Kişinin sağlıklı bir fert olarak yetişebilmesi için gereken temel ölçütlerin, eğitimsizlik ve zorlu ekonomik koşullar nedeniyle sekteye uğradığı toplumlarda, çoğu zaman fark etmeseler de insanların eksikliğini duyduğu şeylerin başında mahremiyet alanlarını inşa edememeleri geliyor. Amerikalı antropolog Edward Twitchell Hall'in çerçevesini çizdiği 'kişisel alanlar teorisi'nin (proksemiks) en gerideki halkası olan ve ancak en yakınlarımızın girebileceği özel alan, yaşadığımız toplumda ne yazık ki sadece cinsellikle bağdaştırılmıştır. Kişisel alan, sosyal alan ve kamu alanı gibi çeşitli katmanlara ayrılarak genişleyen kişisel alanlar teorisi, Hall'in 1960'lı yıllarda yaptığı araştırmalardan hareketle ortaya çıkmış, dolayısıyla teorik çerçevesi internetin olmadığı, teknolojik imkânların günümüz koşullarına göre çok daha kısıtlı olduğu bir dönemde çizilmiştir.
Yaşadığımız toplumda mahremiyet alanının ekseriyetle sağlıklı biçimde inşa edilemediği yönündeki yargı, büyük çoğunluğu İslam dinine mensup olan toplumumuz için biraz iddialı, dahası şaşırtıcı gelebilir. Yukarıda da belirtildiği üzere daha ziyade cinsellikle bağdaştırılan özel alan, toplumdaki genel ahlak anlayışını yansıtan 'namus' kavramı üzerine kurulmuş ve buna göre şekil almıştır. Bu anlamda özel alan, fiziksel açıdan kimlerle yakın temas kurabileceğimizi, evimize kimleri kabul edeceğimizi veya yaşadığımız ortama ilişkin bazı unsurları dış dünyaya aktarırken, özellikle cinselliğe işaret edebilecek.
öğelerden nasıl ve ne kadar arındıracağımızı belirlediğimiz bir tür filtrelenmiş alan olarak da görülebilir. Hall'in 45-50 cm olarak belirlediği özel alanı da kapsayan mahremiyet, ne var ki 1990'lı yıllardan itibaren insanların sınırlarını çizmekte giderek zorlandıkları bir alan haline gelmiştir. Şüphesiz bunda başrol, bilgisayarların hayatımıza girmesi ve internetin yaygınlaşmasıyla yeni bir çağın başlamış olmasıdır.
Reklam ve pornografi gibi adeta çağın zihinleri ele geçirmek üzere tasarlanmış silâhlarıyla genellikle tercihi dışında karşılaşan insan, taciz noktasına varan bu durum karşısında özel alanının sınırlarını korumakta çoğu zaman yetersiz kalmaktadır. Bunun yanında internetteki bazı popüler uygulamalar üzerinden kendi rızasıyla da özel alanını ve hatta mahremiyetini umuma açabilmekte, sosyalleşmek adına denetimi zor ve karmaşık bir yapının parçası olmaya çalışırken, hayatı boyunca ihtiyaç duyacağı zemin farkına varmadan hızla ayağının altından kayıp gidebilmektedir.
Hepimizin hayatında önemli bir yeri olan mahremiyet alanı/özel alan yönünden baktığımızda acaba müzik nerede durmaktadır? Bu oldukça ayrıntılı ve cevaplaması güç bir soru olmakla birlikte şu haliyle eksik de bir sualdir. Zira toplumsal arka planı hayli derin olan müziğin yayıldığı alanın genişliği düşünüldüğünde, konuyu özel alanla sınırlı tutmamak gerektiği açıktır. Müziği incelerken yapılan sınıflandırmalara bakıldığında ise genellikle ilk iş olarak türsel nitelikler üzerinden bir tasnife gidildiği görülür. Oysa müziği çeşitli türlere ayırıp incelemek, verilerini bilimsel bir temele dayandırmak koşuluyla gerekli bir yöntem olsa da konuya ilişkin sınıflandırmalardan sadece biridir. Müziğe ilişkin sınıflandırmalar şüphesiz ki onun toplumdaki işlevini farklı yönlerden kavramamıza da katkı sağlamaktadır. Fakat müziğe bir iletişim aracı olarak üstlendiği roller açısından bakıldığında, sınıflandırmalardan ziyade toplumsal müzik algısını şekillendiren unsurlara bakmak amaca daha uygun bir yaklaşım olacaktır.
Müziğin mekân algısı
Müziğin sektörel anlamda verimsiz bir dönem geçirdiği ve özellikle nitelikli müzik üretiminin giderek azaldığı günümüzde, insanlar müziği ekseriyetle internet üzerinden dinleseler de diğer kanallar tamamıyla kapanmış değil. Hâlâ meraklıları için de olsa plaklar basılıyor, geçmişe kıyasla satışlar oldukça düşük olsa da yeni albümler yapılıyor ve müdavimleri giderek azalmakla birlikte konserler devam ediyor. İşte bu noktada müziğin bize ulaşım biçimi şüphesiz ki onu algılayışımızda da büyük ölçüde belirleyici oluyor. Müziği algılayış biçimimizde en az bunun kadar başat rol oynayan bir diğer unsur ise bulunduğumuz ortam. Zira ortam söz konusu olduğunda yalnızca akustik başta olmak üzere çeşitli fiziki koşullar değil, aynı zamanda ferdin dinleyici konumunda müziğin üretimine tanıklık edebilmesi gibi bir durum da devreye girebiliyor.
