12 Ekim 1492… İspanya Kralı Ferdinand'a zenginliğin anahtarlarını sunmak için aylar süren yolculuk sonrası Haiti'ye ayak basan Kristof Kolomb, defterine şunları karaladı: "Son derece sade, dürüst ve aşırı derece eli açık insanlar. Herhangi birinden sahip olduğu herhangi bir şey istenince hemen veriyor. Başkalarına olan sevgileri, kendi özlerine olandan çok daha fazla." Yakın arkadaşı papaz Bartolome de Las Casas ise bir süre sonra o güzel insanların katledilişini şöyle anlatacaktı: "Katliam ve kan dökme! Köylere giriyor, çoluk-çocuk, yaşlı, hamile veya lohusa demeden, ağıllarına sığınmış kuzulara saldırır gibi karınlarını deşiyor, parçalara ayırıyorlardı".
479 yıl sonra adı artık Latin Amerika olarak anılan yeryüzündeki cennetin kaderini tarif eden Uruguaylı Eduardo Galeano, asırlar geçse de ABD başta olmak üzere Avrupa'nın emperyalist amaçlarının, bölgedeki entrika ve darbelerinin yol açtığı katliamları kaleme aldı. Beş asır önce yerüstü zenginlikleri için istilaya uğrayan Latin Amerika, artık yeraltı hazineleri nedeniyle ölüm kalım savaşı veriyor. Amerika'nın arka bahçesi olarak hiçbir dönemde talihi gülmeyen yüz milyonlarca insan, ömrünü iç savaş, uyuşturucu ve karşı koyamadıkları cuntaların elinde kaybediyor. Latin Amerika'nın kesik damarlarını yeniden birleştirerek gerçek sahiplerine sunabileceği günlerin hayali, hangi nesle yetişecek bilinmez… Ama tarih deri kaplı defterlerde kalan geçmiş gibi bunu da kaydedecek.
İnsanlık tarihini yazan kalemler, her dilde milyonlarca kitaplık geniş bir hazineyi günümüze kadar taşıdı. Siyasi ve sosyal değişimlerin tarihini yazan kitaplardan kalanların büyük bir kısmı, gösterilmek istenenleri anlatan kelimelerle doluydu. Gelişmişliğin hikâyesinde çağların açılıp kapandığı, imparatorlukların gömülüp gittiği dönemleri belirleyen en temel düstur kimi dönemlerde histerik anlamlarla desteklenen güç ve serveti elde etmek için yapılan yıkımlardı. Ne yazık ki tarih bu yıkımların arasında kaybolan çığlıkları duymakta her zaman istekli olmamış, hatta sesi bastırmak için egemenlerin lisanı dışındaki pek çok şeye kulaklarını tıkamıştı.
Binlerce yıl önce Mısırlı bir genç olmak ne yüceydi değil mi? Bin yıl önce İsfahan medresesinde bir öğrenci… 500 yıl önce Portekiz gemilerinde okyanuslar ötesine açılan bir kaptan… Güçlülerin tarihinde mazlum olmak bir suçtur oysa. Alınlarına kara yazılar yazdıkları o çaresizler arasında yer almak, doğuştan kaybetmişliğin diğer adıdır.
Darbelerin ve sömürünün tarihi
Emperyalizmin alnına kara yazdığı coğrafyalardan biridir Latin Amerika… Sömürülmenin ve darbelerin tarihidir. Avrupa'nın gözü dönmüşlerinin kralların parasıyla yağmalamak için yarıştığı, talihsiz bir cennet... İspanya Kralı'nın parasıyla yelken açan Kristof Kolomb, Karayip Adaları'ndan Oronico'ya geçtiğinde gözlerini kamaştıran güzellik karşısında "Yeryüzündeki cennet burası olmalı" demişti. Günümüzde isimleri araba markasına, outdoor ürünlere verilen yerli halkların elindeki cennete el koymak için Afrika'dan, Avrupa'dan başka başka ırklardan gemilerle insanları getirdi. Canları pahasına çalıştırılan köleler, yüzyıllar boyunca dünyanın deniz aşırı sömürgecilerinin isteklerini ağır bedellerle ödedi. Yerli halkla bütünleşen melez ırklarla larla Latin Amerika denilen yeni dünyanın doğuştan mahkûmları, İspanya'yı işgal eden başka bir Avrupalı Napolyon Bonapart sayesinde başlarındaki engizisyondan kurtuldu.
