Süleyman Arif Özkut: Sedyede savaş yöneten kumandan: Süleyman Askeri Bey

Sedyede savaş yöneten kumandan: Süleyman Askeri Bey
Giriş Tarihi: 15.03.2018 14:05 Son Güncelleme: 15.03.2018 14:05
Irak’ta İngilizlerle girilen çatışmalar esnasında iki ayağından da yaralan Süleyman Askerî Bey, tedavi edilmek üzere Bağdat’a getirildi. Ayakları karyola demirlerine askıya alınmış olduğu halde dahi elinde kâğıt kalemle İngilizlere karşı taktik üretmeye devam etti.

Tarih, nice kahramanın hikâyeleriyle doludur. Yakın geçmişimizde yer alan ve şimdilerde popüler bir dizide hikâyesi anlatılarak gündeme gelen Süleyman Askerî Bey de bu kahramanlardan biri. Onu, I. Dünya Savaşı'nda Osmanlı İmparatorluğu'nun Irak Cephesi komutanı olarak biliyoruz ancak hikâyesine bakıldığında o da her vatansever Türk subayı gibi bin bir gaileyle uğraşmış ve gerektiğinde canını ortaya koymaktan hiç sakınmamış. Bağdat Valisi Süleyman Nazif'in tabiriyle; "Vatanından başka her şeyini isteyerek ve gülerek feda etmiş bir Osmanlı" Süleyman Askerî.

Uzun boylu ve beyaz tenli olduğunu bildiğimiz Süleyman Askerî Bey, 1884'te bugünkü Kosova'ya bağlı Prizren şehrinde doğmuş. Annesi Güzide Hanım şehrin ileri gelen ailelerinden. Babası Halil Vehbi Paşa ise bir dönem Afyon Redif Taburu komutanlığı yapmış bir asker. Ailenin üç oğlu daha var ve her biri sırasıyla Kut'ül Amare, Çanakkale ve Yemen'de şehit düşmüş.

İlk eğitiminin akabinde Edirne Askeri İdadisi'ne gitmiş Süleyman Askerî. Burada öğrenim gördüğü süre boyunca Kuşçubaşı Eşref ve Yenibahçeli Şükrü gibi isimlerle dost olmuş. İttihat ve Terakki Cemiyeti ile tanışıklığı da bu yıllara dayanıyor. Harp Okulu'ndan teğmen rütbesiyle mezun olduktan sonra girdiği Erkân-ı Harbiye Mektebi'nde de bir süre eğitimine devam etmiş ve Osmanlı ordusuna yüzbaşı olarak katılmış Askerî. Göreve başladığı anda Makedonya buhranının içinde bulmuş kendisini. Fransız İhtilali'nin etkisiyle Osmanlı'dan tek tek ayrılarak ulus devletler kuran Balkan milletleri "imparatorluğun kalbi" olan bu topraklara göz dikmiş deyim yerindeyse. Ve bu milletlere mensup bazı çeteler, bölgede bulunan Müslüman ahaliye türlü kıyımlar yapmaya başlamış. İşte Süleyman Askerî, tam bu noktada göstermeye başlamış kendisini. Çetelerle mücadelede kararlı bir tutum sergilemesi ve çetecilerin çoğunun kökünü kazımasıyla dikkatleri üzerine çekmeyi başarmış. Bu başarıları, Meşrutiyet döneminde Bağdat Jandarma Okulu'nda hocalık görevini getirmiş ona.

Bir operasyon adamı

Süleyman Askerî, Bağdat'ta görevde bulunduğu esnada çıkan Trablusgarp Savaşı'na kayıtsız kalamamış ve gönüllü olarak buraya gitmeye karar vermiş. Enver Bey ve Mustafa Kemal'in örgütlediği 50 kadar Türk subayıyla birlikte İtalyanlarca işgal edilmek istenen Derne ve Bingazi şehirlerinde bulunan aşiretlerin örgütlenmesinde oldukça başarılı işlere imza atmış. Bölgede bulunan Senusi aşiretinin kazanılmasında ve hem birbirlerine hem de Osmanlı'ya kısmi hasımlıkları bulunan bazı Arap aşiretleriyle uzlaşmaya varılmasında çok etkili olmuş. Bütün bu başarıları, Bingazi'de oluşturulan gönüllü birliklerinin başında kurmay olarak atanmasına sebep olmuş Süleyman Askerî'nin.

