapsın? Hukuken bir insanı açıkça tehdit etmenin, alenen hakaret etmenin suç olduğu bir yerde, bunu Twitter'dan yapmak neden suç kapsamına girmesin? Örneğin, neden bir siyasetçinin, bir iş adamının, sıradan bir vatandaşın sözlü ya da yazılı olarak ölüm tehdidi aldığı durumda mahkemenin verdiği cezayı tartışmakla, bunu sosyal medyadan sahte isimle yapan kişinin tespit edilerek ceza almasını tartışmak arasında bizim için dağlar kadar fark var?
Hiç şüphe yok, oturduğumuz yerden Cumhurbaşkanı'nı, Başbakan'ı, televizyonda izlediğimiz film yıldızını, pop starı aşağılamanın, hakaret etmenin, hatta tehdit etmenin konforu paha biçilmez. Bu, Türkiye'de sıradan bir aktivite olsa da, ABD bu konuyu bu kadar hafife almıyor. 2012 yılında Birmingham'dan 26 yaşındaki Jarvis Britton isimli vatandaş, "Hadi Başkan'ı öldürelim; bence siyanürle yapabiliriz? Yavaş yavaş" (I think we could get the president with cyanide! #MakeItSlow) yazınca, Gizli Servis tarafından evinde ziyaret edilip sorguya çekilmişti. 'Sarhoştum, özür dilerim' deyince paçayı kurtarmıştı ama birkaç ay sonra benzer bir tweet atınca, affetmediler, Başkanı Twitter üzerinden tehdit etmekten bir yıl hapis cezası aldı. New York Times bunu nasıl gördü dersiniz? "Aptalca bir şaka yaptığını söyledi ama yargıçlar komik bulmadı" denilen ve gerekçelerin tek tek resmi ağızlardan anlatıldığı bir haberle... Benzer bir olay Türkiye'de yaşandığında atılacak başlığı ve kullanılacak dili hepimiz az çok tahmin edebiliriz herhalde.
Yine Twitter'dan; "Bu aksam Obama'ya suikast düzenleyeceğim" (Ima assassinate president Obama this evening!) yazan Donte Jamar Sims, altı ay hapis cezasına çarptırıldı. Ohio'dan Daniel Temple, "Sizi öldüreceğim, ilk Obama'yı öldüreceğim" tweeti attığı için 16 ay hapis cezası aldı. Yine Florida'dan Joaquin Serrapio isimli bir lise öğrencisi, Facebook üzerinden "Obama'ya suikast düzenlememe kim yardımcı olur?" diye sorunca üç yıl ceza alarak, şartlı tahliye edildi. Daha geçen günlerde 55 yaşındaki Brian Dutcher, Obama'yı öldürmek istediğini söylediği için üç yıl hapis cezasına çarptırıldı. Bütün bunlar hukuka uygun kararlar. ABD'de Başkan'ı tehdit etmenin cezası 250,000 USD ve beş yıl hapis. Türkiye'de de TCK'nın 299'uncu maddesine bakıldığında açılan davalar ve verilen cezalar hukuka uygun; ama demek Erdoğan'ın canı, Obama kadar kıymetli değilse birilerinin gözünde...
Sosyal medya ve terör ilişkisini, son zamanlarda iyice artan provokasyonları da dikkate alarak değerlendirebilir misiniz? Bu mecralarda üretilen söylemler toplumu nasıl etkiliyor?
Ali Murat Yel: 'Hakikat ayakkabılarını giyinceye kadar yalan dünyanın yarısını dolaşmıştır bile' deyimi, herhalde bugünlerdeki sosyal medya teknolojilerinin kullanım amaçları dışında, nasıl manipüle edilebileceğinin bir öngörüsü olsa gerek. Gerçi 1980'lerde Ulrich Beck de bu duruma işaret etmiş ve 'risk toplumu' kavramıyla siyasi yorum ve araçsallaştırma yoluyla önceden tahmin bile edilemeyen pek çok riskin artık gündelik hayatımızın bir parçası olduğuna dikkat çekmişti. Siber savaş olarak adlandırılabilecek bu yeni olgunun, geleneksel savaşların aktör, niyet ve kapasite gibi unsurlarından tahmin edilebileceğinden çok daha geniş bir boyutta olduğu aşikârdır. Gerçek kimliğini saklayan aktörlerin kimler olabilecekleri belirsizliğinin yanı sıra, neyi ve neden hedef aldıkları da bazen çok açık olmayabilir. Üstelik bu saldırılar hem ülkelerin ulaşımdan haberleşmeye kadar pek çok altyapısına zarar verebilecekleri gibi hem de ulusal güvenliği yıpratarak istihbarat sırlarını açıklamaya kadar gidebilecek tehlikeleri de beraberinde getirebilir.
Dijital ortamların birer pazarlama stratejisi olarak kullanılmaya başlanmasından sonra artık her türlü meta ve hatta her türlü siyasi ve ideolojik görüş çok rahat ve denetimi olmayan bu ortamda pazarlanmaya çalışılıyor. Dahası, artık sosyal medya, Marshall McLuhan'ın 'araç mesajdır' anlayışından 'sosyal hareketlerin aracı' haline gelirken, Venezuela'da 2001 yılında, ABD destekli darbe girişimi üzerine halkın cep telefonu mesajlarıyla toplanarak başkanları Hugo Chavez'i savunmalarından beri Arap Baharı gibi birçok sosyal hareketin temel dinamiği olmuştur.
Kapitalizmin tüketimi özendirmek üzere başlattığı algı operasyonu, hemen siyasi alana da ithal edildi ve artık devletler ve hükümetler sanal ortamlarda eleştirilmenin ötesinde, yıkılıp yeniden kurulmaya çalışılıyor. Özellikle ülkemizde meydana gelen her türlü acı olaydan sonra sosyal medyada pusuda bekleyen gruplar, başta devlet ve hükümet olmak üzere her türlü kurumu hedef alarak bir başarısızlık algısı yaratma uğraşısına girişiyorlar. Burada asıl önemli olan husus bu çabaların nispeten başarıya ulaşmasında kendileri için bir 'bilgi kaynağı' olarak gördükleri sosyal medyayı sorgulamadan kabul eden bir neslin ortaya çıkmasıdır. Gezi Parkı süreciyle başlatılan, 'her fırsatta ülkeye zarar verme' eylemlerinde de belirli merkezlerden gelen emirler doğrultusunda kimliklerini saklayan sahte hesaplı kullanıcılar negatif bir algı yönetimine girişmektedirler. Whatsapp gibi mesajlaşma ortamlarında yapılan paylaşımlarda çoğu gerçek olmayan bilgiler -hatta terör saldırılarının kanlı fotoğrafları- dolaşıma sokulmakta ve insanlar yanlış yönlendirilmektedir. Olayları tarafsız olarak tahlil etmeye çalışmak yerine, sosyal medyayı herhangi bir sorgulamaya tabi tutmadan bilgi kaynağı olarak kabul edip ona göre zihin dünyalarını şekillendiren bireyler var olduğu müddetçe, faydalı amaçlar için kullanılabilecek dijital teknolojiler, maalesef zararlı ve hatta tehlikeli ortamlar haline gelecektir.