Hüsrev Hatemi: Türkiye: Ümidimiz, derdimiz, ülkemiz

Türkiye: Ümidimiz, derdimiz, ülkemiz
Giriş Tarihi: 2.12.2015 12:33 Son Güncelleme: 2.12.2015 12:35
Hüsrev Hatemi SAYI:19Aralık 2015
Yahya Kemal Beyatlı, “Ölüm yabancı bir âlemde bir geceyse bile/Tahayyülümde vatan kalsın eski haliyle” demişti. Ben de bunu yüreğimdeki levhaya yazdım. Yahya Kemal şanslıydı. Vatanın güzellikleri, o öldüğünde henüz mukavemet ediyordu. Vatanın birliği de henüz sağlamdı. Benim tahayyülümde Boğaziçi tıraş edilmiş haliyle duruyor. O haliyle bile olsa. Yahya Kemal’in söylediği merhalede, yani son istirahatgâh denen yerde ve benim hayalimde öylece kalmasına razıyım. Ama Türkiye’nin birliğinin bozulması, benim için trajedi olur. Türkiye'yi anmaya önce adından başlayalım. Biz bazı konuları kompleks haline getirir, yıllarca konuşur dururuz. Divan şairi, sevdiğinin saçından bahsederken "Hadis-i zülfünü anma yılan hikâyesidir"(Onun saçından konu açma saçı uzundur onun. Yılan hikâyesi gibi uzar) demiş. Biz Türkiye'nin adından bahsederken uzamıyor, Arapsaçı gibi kıvırcık olduğundan, işler karışıyor. Fransa ve diğer ülkeler Fransa'ya adıyla sanıyla 'Fransa' diyor. Bu konuda denizler dalgalanıp durulmuş durumda denebilir. Sezar Gallia'yı ele geçirmeden önce Fransa'nın adı, 'Kelt ülkesi' anlamında 'Gallia'ydı. Gelibolu'da Fransız savaş kurbanları mezarlığında büyük bir mermer levhada "Ave Gallia İmmortalis: Selam ey ölümsüz Gallia" yazılıdır. Günümüz Fransa'sında artık hiçbir köşe yazarının 'Fransa, Frankların ülkesi demek, diğer etnik grupların canı yok mu? İyisi mi biz yine Gallia olalım' diyeceğini sanmıyorum. Almanya'nın adı daha da karışık… Onlar kendilerine bir Cermen kabilesinin adı olan 'Deutschland' adını verirken, İngiliz ve Amerikalılar 'Germany' diyor. Yani Cermen ülkesi... Biz ve Fransızlar Aleman adlı bir kabilenin adından 'Allemagne' diyoruz. Almanya'nın adı da herhalde Almanya'da büyük dert değil. Malazgirt'ten sonra Selçuklular, Anadolu toprağına İranlılar ve Araplar gibi 'Roma' demeye devam ettiler. Tabii Roma'yı Kuran'daki gibi 'Rum' diye telaffuz ederek. Roma imparatorlarına 'Kayser-i Rum' dendiğinden, Selçuklu sultanının unvanı 'Sultan-ı Rum' oldu. Ülkenin coğrafi adı 'Diyar-ı Rum' idi. Belh'ten Anadolu'ya göçen Mevlana'nın adı 'Celaleddin-i Rumi: Romalı Celaleddin' oldu. 13'üncü yüzyıl biterken ortaya çıkan feodal sultanlardan (Osmanlı, Eretna, Germiyan, Karesi, İsfendiyaroğlu) hiçbiri artık Rum Sultanı diye anılmadı, kendi beyliklerinin adını taşıdılar.

