Yunus Arslan: Her şeyin tarihi

Her şeyin tarihi
Giriş Tarihi: 15.03.2018 15:31 Son Güncelleme: 15.03.2018 15:31
Antikçağ’da ışığın kaynağı, hedefi ve yayılımı konusunda iki farklı kuram oluşturulmuş. Bunlardan birisi, ışığın gözden çıktığını ve nesneye gittiğini savunan “Göz-Işın Kuramı”, diğeri de ışığın nesneden çıktığını ve göze geldiğini ileri süren “Nesne-Işın Kuramı” olarak bilinir.

Gözler nasıl görür?

Görmek meselesi tarih boyunca bilim adamlarının uğraş alanlarından birisi olmuş. Bu durum onları tek bir soruya yönlendirmiş: "Acaba insanın görmesi nesneden gelen bir ışıktan mı, yoksa gözden giden bir ışıktan mı sağlanıyordu?" Bu soru çevresinde dolanan bilim adamları teorilerini de bunun üzerine inşa etmiş. Bu sebeple Antikçağ'da ışığın kaynağı, hedefi ve yayılımı konusunda iki farklı kuram oluşturulmuş. Bunlardan birisi, ışığın gözden çıktığını ve nesneye gittiğini savunan "Göz-Işın Kuramı", diğeri de ışığın nesneden çıktığını ve göze geldiğini ileri süren "Nesne-Işın Kuramı" olarak bilinir.

Bu iki kuram üzerine tartışmalar sürerken karşımıza, bilim tarihçileri tarafından, antikçağ ve 17'nci yüzyıl arası optik tarihinin en önemli bilim adamı olarak kabul edilen İbn'ül Heysem çıkmakta. Heysem 11'inci yüzyılda fizik alanında, ışığın niteliği ve yayılımı konusunda önemli buluşlar yapmıştı. Heysem'in en büyük başarılarından biri de "Göz-Işın Teorisi"ne karşı çıkması ve bu tezi çürütmesi olmuş. Heysem'e göre ışık aslında gözden değil de nesneden gelmekteydi. Bunu da Kitab el-Menâzır adlı eserinde yer verdiği "Camera Obscura" (Karanlık Oda) deneyi ile kanıtlamıştı. Bu deney, dışarıdaki ışıklardan korunmuş karanlık bir kutu yahut oda içerisine bir delikten yansıtılan ışık ile görüntü elde etme esasına dayalıdır. Buradaki amaç, görme eyleminin, cisimden gelen ışıklar vasıtasıyla gerçekleştiğini birebir gözlemlemekti. Delikten ışık verilmediğinde karanlık odada yahut ortamda gözlemcinin hiçbir şey görmemesi ve ancak ışık delikten süzüldüğünde gözlemcinin görmeye başlaması Heysem'in kanıtı olmuştur.

Gözün Serüveni

Ürün Dirier, yeni kitabı Gözün Serüveni'nde görmenin öteki yüzüne ışık tutuyor. "Görme Sanrısı Üzerine Bilimsel Bir Anlatı" alt başlıklı kitapta yazar, görmenin ve ışığın temelde ne olduğunu, görmenin süreçlerini ve ışığın yaşamımızı nasıl etkilediğini ele alıyor.

Görmek ve ışık hakkında bildiklerimize farklı bir kimlik katan Dirier, bunun yanında ışığın ve görmenin zihnimizdeki serüveninden hareketle varlığımızı ve bildiklerimizi sorgulatıyor ve okuru heyecan verici bilimsel bir anlatıya davet ediyor.

Nereden çıktı bu şemsiye?

Şemsiyeye bakış açısı toplumdan topluma değişiklik göstermiş. Bazı toplumlara göre kadınlara özgü bir nesne iken bazı toplumlarda üst sınıflara ait bir statü simgesi olarak karşımıza çıkan şemsiye, ilk olarak bundan 4 bin yıl önce kullanılır.

Mısır, Yunan, Asur ve Çin gibi kadim medeniyetlerin minyatürlerinde görülen şemsiye insanların kendilerini güneşten korumak için bulduğu bir nesne. Zamanla kullanım şekli değişen ve çeşitlenen şemsiye, yağmurdan korunmak için de kullanılır olmuş. İlk yağmur geçirmez şemsiyeler ise Çin'de ortaya çıkar. Çinli memurların onuru olarak görülen şemsiye aynı zamanda Budist simgelerden biri olarak da Çin kültüründe ilginç bir yere daha sahip olagelmiş. Eski Mısır'da ise şemsiye, yelpazenin uzantısı olarak üst sınıfların statü simgelerinden birisi olarak görülür.

Eski Yunan ve Roma döneminde kullanılan şemsiyeler ise kadınlara özgü bir eşya olarak kabul edilirdi. Tiyatrolarda erkeklerin kadınların şemsiyeleri yüzünden gösterileri izleyememesi Roma İmparatoru Domitianus'a şikâyet olarak götürülmüş fakat imparator kadınlar lehine karar vermiş.

1332'ye İstanbul'a geldiğimizde ise halkın yaz-kış demeden başlarının üzerinde koca koca şemsiyeler taşıdığı İbn Batuta'nın Seyahatname'sinde karşımıza çıkıyor. Şemsiye, Lale Devri'nden itibaren Osmanlı üst sınıfı tarafından da yaygın bir şekilde kullanılagelmiş. Sosyal hayatın birçok alanında olduğu gibi şemsiyenin yaygınlaşmasında da Fransız toplumuna özenilmesi büyük rol oynar.

Eski Yunan ve Roma döneminde kadınlara özgü bir eşya olarak kullanılan şemsiyeyi erkeklerin de kullanmaya başlaması 18'inci yüzyılı bulmuş. İngiltere'de Jonas Hanway isimli bir iş adamının yağmurda ıslanmak yerine artık şemsiye kullanmaya başlaması, önceleri kadınsı bulunmuş. Hanway'in şemsiyeyi kullanmaya devam etmesiyle sokak serserileri ona laf atmaya başlamış ve arabacılar da geçerken yağmur sularını üzerine sıçratırlarmış. İşin trajikomik yanı ise İngiliz erkeklerin Hanway öldükten sonra, "Hanway" lakabını taktıkları şemsiyeyi kullanmaya başlaması olmuş.

Şemsiyenin seri üretime geçilmesi 1800'lü yılların ilk yarısını bulur. İlk olarak 1830 yılında Londra'da "James Smith and Sons" şirketinde seri üretimi yapılan şemsiyeler, önceleri ahşap ve balina kemiği gibi materyallerle yapılır. Sonradan kaynak ve materyal sıkıntısı sebebiyle plastikten de yapılmaya başlanır.

Türkiye'de ise önceleri üretim olmadığından yurt dışından getirilirken, 1882 yılında İstanbul'da yaşayan Robenson isimli bir İngiliz vatandaşın şemsiye üretimi işine başlamasıyla şemsiyenin kullanımı yaygınlaşmıştır.

Şemsiye için Çinlilere, yağmurdan korunma şansını elde eden erkekler olarak da Hanway'e teşekkürü borç biliriz!

BİZE ULAŞIN