Bercan Tutar: LE FİGARO’NUN “GÖZ KAMAŞTIRAN” ERDOĞAN HAYIFLANMASI

LE FİGARO’NUN “GÖZ KAMAŞTIRAN” ERDOĞAN HAYIFLANMASI
Giriş Tarihi: 29.9.2022 11:20 Son Güncelleme: 29.9.2022 11:20

Soğuk Savaş'tan sonra kendini "Yeni Roma" diye dünyaya dayatan ABD dahil bütün küresel güçler için "en büyük kader" her zaman "coğrafi determinizm" olmuştur. Bu dilemmayı aşamayan ve Avrasya coğrafyasında olan biten değişimi hafife alan Amerikan yönetimi şimdi son 500 yıldaki diğer büyük aktörlerin maruz kaldığı akıbeti yaşamanın paniği içinde.


Çünkü "geleceği inşa eden tarih" diyebileceğimiz farklı coğrafi kültürlerin çelik iradesi, Washington'un Imperium Americana rüyasını kâbusa çevirdi. Haliyle Yeni Roma olma sevdası da başka bahara kaldı. Fakat "can çıkmadan huy çıkmadığı" için bazı Amerikalı yönetici elit ve aydınlar hâlâ pes etmiş değil.


"Akıllı güç"(smart power) kavramsallaştırmasıyla tanınan Harvard Üniversitesi'nden siyaset bilimci Joseph S. Nye, "Tarihin Sonu"nu ilan eden Francis Fukuyama'nın bile Beyaz Saray için "reform layihaları" yazdığı bir dönemde, ABD'yi tahtından indirecek bir gücün hâlâ ortalıkta bulunmadığı kanısında.

2015 yılının Ocak ayında piyasaya çıkan Is The American Century Over (Amerikan Yüzyılı Bitti mi?) adlı kitabında bu üstenci bakışını koruyan Nye, Beyaz Saray'a uzun yıllar akıl vermenin de özgüveniyle "ABD yakın gelecekte askeri, ekonomik ve yumuşak gücüyle küresel hegemonya piramidinin zirvesinde kalmayı sürdürecek" iddiasında bulunuyordu.


Oysa 15 Temmuz 2016'daki işgal ve darbe girişimine Türkiye'nin verdiği destansı yanıt, Ukrayna krizinde Rusya'nın sergilediği performans ile Çin'in Tayvan krizinde ortaya koyduğu ekonomik, askeri ve diplomatik meydan okumalar Nye'nin frapan iddiasını kökten çürütmüş durumda.


The Atlantic'ten üç kritik itiraf


Haliyle neredeyse II. Dünya Savaşı'ndan bu yana gerçek bir askeri zafer kazanamayan ABD var karşımızda. The Atlantic dergisi daha 2015'lerde bu realiteyi kaçamak bir şekilde de olsa mercek altına almıştı. Yedi yıl önceki yazılarda bile yeni küresel hakikati kabul etmekte zorlanan Amerikalı analizcilerin ilki siyasi, ikincisi askeri ve sonuncusu da ekonomik olmak üzere üç önemli itirafa kapı aralaması dikkat çekiciydi.


İlk itiraf, Amerikan yönetiminin İslam dünyasına karşı 2001'de devreye soktuğu "terörle savaş" stratejisinin iflas ettiği ve bu yaklaşımın Türkiye ve Ortadoğu özelinde "siyasi bir hezimete" dönüştüğünün dile getirilmesiydi. Düşünün bu analistler bir yıl sonraki 15 Temmuz yenilgisini ve ondan sonra Türkiye'nin Suriye başta olmak üzere Libya, Doğu Akdeniz, Karabağ ve Balkanlar'da başlattığı bölgesel ve küresel dengeleri yeniden dizayn eden hamlelerini daha görmemişti.


