Soğuk Savaş'ın 1980'li yılları Atlantik blokuna liderlik eden ABD ve İngiltere gibi emperyal aktörlerin devrimler, darbeler, örgütler, partiler ve cemaatler yoluyla dünyaya düzen verdiği; işgal ve savaş senaryolarını devreye soktuğu yıllardı. Terör örgütü PKK ile darbeci ihanet şebekesi "The Cemaat"in Türkiye'de hızla yükselişe geçtiği süreçlerdi. Atlantik'in CIA ve NATO'daki Gladyo türü yapılar yoluyla devreye soktuğu bu büyük strateji hedef seçilen ülkelerde bir yere kadar başarıya da ulaştı.
SSCB'nin çökmesinin ardından ise ABD'nin İslam dünyasında palazlandırdığı ve kontrol ettiği sosyalist gruplar, yerini yine Batı'nın desteklediği radikal sağcılara terk etti. Sadece PKK'nın, Türkiye'nin özel şartları ile İran İslam Devrimi'nin yol açtığı özel bölgesel şartlar nedeniyle "sosyalist kimliğini" korumasına izin verildi. Bu anlamda Fas'tan Basra Körfezi ve oradan Malezya'ya kadar uzanan İslam dünyasında hiçbir şeyin tesadüf eseri olmadığını ve olamayacağını görüyoruz.
Şimdi gelelim sorunlu kafalara... Onlara göre "Müslüman ülkeler şu an Batı'nın din ve mezhep savaşlarının yaşandığı Hristiyan Ortaçağı'nın girdabındaymış. Bunun nedeni de İslam ve Ortadoğu'nun geri kalmış tarih ile kültürüymüş..." Bu Oryantalist ve yeni kolonyalist düşünce tarzı ırkçılığın da ötesinde şeyler ima ediyor. Bu faşist Haçlı zihniyeti ve onun yerli beslemeleri İslam dünyasındaki neredeyse bütün ülkelerin hâlâ Batı'nın sömürgesi olduğundan nedense bahsetmezler. İşte bu Oryantalist bakış soykırımcı Avrupa sömürgeciliğini, "Beyaz Adam"ın uygarlaştırma misyonu çerçevesinde temize çeken kafanın tamamen aynısıdır.
Bu kafalar Boko Haram, EşŞebab, El Kaide ve DEAŞ'ı bahane edip işgalci politikaları, Müslüman ve mülteci karşıtı yobazlıkları savunmakta da bir beis görmez. Bu yüzden gerçekleri gören ve söyleyen Cassandra'lardan nefret ederler. Malumunuz üzere Cassandra, Yunan mitolojisinde olacakları bilmesiyle ünlüydü. Fakat yine de kimse onun uyarılarına kulak asmazdı.
Tıpkı Pakistanlı ünlü siyaset bilimci İkbal Ahmed gibi. 1998'de ABD'nin Afganistan politikasının bir gün bumerang gibi geri dönüp Batılı ülkeleri vuracağını söylemişti. İkbal Ahmed'in yıllar öncesinden dile getirdiği gibi "İnsanlara zarar verme anlamında en kötü terör devlet terörüdür…" Nitekim biraz vicdan sahibi bütün uzmanlar da Batılı devlet terörünün İslam dünyasında yol açtığı ölümlerin grup veya bireysel terör eylemlerinin yol açtığı yıkımdan yüz bin kat daha fazla ve derin olduğunun altını çiziyor.
Rakip emperyalistlerin savaşı
Bu bağlamda Ukrayna savaşı üzerinden Rusya ve ABD arasında alevlenen kriz, bir bakıma İkbal Ahmed'in öngördüğü gibi Batılı devlet terörünün bu kez Batı'nın kendisini vurmaya başladığını gösteriyor. Haliyle uluslararası sistemde hegemonik istikrarın bozulduğu ve dominant aktörlerin mevzi değiştirdiği bir süreçten geçiyoruz. Bir nevi büyük güçlerin yükseliş ve düşüşünü izliyoruz.
İtalyan düşünür, siyasetçi ve sosyalist kuramcı Antonio Gramsci'nin ifadesiyle söylersek, egemenlerin "maddi güçler, ideolojik kurumlar ve aktörler" ile inşa ettiği "tarihsel blok" (blocco storico) sona eriyor. Şu anki manzara, Pax Britanica'dan sonra başlayan "rakip emperyalistler arası savaşlar" döneminin (1873-1945) dejavu'su gibi.