I. Dünya Savaşı'ndan bir yıl evvel Enver Paşa tarafından kurulacak olan Teşkilatı Mahsusa'nın ilk nüvelerinin de yine Trablusgarp'ta atıldığını hatırlatalım. Zira I. Dünya Savaşı esnasında üç kıtada mücadele eden imparatorluğun ihtiyacı olan; casusluk, karşı casusluk, sabotaj, mühimmat nakli gibi önemli görevlerin yerine getirilmesinde çok önemli fonksiyonları olan bu örgütün en önemli ayaklarından birini de Süleyman Askerî ve onun icraatları oluşturacaktır.

"Ölümü bile seve seve kabul ederim"

Trablusgarp'taki direniş tam meyvesini vermek üzereyken imparatorluk kendisini Balkan Savaşları'nın içinde buldu bu sefer. İtalyanlarla yapılan barış antlaşmasının akabinde Trablusgarp'taki gönüllü subaylar, hızla yeni savaş bölgesine intikal etmeye başladı. I. Balkan Savaşları, tam bir hezimet oldu Osmanlı için ve birlikler Midye-Enez hattına kadar çekilirken Edirne başta Trakya'nın doğusu ve batısı Bulgarlarca işgal edildi bu savaşta. Böylesi feci bir atmosferde galip Balkan devletlerinin toprak paylaşımı konusundaki ihtilafları sonucu çıkan II. Balkan Savaşı'nı fırsat bilen Enver Paşa, Edirne'yi Bulgarlardan geri almak için harekât kararı aldı. Enver Paşa, Ortaköy'deki bir görüşmede Kuşçubaşı Eşref'i Edirne'yi geri almak için görevlendirdi. Eşref Bey'in bu harekât için ekibine kattığı subaylardan bir tanesi de o dönem Trabzon Redif Fırka Komutanlığı görevini yürüten Süleyman Askerî Bey'di. Bu görev kendisine tevdi edildiğinde ise cevabı şöyle olmuş Askerî Bey'in; "Gerekirse her şeyimi feda ederim ve seve seve ölüm cezasını kabul ederim."

"Şu bütün Trakyalılar kıyamete kadar hür yaşayacak"

Edirne ve Doğu Trakya başarılı bir saldırıyla geri alındı ancak Batı Trakya'da bulunan Türk ve Müslüman unsur, Bulgar çetecilerin zulmünden muzdaripti. Bunun üzerine Askerî Bey, Süleyman Zeynel Abidin kimliğiyle faaliyet göstermeye başladı. Balkan Savaşları boyunca her türlü vahşeti yapmaktan sakınmayan çetelerden arındırdı bölgeyi ve Gümülcine ve çevresindeki Batı Trakya şehirlerini de düşmandan geri almayı başardı. Süleyman Askerî Bey, bölge ahalisinin ileri gelenleriyle gerçekleştirdiği bir kongrede Batı Trakya'da bir hükümet kurulması kararına da ön ayak oldu. Söz konusu bu oluşumun hükümet başkanı Salih Hoca olurken Süleyman Askerî Bey de icra heyeti başkanlığı görevini üstlendi. Çetelerden ele geçirilen ve İstanbul'dan takviye edilen silahlarla, gönüllülük esası merkeze alınarak halktan bir tabur oluşturdu Süleyman Askerî ancak Bulgarların Avrupa nezdindeki baskıları Babıali'de de bir karşılık buldu yazık ki. Süleyman Askerî'nin Meriç'in doğu yakasına geçmesi için yaptırımlar kapıda belirmeye başladı. Zaten mali bunalımda olan ve Fransa'dan borç almak için girişimlerde bulunan Babıali, baskılara dayanamaz hale gelmişti ve faaliyetlerin sonlandırılıp geri dönmeleri için emir gönderdi bölgedeki birliklere. Aynı zamanda Muhacirun adlı göç komisyonunun müdürlüğünü de yürüten Süleyman Askerî, geri dönülürse bölgedeki Müslüman kıyımının katlanarak devam edeceğini bildirerek verilen emri protesto ettiğini merkeze bildirdi ve tarihe Batı Trakya Türk Cumhuriyeti olarak geçen bir devletin kurulmasına ön ayak oldu. Süleyman Askerî Bey birkaç aylık ömrü olacak bu Türk Cumhuriyeti'nin Genelkurmay Başkanı olacaktır. Aynı zamanda bu ülke için bir de milli marş da kaleme almıştır:

"Ey şirin Batı Trakya, işte nihayet esaretten kurtuldun;
Ey düşmanlar sanmayın ki savaşlardan bu millet yorgun;
Cumhuriyet'in yüce bayrağı her an bu yurtta dalgalanacak;
Şu bütün Trakyalılar kıyamete kadar hür yaşayacak."

