Sanat eserlerine "bayılıyoruz"!
Hemen hemen hepimiz çok güzel bir film izledikten sonra bir süreliğine filmin etkisi altında kalmışızdır yahut çok güzel bir şarkıda gözlerimizi kapatıp kendimizi müziğin ritmine kaptırdığımız da olmuştur. Güzel bir müzikalden, belki bir müze gezisinden sonra kendimizden geçmişliğimiz de vardır elbet fakat hiç herhangi bir sanat eseri karşısında heyecanlanıp bayıldığınız yahut halüsinasyon gördüğünüz oldu mu? Cevabınız "hayır" ise üzülmeyin, eğer siz de yeterince elit bir sanatseverseniz her an bu hastalığa yakalanabilirsiniz. Hazırsanız bu ay sizleri sanat dünyasının en fiyakalı hastalığı olan "Stendhal Sendromu" ile tanıştırayım.
Daha havalı bir hastalık duydunuz mu bilmiyorum ama Stendhal Sendromu bu konuda epey iddialı. En basit tanımıyla, kişinin sanat eserlerinin aşırı ihtişamı ve güzelliği karşısında heyecanlanıp kendinden geçme hali. Yüksek dozda sanata maruz kalıp sanat zehirlenmesi geçiren kişiler için bu terim kullanılıyor. Üstelik öyle kolay atlatılabilen bir hastalık da değil. Stendhal Sendromu'na yakalanan kişilerde bayılma, halüsinasyon, fenalaşma, kalp çarpıntısı ve baş dönmesi gibi semptomlar görülüyor. Hastalık ilerlediğinde ise ciddi psikolojik bozukluklara kadar gidebiliyor. İlk duyduğunuzda fenomen hastalığı sanabilirsiniz fakat bu sendromun tıp tarafından kabul edildiğini hatırlatalım. Tablo, film, kitap, müzik ve her türlü sanat eseri bu sendromun kapsama alanına giriyor. Özellikle de çok fazla sanat figürünün bir arada bulunduğu sanat eserlerinin, sendromu daha fazla tetiklediği biliniyor.
Yaptığım ufak çaplı araştırma sonuçlarına göre sendromun en fazla yaşandığı ülke Fransa olarak kayıtlara geçmiş. Roma ve Floransa'da da insanlar zaman zaman büyük sanat eserleri karşısında huşuya gelip yere yığılabiliyormuş. Bu yüzden bu rahatsızlık için turistlere yakın yerlerde tam teçhizatlı ambulanslar bekletiyorlarmış. Kimi herhangi bir fıskiyeden etkilenirken kimi de bir tablo karşısında bayılıveriyormuş. Hal böyle olunca da çoğu kişi "bayılanlar rol yapıyor" yahut "turlara hep yaşlılar katılıyor, yorgunluktan bayılmışlardır" diye yorumlarda bulunuyor fakat bu işin yaşlılıkla bir alakası yok çünkü küçük büyük herkesin Stendhal Sendromu'na yakalanma riski olduğu bilinen bir gerçek. Sanatın pek ilgi görmediği ülkemiz için şu anlık korkulacak bir durum yok gibi görünüyor. Belki yapılan sanat restorasyonlarını gören turistler sanat zehirlenmesi geçirebilirler fakat Stendhal Sendromu'na yakalanma riskleri düşük gibi görünüyor buradan duyurmuş olalım.
Aslında düşününce ülkemizde yeni çıkan çoğu film, müzik ve kitaplar karşısında benim de zaman zaman sanat zehirlenmesi yaşadığım oluyor. Yaşadığım bu durum Stendhal Sendromu sayılır mı bilmiyorum ama buradan yetkililere sesleniyorum, Stendhal Sendromu'nun ülkemizde de yaygınlaşması için çalışmalar yapılsın. Bu güzel hastalık kısa sürede ülkenin dört bir yanına yayılsın.