İçinde I. ve II. Dünya Savaşı'nın yer aldığı bu kanlı paylaşım kesiti, ABD'nin zaferiyle sonuçlanmıştı. Ancak ticari, siyasi, askeri, kültürel ve teknolojik tekel oluşturan Pax-Americana'nın (1945-2008) saltanatı sadece 63 yıl sürebildi. Rusya'nın 2008'de Gürcistan Savaşı'ndaki çıkışı ile başlayan ve yine aynı yıl patlayan küresel mali kriz ile devam eden jeo-ekonomi/politik sarsıntıdan bu yana ise Post-Amerikan dilimindeyiz. Tıpkı 1873 ila 1945 arasındaki gibi dünya, büyük paylaşım savaşlarına hazırlık, ittifak mücadeleleri ve bölgesel güçlerin rekabetine sahne oluyor.
ABD'nin en önemli Rusya uzmanlarından tarih profesörü Stephen Cohen, bu süreçten oldukça kaygılı: "1960'lardan beri bu konuda çalışıyorum. Hayatımda ilk kez Rusya ile bir savaş ihtimalini gerçekçi görüyorum…" Cohen'in bu ihtimali Ukrayna krizinden yıllar önce dile getirdiğinin altını çizmek lazım. Haksız da sayılmaz!
Özellikle enerji savaşlarının yaşandığı İslam coğrafyasında haritalar yeniden çizilirken neredeyse her aktör emperyal kaos projelerinden dolayı siyasi ve askeri seferberlik halinde. Küresel sistemin merkezi Batı'da ise sadece siyasi ve ekonomik değil düşünsel tıkanma da had safhada. Aklı başındaki Batılı aydınlar yaklaşan siyasi depremin bilincinde. Hemen herkes "la Belle Epoque" denilen ve piyasa uygarlığı olarak evrenselleştirilmeye çalışılan "kapitalizmin altın çağı"na (1945-65) ağıtlar yakıyor.
En büyük patırtıyı ise Doğu'dan alınan haraçlarla semirilen Batılı halklar koparıyor. Sosyo-ekonomik güçleri azaldıkça "ulusal egoizm"in pençesine düşen her Batılı vatandaş teselliyi ırkçılık ve İslam düşmanlığında aramaya başladı.
"Piyasa uygarlığı"nın son çırpınışları
Batı dünyası ekonomik üstünlüğü Çin'e kaptırmanın şoku içinde. Özellikle de ABD devleti... Nitekim ABD eski başkanlarından Barack Obama'ya ekonomi danışmanlığı da yapan Bill Clinton döneminin hazine bakanı ve Harvard ekonomi profesörlerin profesörlerinden Lawrence Summers, "Geçen ay (Mart 2014) tarihe, ABD'nin küresel ekonomik sistemdeki etkisinin sona erdiği kırılma noktası olarak geçecek. Artık küresel ekonominin mimarisi değişiyor" diyerek Çin'in ABD'yi solladığını itiraf eden Amerikan yönetimindeki ilk isimlerdendi. 2015 ila 2017 arasında ABD savunma bakanlığı koltuğunda oturan Ashton Carter da, göreve başlar başlamaz "Zaman aleyhimize işliyor. Trans-Pasifik Anlaşması geciktikçe küresel nüfuzumuz aşınacak" diye yakınmıştı.
Deyim yerindeyse İngiltere eski başbakanlarından Margaret Thatcher'ın 1980'lerde dönemin ABD başkanlarından Ronald Reagan ile "Başka alternatif yok!" diyerek temelini attığı neo-liberal yapı, bugün enkaz halinde. Avrupa ve ABD'nin hegemonya kaldıracı olan bu anlayışın inşa ettiği "piyasa uygarlığı" (market civilisation) her tarafından can çekişiyor. Bu açıdan ABD'nin 11 Eylül 2001 saldırılarını bahane ederek başladığı liberal restorasyon stratejisi fiyaskoyla sonuçlanmış durumda.
Bu anlamda Ukrayna kriziyle birlikte "ekonomik savaş" adı altında başvurulan hamle aslında piyasa uygarlığının mimarı konumundaki ABD'nin son çırpınışlarına işaret ediyor. Irak ve Afganistan'daki askeri ve siyasi hezimetlerden sonra Rusya'ya karşı devreye sokulan bu ekonomik savaş şimdiden bir bumerang gibi ABD'yi vurmaya başladı. Zira ABD'nin başvurduğu yaptırımlar doların küresel hegemonyasını (dolarizasyonu) derinden sarsacak. Yaptırımlara karşı çıkan Çin, Hindistan, İran, Suudi Arabistan, BAE ve Türkiye gibi aktörler Rusya ile ticaretlerini doları "by-pass" ederek yapmayı tartışıyor.
"Amerikan rüyası"nın sonu
ABD'nin talan ve yağmaya dayalı ekonomik savaş dışında yapabildiği tek şey, emperyal-ırkçı söylemin klişeleriyle "Batılı sisteme biat etmeyen" ülke liderlerini ağza alınmayacak ifadelerle şeytanlaştırmak. Şu sıralar Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile uğraşan Batı dünyası diğer liderlere saldırıları askıya almış halde. Düşünün ABD Başkanı Joe Biden, CIA'nın suikast listesindeki Venezuela lideri Nikolas Maduro'ya bile zeytin dalı uzatmak zorunda kaldı.