Nitekim 21 Ağustos 2022 tarihli baskısında Fransız Le Figaro gazetesi Batı medyasının yıllardır "diktatör" diye saldırdığı Sayın Erdoğan'ın göz kamaştıran diplomasisine övgüler dizerek gerçeği kabullenmek zorunda kaldı. Gazete, Erdoğan'ın sergilediği üstün performans ve verdiği tarihi kararlarla Türkiye'yi nasıl da kısa sürede uluslararası politikada vazgeçilmez bir ülke konumuna getirdiğinin altını hayıfla çiziyor…


İkincisi, Rusya karşısında jeo-politik çöküş yaşayan ABD'nin aldığı askeri yenilginin son olarak Ukrayna'da da görüldüğü üzere bir kez daha tescillenmesi idi. Üçüncüsü de Washington'un ekonomideki tahtını Pekin'e kaptırdığının ilan edilmesiydi.


Bu anlamda Türkiye, Rusya ve Çin'e karşı siyasi, askeri ve ekonomik stratejileri birer birer çöken ABD'nin küresel darboğazı giderek derinleşiyor. Daha da derinleşecek. Zira eski başkanlarından Donald Trump bile 10 Ağustos'ta yayınladığı "A Nation in Decline" isimli videoda ABD'yi "gerilemeye başlayan ve çöküşe geçen bir ulus devlet" diye niteliyor.

AB kapısındaki emperyal rehine


ABD'nin bu kaçınılmaz sona maruz kalacağı belliydi. Sovyet Rusya'nın dağılmasıyla güç zehirlenmesi yaşayan ABD, Soğuk Savaş'tan (1947-1991) bu yana izlediği tepeden inme stratejik kurguyu tek küresel hakikat zannetmeye başladı. Ve kafasındaki her sanrıyı gerçeğe dönüştürmeye çalıştı.


Joseph Nye'nin küresel liderlik için yeterli gördüğü "fazla müttefik, gemi, silah, füze, para, patent ve film sahibi olmak" şeklindeki stratejik bakışla malul bu anlayışın küresel istikrar yerine nasıl bir kaosa ve hezimete yol açtığını gördük.


Taliban'ı sadece 7 bin kişilik bir "terörist grubu" olarak algılayan ve onun arkasındaki 40 milyonluk Peştun halkını; bu halkın sosyolojisini, tarih, coğrafi kültür ve kendine dair tasavvurunu ise pejmürde bir istatistiki veriye indirgeyip yok sayan ABD, Vietnam'dan daha beter bir yenilgi yaşadı. Benzer hatalar Irak, Suriye, Libya, Ukrayna ve Tayvan'da da yapıldı yine yapılacak.


Yeni Türkiye'ye yönelik planlamalarda da aynı "stratejik hastalık" ile hareket edildi. Sonuç hüsran oldu. Yeni Türkiye'yi Mısır, Suriye veya Ukrayna'ya dönüştürme veya Suriye ve Ukrayna krizleri üzerinden Türkiye'yi cendereye alma projeleri Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın dirayeti sayesinde akamete uğradı. ABD'nin bu stratejik zaafiyetinin Ukrayna'yı ne tür bir sefalete ve kaosa mahkûm ettiğini anlatmaya gerek yok. Avrupa Birliği'ne girme hazırlıkları yapan bir ülke olan Ukrayna, bugün ABD'nin çıkarları uğruna parçalanmakla kalmadı bir de kirli bir emperyal savaşın rehinesi haline getirildi.


"Ulusal devrimlerle işgal" stratejisi


Neden peki? Cevap, John Mackinder'in (1861–1947) Ocak 1904'te yayımladığı ünlü "Geographical Pivot of History" (Tarihin Coğrafi Kalbi) makalesinde yatıyor. Burada Mackinder, "Küresel egemenliğin denizlerden değil Avrasya'yı kontrolden geçtiğini" söyler. İngiliz jeo-politikçiden etkilenen Woodrow Wilson (1856-1924) daha 1917 yılında, ABD Kongresi'nde yaptığı konuşmada "Güçler dengesi politikası öyle uygulanmalı ki, bundan sonra hiçbir güç bizimle rekabet edecek seviyeye ulaşmamalıdır" demişti. Ve ABD bu stratejiyi 20'nci yüzyılda başarıyla uyguladı.