Özgür olmak için adım atmaya karar veren Latin Amerika halkları 1815-1830 yılları arasında tek tek bağımsızlıklarını ilan etti. Bu süreçte ilk olarak 1816 yılında Venezüella ve Arjantin, 1818'de Şili, 1821'de Panama ve Peru, 1822'de Brezilya ve 1828'de Uruguay bağımsızlıklarına kavuştu.
20'nci yüzyılın ilk çeyreğine kadar Avrupa ve İslam dünyasında etkin bir varlık gösteremeyen ABD, tüm emperyalist enerjisini kendi kıtasındaki halklar üzerinde yoğunlaştırdı. Reagan, Bush, Clinton, Obama gibi ailemizin davetsiz ve sevilmeyen fertleri kadar yakın bildiğimiz isimler, 19'uncu yüzyılda Meksika, Peru, Venezüella, Brezilya'daki Güney Amerikalı çocukların kâbuslarına giriyordu. Monroe diye bir adam, ekonomik ve siyasi baskılarla coğrafyanın kaderini tayin edecek yeni bir engizisyonu başlattı. Bugün Amerikalı kovboyların toprağı olarak görülen Teksas ve ihracat cenneti Kaliforniya, Meksika'dan adeta gasp edildi.
1917'deki Sovyet ihtilaliyle birlikte komünizm bahanesiyle sürdürülen baskı politikaları, kronolojik sayısı belirlenemeyecek kadar çok darbe, karışıklık ve toplu ölümün yaşanmasıyla sonuçlandı.
Uğruna ömürler sönen muz cumhuriyetleri
Neler yaşanmadı ki bu bir ömürlük kısa dönemde… Bugün dillere pelesenk olan "Muz Cumhuriyeti" kavramı Latin Amerika'da açlık ve ölümlerle sona eren muz savaşlarından yadigâr kaldı. ABD Başkanı Roosevelt'in 21'inci yüzyıla miras bıraktığı "Yumuşak konuş ama elinde kalın bir sopa olsun" sözü milyonlarca insana yakından hissettirildi.
Böylesine yüzyıllar boyu devam eden dram, kendisinden uzaklardaki zihinlerde öyle farklı anlatıldı ki… Latin Amerika deyince akıllarda kalanlar futbol, festival, uyuşturucu, mafya savaşları, güzellik yarışmaları ve salsa danslarıydı… Komik şapkalı adamların çöl sıcağındaki yaşamlarının ardında, yerin altındaki hazinenin bedelini ödeyen mazlumların çaresizliği yatıyordu. Oysa aynı mazlumların kaderi Şili'de Pablo Neruda'yı, Meksika'da Octavio Paz'ı, Kolombiya'da Gabriel Garcia Marquez'i, Arjantin'de Jorge Luis Borges'i, Brezilya'da Jorge Amado'yu, Peru'da Mario Vargas Llosa'yı hatta İspanyol olmasına rağmen 500 yıl önce Şilili yerlilerin soylu direnişini destanlaştıran Alonso de Ercilay Zuniga'yı çıkarmıştı bu topraklarda.
Dünyanın en büyük petrol rezervlerine sahip Venezüella'nın fakirlik ve enflasyonla dize getirilişi, her şeye rağmen büyük oyunlara direnen halkın güzellik yarışmalarındaki bir seremoniden öteye gitmeyen hikâyeleriyle boğuluyordu.
Brezilya'nın teneke mahallelerinde fakirlik içinde ölüm korkusundan kurtulmaya çalışan gençlerin bir avuç para için meşin yuvarlak peşinde döktükleri ter, başka ülkelerdeki endüstrilerin milyon dolarlık sermayelerini besliyordu. Futboldan başka çıkar yol bulamayan teneke mahallelerin çocukları on binlerce kilometre uzaktaki tribünlerin heyecan ve bahisleri eşliğinde yeryüzündeki cennetin peşinde koşuyordu. Tabiatın hediye ettiği cenneti beş asırdan beri cehenneme çeviren büyük oyunların ıstırabından kurtulmanın alternatifsiz yollarından en masumuydu futbol…
İdam korkusu değil yaşama özlemi
Bir umut olarak sığındıkları dünyanın diğer kutbundaki büyük güçlerin desteği, cuntacılık çatışmaları içinde sokaklarda kısa bir ömür olarak ödetiliyordu. Ölmekten ve ezilmekten bıkmadan kendilerine has ritimleri ve eğlenceli hayatları içinde kaderlerine inat yaşamaya devam eden milyonların özlemini Gabriel Garcia Marquez, "Ölümü umursadığı yoktu ama yaşam çok şey demekti. O yüzden de idam hükmü verildiği andaki duygusu korku değil, özlem oldu" sözleriyle dile getiriyordu.