Ne kadar gizleseler de son on yıldır kimi Amerikalı tarihçi, akademisyen ve analizciler "imaj faaliyeti" yaparken bile ülkelerinin çöküşünü de dile getirmekten çekinmiyorlar. Peş peşe yazılan rapor, risale, layiha ve kitaplar bu hegemonik erozyonun birer belgesi niteliğinde bir bakıma. Örneğin neo-con'lardan Robert Kagan, The Return of History and The End of Dreams'de (Tarihin Dönüşü ve Rüyaların Sonu) geçici duraklamayı teslim ediyor. Yeni Sağ'dan Fareed Zakaria, The Post-American World (ABD Sonrası Dünya) kitabında gücünü yitiren Washington'a yeni uyum stratejilerini öneriyor. Trans-Atlantic Tensions: The United States, Europe, and Problem Countries (Trans-Atlantik Gerilimler: ABD, AB ve Sorunlu Ülkeler) yazarı liberal Richard N. Haass, ABD'nin Atlantik İttifakı'nı bir arada tutamayacağından kaygılı.
Stratejist Parag Khanna ise The Second World: Empires and Influence in the New Global Order (İkinci Dünya: İmparatorluklar ve Yeni Küresel Düzende Nüfuz) ve The Future is Asian: Commerce, Conflict and Culture in the 21st Century (Gelecek Asya'nın: 21'inci Yüzyılda Ticaret, Çatışma ve Kültür) isimli kitaplarında, ABD'nin Çin dışında Türkiye, Rusya ve Hindistan gibi jeo-politk çekim merkezleriyle de hâkimiyetini bölüşmek zorunda kalacağına işaret ediyor. Boşuna, "Doruktan sonra gidilecek tek yön vardır o da aşağıdır" dememişler.
Bugün ABD'nin gerilemesini durdurmak için "reform layihaları ve çözüm reçeteleri" yazan Francis Fukuyama bile Siyasi Düzen ve Siyasi Çürüme isimli "ıslahat raporu" niteliğindeki kitabında bozulan Amerikan siyasi yapısını ve çözüm yollarını anlatıyor. Sosyalizmden sonra "Kapitalizm de ölüyor!" diyen Fukuyama'nın en ilginç tespiti, demokrasi açığından "sorumsuz Batılı aydınları" sorumlu tutması ve sistemin "sözde demokratik bir otoriteye dayanmasını" eleştirmesi. Bir zamanlar burnundan kıl aldırmayan "derin ABD"nin bir numaralı ismi Henry Kissinger ise çıkış yolu olarak ABD-Çin arasında bir geçici uzlaşma (modus vivendi) öneriyor.
Atlantik karşıtı kuşağın yükselişi
Bu itirafların söylediği şey, tarihin kırılmalardan çok süreklilikten oluştuğu gerçeği. Şu anda başat güç (dominant power) ABD ile ona meydan okuyan (challenger) Rusya arasındaki rekabet kızışıyor. Fakat kapışan aktörlerin mücadelesinden çoğu zaman üçüncü bir güç zaferle çıkar. Nitekim 1800'lerin sonunda başlayıp 1945'te sona eren Avrupalı güçler arasındaki yarışta ipi ABD göğüslemişti.
Ukrayna kriziyle alevlenen Rusya ve Atlantik arasındaki çekişmeden de Çin ve Türkiye gibi aktörlerin daha fazla avantaj sağlayacağı görülüyor. 21. yüzyılın kaderine de bu nedenle Türkiye liderliğindeki İslam coğrafyası ile Çin ve Rusya liderliğindeki Asya-Pasifik ekseni yön verecek.
Brezilya'dan Peru'ya; Orta Asya'dan Pakistan, İran ve Basra Körfezi'ne; Uzakdoğu'dan Nijerya'ya; Doğu Akdeniz'den Kuzey Afrika'ya; Hazar'dan Aden Körfezi'ne uzanan her hatta Çin ve Rusya yanında Türkiye'nin de öncülük ettiği "Atlantik karşıtı kuşak" her geçen gün daha fazla öne çıkmaya başladı. Belki de tarihte ilk kez çok kutuplu ve çok kültürlü bir küresel mücadeleyi görüyoruz. Ve öyle anlaşılıyor ki bu saatten sonra Atlantik'in yükselen yeni güç merkezleriyle başa çıkması imkânsız.
Ukrayna krizinin tetiklediği emperyalistler arası savaş daha da kızışacak. Haliyle bu kapışmanın derinleşmesi II. Dünya Savaşı ve Soğuk Savaş sonrası inşa edilen büyük güçlerin tarihsel blokuna ve uzlaşısına dayalı "blocco storico'" döneminin de sonunu getirecektir. Çünkü cin şişeden, ok da yaydan çıktı bir kere…