İştah kapatan gözlük gelmiştir
Hepimiz hayatımızın belli dönemlerinde kilo vermek istemişizdir. Aslında az yemek ve spor yapmak sağlıklı bir şekilde kilo vermek için yeterli fakat çoğu zaman bizler için işkenceye dönüşen bu aktiviteler yüzünden hızlı ve kolay bir yöntem aramaya yönelebiliyoruz. İtiraf edelim hepimiz öyle bir buluş ortaya çıksın istiyoruz ki; lahmacunun üzerine iki kilo baklava yiyelim ama kilo almayalım. Hal böyle olunca da her gün piyasaya yeni bir zayıflama ürünü çıkıyor. Özellikle son günlerde satışa sunulan Japonların yeni icadı "Mavi Gözlük" zayıflamak isteyenlerin tercihleri arasında yer almaya başladı bile. Mavi Gözlük kullanılarak zayıflattığı söylenen bu diyetin ismi ise "Mavi Gözlük Diyeti."
Efendim Japonların ortaya attığı bu Mavi Gözlük Diyetini uygulamak oldukça kolay görünüyor. Öncelikle özel olarak satılan mavi camlı gözlükten alıyorsunuz ve hemen takıyorsunuz. Sonrasında yemekleri mavi gördüğünüz için onları canınız çekmiyor. Böylece az yiyor ve zayıflıyorsunuz. Ben de çoğu kişi gibi zayıflamak için çareler ararken bu işin aslını astarını sizler için öğreneyim diye hemen Diyetisyen Melis Gülbaş Hanım'ın kapısını çaldım. Öncelikle "Renklerin diyetle ne gibi bir ilişkisi olabilir" diye sorduğumda; "İnsanların iştah algılarında renklerin etkili olduğunu biliyoruz, mesela yediğimiz çoğu besinde bulunan kırmızı renk daha çok iştah açıyor bu yüzden de fast-food restoranların logolarında ve dekorasyonlarında, paketli ürünlerin logolarında kırmızıya çokça yer veriliyor fakat doğal olarak yemeklerde bulunmayan mavi renk ise iştah duygularımızı baskılıyor ve iştahımızı kapatıyor" cevabını alıyorum. Melis Hanım'ın söylediğine göre yemeklerde renkler kadar görsellik ve sunum da çok önemliymiş. Örneğin küçük bir tabaktaki yemek, büyük tabaktakine göre daha dolgun görüneceğinden daha doyurucu olabiliyormuş. Yine aynı şekilde çoğu zararlı yiyeceğin çok çekici geldiği ve tok olsak da beyinde iştah mekanizmasını çalıştırdığı bilinen bir gerçek. Özellikle ülkemizde son dönemde giderek gelişen sunum ve süsleme sanatı iştahımızı kabartmaya devam ediyor. Çoğu yeni gelin yüzünden ülkemizdeki obezite oranının yükseldiği de herkes tarafından bilinen bir gerçek.
Melis Hanım'ın söylediğine göre Japonlar mavi rengin iştah kapatıcı özelliğinden esinlenerek demişler ki; "Biz mavi bir gözlük üretelim bu gözlükle de insanlar yemeklere bakarken onların yeme duyguları baskılansın ve daha az besin tüketsinler." Ancak 24 saat boyunca her yerde mavi gözlükle dolaşamayacağımızdan dolayı dışardaki onlarca yiyeceği baskılamak çok da mümkün değil.
Bilen bilir ben bu tarz popüler diyetlerin arkasında hep bir fitne ararım. Özellikle bu şekilde para ile satın alınan bir diyet yöntemi hakkında içime şüphe düşmemesi imkânsızdır. Melis Hanım bu konu hakkında "Mavi gözlük satışının en yoğun olduğu yerlerden biri Amerika, gözlük satışı gerçekten bu kadar yüksek ve etkiliyse insanların zayıflaması beklenirdi fakat Amerika'da obezite her geçen gün artıyor" diyor. Bu yüzden Melis Hanım popüler ve moda diyetlerin sürdürebilirliği olmadığını ve bu tarz diyetlerin insanların yeme alışkanlığını daha da çok bozacağını belirtiyor.
Mavi Gözlük gerçekten işe yarıyor mu bilinmez ama ben aç olsam ve İskender'i değil mavi, morcivert bile görsem yine de gömerim. Bu güzel röportajımla da Mavi Gözlüğü tarihe gömerim.