Oldukça geniş ve derin bir konu olan müzik-mekân ilişkisini kapsamlı bir biçimde ele almak elbette bu yazının sınırlarını aşar. Bununla birlikte değinmek istediğimiz asıl konuya zemin oluşturması bakımından, insanların canlı olarak icra edilen müzikle farklı mekânlar aracılığıyla buluşmasının, diğer müzik dinleme edimlerinden ayrı tutulması gerektiğinin altını çizmeliyiz. Konser salonu, gazino, restoran veya bir jazz kulübü; mekânın genel içeriğinden özdeşleştirildiği müzik türüne varıncaya dek, mevcut kültür dairesi içerisinde nereye denk düştüğü yönündeki hâkim algının kişi üzerindeki etkisi mekânla kurduğu ilişkinin temelini oluşturuyor. Öyle ki giyiminden orada nasıl hareket edeceğine kadar kişinin davranışları üzerinde belirleyici rolü olan mekân algısı, sıradan bir eğilim olmanın ötesine geçtiğinde başlı başına bir kültür hâline gelebiliyor. Bunun en tipik örneği kendi dinleyici kitlesini oluşturarak uzun yıllar şehirlerdeki eğlence hayatının gözde mekânları konumunda olmuş olan gazinolardır.
Canlı müziğin kaydedilmiş müzikten farklı olarak doğrudan konumuzu ilgilendiren bir başka özelliği ise fert ile müzik arasındaki ilişkinin özel alan içerisinde değil kamu alanı içerisinde cereyan etmesidir. Kişinin asıl amacı her ne kadar müzik dinlemek olsa da işitsel bir edimin görsel bir nitelik kazandığı bu olayda, sahnedeki müzisyenlerden diğer dinleyicilere varıncaya kadar birçok uyaranın fert üzerinde etkin rol oynadığı karmaşık bir deneyimden bahsedebiliriz. Böylece etkinlik başlığı altında kişilerin dış dünyayla ilişki kurmalarına aracı olan müzik, bir toplumsal iletişim aracı olarak da yeni roller üstlenmektedir. Burada kişinin dinlediği müzikten algıladığı şey şahsi bir çıkarım olarak kalmaya devam etse de üstlendiği bu yeni rol sayesinde müzik, kamu alanı içerisinde toplumsal bir niteliğe bürünür. Ayrıca bu durum, özel alan sınırları içinde bireyin denetiminde olan müzik dinleme ediminin kamu alanına taşındığında değişime uğradığı anlamına da gelir. Fakat buradan, kamu alanı içinde cereyan eden bu hadiseye ilişkin şahsi iradenin bütünüyle ortadan kalktığı yönünde bir sonuç elbette ki çıkarılamaz. Nitekim özellikle son yıllarda toplu taşıma araçlarında da boy gösterebilen sokak müzisyenleriyle ilgili tartışmalarda sıklıkla sözü edilen kamu alanının sınırları farklı yaklaşımlar nedeniyle değişkenlik gösterirken, çoğunlukla konunun tek boyutlu olarak ele alınması bu tarz tartışmalardan elle tutulur bir sonuç çıkmasını güçleştirmektedir.
İnsan ilişkilerinde müziğin yeterliliği
Belirsizliğin eşlik ettiği tedirginlik hâli, kaçınılmaz olarak insanların müzikle kurdukları ilişkinin mahiyetini de etkilemektedir. İnternet üzerinden müzik dinlemeyi tercih eden çoğunluk, kendileriyle birlikte müziği de özel alanlarına 'hapsederek' bir anlamda yaşam alanlarını daraltmaktadır. Sesi ve görüntüyü doğrudan kaynağından almak yerine özel alanı içerisinde kurduğu sanal dünyaya sıkıştırarak tüketen insan, olayları ve olguları duyumsamadan, gerçeğin çarpıtılmış suretleriyle yapay bir ilişki içine girmektedir. Ona keyif veren şeylerle ilgilendiği, beğenilerini ve fikirlerini paylaştığı bu sanal ortam çevresiyle kurduğu iletişim açısından eşsiz bir aracı olurken, denetimin kendisinde olduğunu düşündüğü güvenli bir alan olarak da zihnindeki yerini sağlamlaştırmaktadır. Dolayısıyla kaydedilmiş müzik açısından bakıldığında; internet üzerinden müzik dinlemeyle plaktan veya radyodan müzik dinleme arasındaki önemli farklardan biri de işte burada ortaya çıkmaktadır. Birinde pasif dinleyici konumda olan kişi, diğerinde daha aktif bir rol üstlendiği hissine kapılabilmektedir. Bunun en temel nedeni ise internetin sadece kişiyle müzik arasındaki bir araç değil, aynı zamanda onu müziğin dışındaki diğer öğelerle de çeşitli biçimlerde buluşturabilen bir seçenekler bütünü olmasıdır. Böylece müzik de dâhil her şeyin sanal ortamda bulunabileceği algısının oluşmasıyla internet, kişinin kendini gerçekleştirebileceğini düşündüğü bir tür alternatif gerçekliğe dönüşür. Bir müddet sonra tamamıyla olmasa da kısmen gerçekliğin yerini alan bu sanal gerçeklik; kişinin kavramları ve olguları internetin ona sunduğu imkânlarla bağlamından kopartarak, çoğu zaman kendine göre yeniden inşa ettiği bir sürece evrilir. Bunu müzik özelinde bir misal vererek somutlaştırabiliriz.