Biz yalnız Osmanlı sultanlarına sultan demeye alıştırılmış olduğumuzdan Yıldırım Bayezid sultan diye anılırken, Sivas'ta hükümdar olan Kadı Burhaneddin'e 'bey' dendiğini, Kadı Burhaneddin'in kendisini de 'bey' olarak gördüğünü sanırız. Hâlbuki Kadı Burhaneddin de, Karesi Beyi de, kısacası bütün feodal hükümdarlar kendileri ve halkları için birer sultan idiler. İbn-i Battuta da Anadolu'daki hükümdarlardan 'sultan' unvanıyla bahseder. Selçuklu sultanları aynı zamanda Sultan-ı Rum (Anadolu Sultanı, Roma Sultanı) unvanıyla anılırken, feodalite ortadan kalkmadan, yani Anadolu'da birlik sağlanmadan önce, bu unvan yersiz olurdu. Bu bakımdan ancak İstanbul'un fethinden sonra Sultan-ı Rum unvanı rahatça kullanıldı. Yavuz Selim ile sultanlar 'halifelik' kimliği de kazandıklarından, yalnızca Rum Sultanı olarak anılmaları, İslami unvanlarını küçümsemek gibi yorumlanırdı. Bu sebeple Kanuni, dünyada insanların yaşadığı dörtte birlik alanın padişahı anlamında Rub-i meskûn ve Mekke ile Medine'nin hizmetkârı anlamında Hâdim-ül Haremeyn-i Şerifeyn gibi muhteşem unvanlarıyla anıldı. Daha sonraki yüzyıllarda 'padişah, hükümdar, hünkâr, hakan' ve 'Halife-i Müslimin' oldular.

Türkiye adını Türkler değil, Avrupalılar verdi

Fransız Devrimi'nden sonra başlayan milliyetçilik hareketleri ile toprak kaybetmeye başlayan Osmanlı Devleti, 19'uncu yüzyılın ilk yarısından sonra özellikle İkinci Abdülhamid devrinde sultanların Türk olduğunun farkına vardı. Kendisini Arnavut olarak kabul eden Şemsettin Sami Bey, Kamus-ül A'lam adını verdiği ansiklopedik eserinin 'Türk' maddesinde "Asya'nın şerefli kavimlerinden biridir. Padişahımız da bu kavmin Kayı boyundandır" demişti. Fakat oldukça geç kalınmıştı. İkinci Meşrutiyet devri yaklaşıyordu. Abdülhamid'in Türk kavmine olumlu baktığını bilen İttihatçılar, Abdülhamid'i halk gözünde küçültürlerken, kendileri oldukça karışık bir siyaset izlediler. İttihat ve Terakki'nin güvenilir düşünürü Ziya Gökalp, "Düşmanın ülkesi viran olacak/Türkiye büyüyüp Turan olacak" derken aşırı coşkuya kapılmıştı. Dış güçlerin de katkıları ile 15 yılda Osmanlı ülkesinin sınırları Anadolu'ya geriledi ve adı Türkiye oldu. İkinci Meşrutiyet dönemine kadar biz kendimizi Osmanlı sayıyorken, İkinci Meşrutiyet'ten itibaren, kendilerini Türk kavminden kabul eden Osmanlılar, kendilerine Türk dediler. Çok ilginç olan bir nokta, 1897'de Türk-Yunan Savaşı'na katılan Osmanlı erlerine "Ben bir Türküm, dinim cinsim uludur" diye başlayan Mehmed Emin Yurdakul şiiri verilmişti. Devir Abdülhamid devriydi. Saltanat kalktıktan sonra, Osmanlı Cumhuriyeti denemezdi. Ya Anadolu Cumhuriyeti yahut Türkiye Cumhuriyeti denecekti. İstiklal Savaşı'nın başlarında Büyük Millet Meclisi birçok yönden sıkıntı içindeyken, bize destek olan Sovyetlerin etkileriyle bir 'Anadolu Şûralar Hükümeti' düşlenmişti. Şûra 'Sovyet' demekti. Bu pek tatlı olmayan yakın geçmiş sebebiyle, Anadolu Cumhuriyeti adından vazgeçildiğini sanıyorum. Bana göre Türkiye Cumhuriyeti adı uygun bir addır. Çünkü Türkiye adını Türkler değil, Avrupalılar vermiştir. Yani coğrafi bir addır ve Türklerin sahip çıkmak için verdikleri bir ad değildir. Osmanlı Türkleri bu adı 19'uncu yüzyıldan itibaren duymaya başlamış ve 20'nci yüzyıl başlarında benimsemişlerdir. Bu ad, coğrafi bir ad olarak kabul edilmelidir. Türk Cumhuriyeti adı kullanılsaydı ırkçılık olurdu. Yine de söylemeliyim ki benim görüşüm ve duygularım bunlar.