Batı Trakya Türk Cumhuriyeti, Avrupa'nın yoğun baskıları sonucu Babıali tarafından Bulgarlara terk edilirken artık direnecek bir şey kalmadığını gören Süleyman Askerî de İstanbul'a geri dönmeye karar verdi. Bir yıl sonra ise geçmişte siyasete karışan bir subay oluşundan ötürü emekliliğe sevk edildi. Olayın asıl sebebi ise emekli görüntüsü altında Süleyman Askerî Bey'i istihbarat faaliyetlerinde görevlendirmenin ve Teşkilat-ı Mahsusa başkanlığına getirmenin yolunu açmaktı aslında. I. Dünya Savaşı başlayıp İngilizlerin Irak'ta petrol kaynaklarının yer aldığı Basra'yı işgal etmesi üzerine ise bölgeyi kurtarmak için görevlendirilen Askerî Bey, Teşkilat-ı Mahsusa reisliğinin yanında bir de Irak Genel Komutanı'dır artık.

Hasta yatağındaki komutan

Bölgede görevlendirilmesinin ardından aşiret ve nüfuzlu Arap aileleriyle yakınlık kurdu ve cephedeki asker açığını aşiret güçleriyle doldurmanın yollarını aradı. Basra'yı ele geçiren İngilizlerin kuzeye doğru ilerleyişe geçtiği esnada ise uyguladığı taktik ve stratejilerle beş saatlik bir çatışmadan sonra sayıca üstün olan İngilizleri geri püskürtmeyi başardı. Bu çatışmalar esnasında iki ayağından da yaralanan Süleyman Askerî Bey, tedavi edilmek üzere Bağdat'a getirildi. Ayakları karyola demirlerine askıya alınmış olduğu halde dahi elinde kâğıt kalemle İngilizlere karşı taktik üretmeye devam etti.

Süleyman Askerî Bey İngilizlerle olan harbin ikinci safhasına, koltuk değnekleri yardımıyla bazen de sedye üzerinde katıldı. Askerî Bey'in hazırladığı harekât planına göre düşman, Dicle kıyısı yakınlarında tespit edilecekti. Bir kısım Osmanlı kuvveti de Kerha Nehri üzerinden Ahvez istikametine ilerleyerek Nasıriye'de toplanacak ve Basra'ya taarruz edecekti. Osmanlı tarafında düzenli birlikler bulunmakla beraber sayıları az olup aşiret güçlerinden oluşan ve sayıları 20 bini bulan kuvvet, asıl gücü oluşturuyordu. İngilizler ise, ilk savaşı kaybetmiş olmanın verdiği psikolojiyle kuvvetlerine dişe dokunur bir takviye yapmıştı. 12'nci tugayı, bir süvari alayını ve bir de ağır bataryayı Irak Cephesi'ne yönlendirmişlerdi. Kanal Cephesi'nde Osmanlı'yı püskürtmeyi başaran İngilizler, Mısır'dan Gurniç komutasındaki 33'üncü Tugay'da bulunan Hintli askerleri de destek olarak getirmişlerdi. Süleyman Askerî Bey önderliğindeki Osmanlı ordusu üst üste iki gün yapılan saldırılarda İngilizlerin ağır bataryalarıyla püskürtüldü. Süleyman Askerî Bey, son harekâtı bizzat sedyede yönetti. Osmanlı kuvvetlerinin gerçekleştirmeye çalıştığı saldırının başarısız olduğunu gören düşman kuvvetlerinin, karşı taarruza geçmesiyle Uceymi, Şammar, Necd ve İbnür Reşid haricindeki Arap aşiretleri kaçıp dağılmaya başladılar. Böyle bir anda onlara şöyle seslenecektir Askerî: "Kadınların bile harp etmesini beklediğim böyle müşkül ve hayati bir zamanda harbe seyirci kalmaktan utanmıyor musunuz? Köpekler bile mahallelerine yabancıları yaklaştırmazlar. Onlar kadar bile olamadınız."

Savaşın kızıştığı ve etrafına şarapnel parçaları yağdığı bir anda zorla arabaya bindirilen Süleyman Askerî, Arap aşiretlerin resmen karşı tarafa geçtiğinin haberini alması üzerine bütün ümidini yitirecek ve bulunduğu arabada silahını kafasına ateşleyerek intihar edecektir. Öldüğünde sadece 31 yaşında olan Süleyman Askerî, Nuhayle'deki ordu karargâhında yapılan törenin ardından kendi çadırının bulunduğu noktaya defnedilir. Kendisine sayısız kahramanlıklarından dolayı Şûrâ-yı Devlet kararıyla şehit unvanı verilir, eşine de maaş bağlanır.

BİZE ULAŞIN