Son yıllarda sayıları giderek artan ve özellikle Beyoğlu'ndaki sokak müziğine/müzisyenliğine çeşitlilik getiren; Suriyeli ve İranlı müzisyenlerin başını çektiği toplulukları ele alalım. Birer kültür taşıyıcısı olan mülteci müzisyenlerin zorunlu göçlerine eşlik eden müzik, aynı zamanda içinde erimeye çalıştıkları kültürle ve dillerini bilmedikleri insanlarla sınırlı da olsa bir iletişim kurabilmelerini sağlayabilecek tek araçtır. Mevcut tabloda bir iletişim aracı olma rolünü üstlenen müzik, acaba bu görevini ne ölçüde yerine getirebilmektedir?
Özellikle şehirlerde yaşayanların sıkça rastladığı bir görüntü var; işlek bir caddede yürürken sokağın muhtelif yerlerinde konuşlanmış müzisyenler ve etraflarında yarım ay şeklinde dizilerek onları seyreden insanlar. İlk bakışta iyimser bir yaklaşımla müziğe duyulan ilgiye tahvil edilebilecek bu durumun, biraz yakından bakıldığında pek de öyle olmadığını söylemek mümkün. Zira dikkati çeken ilk şey, hemen herkesin cep telefonlarını çıkararak yaşadıkları bu deneyimi kayıt altına almaya çalışmalarıdır. Oysaki internette sokak müziğine ilişkin dünyanın dört bir yanından müzisyenlerin yer aldığı benzer nitelikte sayısız video bulunmaktadır. Peki, öyleyse insanların kayıt altına almak için birbirleriyle yarıştıkları bu olayda, oradaki müziği veya müzisyenleri benzerlerinden farklı kılan nedir? Aslında sorunun cevabı oldukça basit; ortada oradaki müziği ve onu icra edenleri benzerlerinden farklı kılan somut bir özellik yok. Böyle bir özellik olsa dahi genel anlamda bunu fark edebilecek bir kitle yok. Olan şey en özet şekliyle; internetin sunduğu imkânlarla 'güvenli' bir alanda kendi sınırlarını çizmiş olan ferdin, şişirilmiş şahsiyet duygusuyla içinde yer aldığı bir deneyimi biricikleştirerek kendi sanal gerçekliği içinde yeniden inşa etmesi ve bunun için de dış dünyadan gerekli görsel-işitsel malzemeyi toplamasıdır. Onun için ne oradaki mülteci müzisyenin kültürünün/kimliğinin bir parçası olarak yanında getirdiği geleneksel kıyafetlerinin ve müziğinin, ne de içinde bulunduğu tedirgin/acılı ruh hâliyle müzik üzerinden kurmaya çalıştığı iletişimin doğrudan bir önemi vardır. Bu tarz örnekleri çoğaltmak mümkünse de en somut ve çarpıcı olanlarından biri şüphesiz ki budur.
Görselliğin hâkim olduğu ve görüntünün gerçekliğin yerini aldığı bu iletişim çağında, kabul etmek gerekiyor ki soyut bir sanat olan müzik artık iletişim sağlamamıza yetmiyor. Müzik, ancak ona eşlik eden görüntüler ölçüsünde tüketilip, genellikle sözlerine yüklenen politik anlamlar nispetinde hayatlarımıza dokunabiliyor. Bu yüzden yüzlerce yıldır müziği sözden ayrı düşün(e)meyen bir toplum, hazırlıksız yakalandığı modern dünyada müziği görüntüler dünyasına ve onu yöneten erklere kurban etmekte bir beis görmüyor. Bu yüzdendir ki müziği sadece eğlence olarak gören; onun sağaltıcı yanının ve toplumsal barışa uzanan yolda yapabileceği katkıların farkında olmayanlar ilk önce hep onu susturuyorlar. Oysa toplumun her kesiminde farklı anlamlar kazanan, gündelik hayatta bir araya gelmesi zor olan ne varsa birleştirip yan yana getirebilen bu kadim dost, her türlü parçalanmanın önüne geçerek barışın ve huzurun yeniden tesis edilmesinde en büyük manevi yardımcılarımızdan biri olabilir. İşte bu yüzden Osmanlı'dan Türkiye Cumhuriyeti'ne; yaşadığımız toplumda her zaman saygın bir yeri olan müziğe hak ettiği itibarı yeniden vermenin vaktidir.