"Soğuk Savaş mühendisi" olarak anılan Amerikalı diplomat George Kennan (1904-2005), SSCB'yi kuşatma stratejisini 1947'den sonra devreye soktu. Rusya ve Çin'i çevreleyen ülkelerde rejim değişikliği ve üs açmayı hedefleyen bu stratejiye göre ABD, belli bir coğrafyaya hapsettiği "ulusal devrimlerle" Asya ülkelerinin yükselişini engelledi.


Örneğin 1917 Bolşevik İhtilali'yle Rusya'yı "tek ülkede sosyalizme" mahkûm etti. 1949'da Kültürel Devrim'i yapan Çin'i de Rusya'ya karşı konumlandırdı. Rusya tehdidi ile bir yandan Avrupa'yı kontrol etti. Diğer yandan da Rusya ile Çin ve Japonya arasında üçlü bir rekabet ve şiddet sarmalı inşa ederek Asya'yı kendi içinde böldü. Soğuk Savaş döneminde çevrede yer alan İslam dünyasını ise 1979'daki İran Devrimi ve Afganistan işgaliyle yanına çekerek komünist Rusya ve Çin'e karşı seferber etti. Bu tarih diliminde (1947-1991) Türkiye'nin siyasi rejimi de Rusya ve Avrasya'ya yönelik politikalara göre dizayn edildi.


'Büyük emperyal uzlaşı"nın sonu


Bugün Türkiye ve İslam dünyasında olup bitenlerin özünde, yine ABD'nin Avrasya stratejisine dair hedefler bulunduğunu unutmayalım. SSCB'nin yıkılmasından sonra Avrasya'ya hâkim olma stratejisini ileri bir aşamaya taşıyan ABD'nin en büyük hatası, "terörle savaş" bahanesiyle İslam dünyasını hedef seçmesi ve "büyük uzlaşıyı" bozması oldu. Nitekim 1942 yılında Franklin Roosevelt'in (1882-1945) "Bundan sonra gerçek kararlar ABD, İngiltere, Rusya ve Çin'den oluşan dörtlü tarafından alınmalıdır" açıklamasıyla hayata geçen "büyük emperyalist uzlaşı"yı ilk bozan aktör, 2001'den sonra Irak ve Afganistan'a giren ABD'nin kendisi oldu. Ortadoğu ve Avrasya'da umduğunu bulamayan ABD, yaşadığı şoklardan kurtulmak için hedef seçtiği Türkiye, Rusya ve Çin'e karşı eş zamanlı senaryolarını derhal '"temize çekti."


30 Mayıs 2013'teki Gezi olaylarına ve 3 Temmuz 2013'te yapılan Mısır'daki darbeye destek verilerek Türkiye'ye yönelik kirli planlar devreye sokulurken Kasım 2013'te de eşgüdüm halinde Rusya'ya yönelik Ukrayna krizinin düğmesine basıldı.


Dugina suikastı ve Atlantik'e karşı yeni blok


Ukrayna projesiyle ABD, Rus jeo-politikçi Alexander Dugin'in "The Forth Political Theory" (Dördüncü Politik Teori)de liberalizm, komünizm ve faşizme karşı "yeni blok" diye nitelediği Berlin, Tokyo, Moskova ve Tahran'dan oluşan "Avrasyacı ekseni" parçalamaya çalıştı.


Türkiye ve Çin'in yer almadığı bu eksenden ilk kopanlar Almanya ve Japonya oldu. Alexander Dugin'in teorisini revize eden Rusya lideri Vladimir Putin, Pekin ve Ankara ile imzaladığı stratejik enerji anlaşmalarıyla Çin ve Türkiye'yi, Almanya ve Japonya'nın yerine "Avrasya ekseni"ne dâhil etmeyi başardı.


Dugin demişken 20 Ağustos akşamı arabasına konulan bomba ile Moskova'da öldürülen Dugin'in 30 yaşındaki kızı Darya Dugina'yı anmamak olmaz. Rus ve Türk dostluğunu savunan Dugina'ya yönelik elim suikast unutmayalım ki bir anlamda son yıllarda giderek stratejik özellik kazanan Ankara-Moskova arasındaki ilişkilere ve bu ilişkileri savunan bağımsız isimlere de yönelik bir saldırıdır.