Sosyal medyanın ve matbu medyanın cengâverleri, bazen Türkiye adını sevdiklerini söyleyenlere saldırıyorlar. Bunlardan biri de 'Mecbur muyuz sizin adınızı taşımaya, neden Kürdiye olmasın?' saldırısı. Cevabım: Osmanlı Devleti'ne Batılılarca Türkiye dendiği için bu ad yeni devletin adı oldu. Kürdiye adı, bütün Küçük Asya'yı kapsayacak bir ad değildir. İkinci yön Türkçülükte aşırıya gidenlerin saldırısı: 'Türkiye adını kullanmak, Türklüğü unutturuyor. Türk yurdu veya Türkili Cumhuriyeti olsaydı keşke.' Cevabım: Diğer etnik gruplar bunu haklı olarak reddederler. Belçika'ya Vallon veya Flaman ülkesi adı verilmesi gibi olur. Tekrar söyleyeyim ki ben ne anayasa yapıcıyım ne de ulus önderiyim. Yüreğimde olanları açıklıyorum. Yahya Kemal Beyatlı, "Ölüm yabancı bir âlemde bir geceyse bile/Tahayyülümde vatan kalsın eski haliyle" demişti. Ben de bunu yüreğimdeki levhaya yazdım.

Yahya Kemal şanslıydı. Vatanın güzellikleri, o öldüğünde henüz mukavemet ediyordu. Vatanın birliği de henüz sağlamdı. Benim tahayyülümde Boğaziçi tıraş edilmiş haliyle duruyor. O haliyle bile olsa. Yahya Kemal'in söylediği merhalede, yani son istirahatgâh denen yerde ve benim hayalimde öylece kalmasına razıyım. Ama Türkiye'nin birliğinin bozulması, benim için trajedi olur. Ölümden önce görmek istemediğim gibi ölümden sonra gelecek kuşaklar için de bunu istemem. 15 yaşımda iken Tokatlı ve 35-40 yaşlarında bir Alevi ile karşılaşmıştım. Bana, "Şimdi Sünnilik-Alevilik diye konuştuğuma bakmayın. Yarın seferberlik davulu çalsın, Sünnilerle birlikte al bayrağımız altına koşarım" demişti. Bu sözlerin söylendiği yer Ayasofya'nın içiydi, yıl 1953. Şahidim, birader Hüseyin Hatemi'dir. 62 yıl önce Alevilerin tümü 'Alili' idi. Ali'siz Alevilik, hiçbir kutsallığa zaten inanmayan günümüz terelellilerine 'Hi ne güzel' dedirtiyor. Oysa Ali'siz Aleviler arasında, 1953'te benimle konuşan Alevi'nin söylediği sözler işitilmiyor. Ali'siz Alevilik, şekeri yok edilmiş acı biberli vezirparmağıdır. Parmak dikilmiş ve tehditli sinyaller gönderiyor. Onlardan daha üst düzeyde tehdit edici olanlar da her etnisiteden bölücülerdir. Maalesef bazı Türk kavminden eşhas da, şaşılacak gariplikte sözler savurmaktadır. Her etnik gruptan Türkiye severlerin birleşmesi lazım. Particiliğe kendimizi kaptırdığımız 1912-13 yılında Çatalca'ya kadar hasım kuvvetlerin geldiğini, Edirne'nin elimizden gittiğini anlatanlar, hamaset gösterisi yapan komik tipler değildir. Kendimizi toplamazsak trajikomik oluruz.
BİZE ULAŞIN