Dünyanın tek bir patron elliyle yönetilmeye çalışıldığı son çeyrek yüzyılda uyuşturucu, fuhuş, silah ticareti yeni zulümlerin etiketiydi artık. 48 yıl önce Latin Amerika'nın Kesik Damarları'nı yazan Eduardo Galeano, "Kuzeydoğu'da ilerleme bile ilerici değildir çünkü bir avuç toprak sahibinin denetimindedir. Mutlu azınlığın doyması için yığınların açlıktan ölmesi gerekir" diyordu. Yarım asır önce yazılan bu sözler belki yarım asır sonrasını da anlatmaya yetecek.
Latin Amerika'nın damarlarındaki kanı emenlerin gemilerle Orta Asya'dan getirdikleri marihuana, Amerika kıtasının en ölümcül silahlarından biri artık. Meksika'da, Kolombiya'da beş yılda ülkeler arası savaşlardan daha fazla insan canını kartel savaşlarında kaybetti. Artık Latin Amerika, istatistiklerin en acımasızca ama önemsizce kayıtlara geçirildiği yerin adı… Bu trajedinin en büyük müsebbibi, aynı zamanda kurtuluşun adresi olarak gördükleri geniş bulvarlı "özgür yaşam" ülkesi ise çektiği duvarla onları daha da cehennemin içine itiyor.
Şimdi Venezüella yeni bir yol ayrımının eşiğinde. belki yeni maceranın oyuncuları yeni isimler olacak, belki yeni bir kahramanlık hikâyesi daha yazılacak.
17 yıl sonra yeniden
Burası Latin Amerika; tarihin en sık tekerrür ettiği yerlerin başında geliyor. Daha bir nesil bile geçmeden darbeler, iç karışıklıklar tekrarlanabiliyor. Milenyumun ilk yıllarında (2002) iradeye haciz koyarcasına sipariş edilen bir darbeyle devrilmek istenen Hugo Chavez, kitlelerin desteği sonucu büyük gücün karşısında durabildi. 17 yıl sonra aynı kaderle bu defa yerine gelen Nicolas Maduro yüzleşiyor. Enflasyon ve ekonomik ambargoyla köşeye sıkıştırılan Venezüella, dışarıdan tanınan yeni bir isimle tayin edilen düzenin parçası olmaya zorlanıyor. Adını, döneminin ticaret zengini ve suların şehri Venedik'ten alan Venezüella'nın idealist generali Francis de Miranda, iki asır önce Osmanlı Devleti'nin farklı milletleri bir arada tutan tecrübelerini kendi coğrafyasında uygulayabilmek için İstanbul'a kadar gelmişti. Amacı Latin Amerika'yı bir üst kimlik altında tek vücuda dönüştürmekti. Onun izinden giden Simon Bolivar, Venezüella'yı bağımsızlığına kavuşturan isim oldu. Mücadelesi Che Guevera'ya ilham kaynağı olan Bolivar, libertador (kurtarıcı) unvanıyla gönüllerde yer etmişti. Tarihin aklayan sayfalarında belki kusurları da vardı zira kan haklı olarak dökülse bile hiçbir el tamamen masum kalamaz değil mi? Şimdi Venezüella yeni bir yol ayrımının eşiğinde. Belki yeni maceranın oyuncuları yeni isimler olacak, belki yeni bir kahramanlık hikâyesi daha yazılacak. Ancak tarihin acı, çaresiz ve umutsuz insanlarının ülkesinde tarih hep tekerrür etmeye devam edecek.
"Zaman taşları olmayan bir satranç oynamakta avluda. Bir dal hışırtısı Geceyi yırtmakta. Dışarıda, bozkır Fersah fersah savurmakta tozları ve düşleri. Her ikimiz de birer gölgeyiz, buyurduklarını kopyalayan öteki gölgelerin: Heraklitus ile Gautama."
Jorge Luis Borges