Öldürülmeden bir gün önce 19 Ağustos'ta Rusya Savunma Bakanlığı kanalında FETÖ uyarısı yapan Darya Dugina, ''Bozkurtlar, milliyetçi bir hareket. Kırım'da öyle bir sabotajcı grup yok. Ama Ukrayna'da ABD kontrolündeki Fetullahçılar var. Gülen'in kitapları Ukraynalı askerlerden çıktı'' demişti.


Bu uyarı bize ABD'nin Ukrayna krizindeki en büyük hedeflerinden birinin de Türkiye ve Rusya arasında son yıllarda ivme kazanan işbirliğini Suriye ve Ukrayna krizleri yoluyla baltalayarak iki ülkeyi karşı karşıya getirmek olduğunu hatırlatıyor yeniden.


Ukrayna'da bile oyun kuran Türkiye gerçeği


ABD için hem Ukrayna hem de Ukrayna'daki Türkiye gerçeği bu nedenle oldukça kritik bir öneme sahip. Zira Polonya yanında Ukrayna kökeni de bulunan Amerikalı ünlü stratejist Zbigniew Brzezinski, Büyük Satranç Tahtası'nda (1997) "Ukrayna, ABD'nin Avrasya'ya nüfuzu için kullandığı satranç piyonlarından biridir. Ukrayna olmazsa Rusya bir Avrupa imparatorluğuna dönüşür" tespitinde bulunur.


ABD'nin çıkarları, bugün Ukrayna'yı ABD, AB, NATO ve IMF'ye muhtaç, başarısız, bölünmüş ve emperyal güçler için Rusya ile savaşa sürüklenmiş bir ülkeye dönüştürdü. Tıpkı Ukrayna gibi "Avrasya'nın kilidi" olarak nitelenen Türkiye de dışarıdan organize edilen jeo-politik senaryolarla karşı karşıya kaldı. ABD 2011'den sonra Libya, Mısır, Yemen, Suriye ve Irak'taki iç savaşları derinleştirerek Anadolu'daki "Sessiz Devrim"den ilham alan Arap Baharı'na kaotik darbeler indirdi.


2013'te Mısır'daki cuntayı destekleyerek Yemen ve Libya'da çatışmaları körükledi. Böylece küresel çıkarlarına hizmet etmeyen Yeni Türkiye'nin bölge ülkeleriyle bütünleşmesini engellemeye çalıştı. Ancak Gezi ve paralel darbe ile sümen altından çıkarılan kirli projeler tutmadı.


İki küresel kapan


Ardından Türkiye, Rusya ve İran'a karşı "bir taşla üç kuş" vurmayı hedefleyen Suriye krizi devreye sokuldu. Suriye krizi ile ABD'nin asıl niyetinin Ortadoğu'daki Kürt-Türk ittifakını baltalamak olduğunu unutmamak lazım. Bugün Pentagon'un Türkiye-Suriye sınırında devreye soktuğu "terör koridoru" ve Almanya üzerinden Erbil'e uyguladığı jeo-politik markaj bu siyasetin en açık stratejileridir.


Fakat birer "küresel kapan" olarak tasarlanan Ukrayna ve Suriye krizleri'nin bu saatten sonra başarıya ulaşması zor görünüyor. Çünkü Türkiye'nin Rusya ve İran ile başlattığı Astana süreci ABD'nin bu kirli senaryosunu akamete uğrattı. Özellikle 15 Temmuz 2016'daki darbe ve işgal girişiminden sonra Türkiye'nin Suriye'ye yönelik başlattığı askeri harekâtlar ABD'nin ülkemizi hedef alan Suriye merkezli bütün kirli stratejilerine ağır darbeler indirdi.

15 Temmuz'dan sonra konsept değiştiren Türkiye emperyalist saldırılara karşı savunmadan çıkıp bölgesel ve küresel düzeyde taarruza başladı. Öyle ki bırakın Suriye, Libya ve Kafkasya'da boy göstermeyi Türkiye bugün Ukrayna da bile emperyalist planları bozup oyun kuran küresel bir aktöre dönüşmüş halde.


Zaten Le Figaro'nun Sayın Erdoğan'a yönelik göz kamaştıran hayıflanmasının nedeni de bu…

BİZE ULAŞIN