Beytullah Çakır: Trump'ın arkasındaki siyonist hristiyanlar-2 Kayıp kanilenin peşindeki evanjelistler

Trumpın arkasındaki siyonist hristiyanlar-2  Kayıp kanilenin peşindeki evanjelistler
Giriş Tarihi: 20.10.2018 10:45 Son Güncelleme: 20.10.2018 10:46
Evanjelistlerin çıkmaya çalıştığı Armagedon Savaşı'nın koşullarından biri hristiyan inancında kayıp olan 13'üncü kabilenin bulunması.

Geçtiğimiz ay "Trump'ın Arkasındaki Hıristiyan Siyonistler" başlığıyla yayımlanan yazımızda, merkez üssü ABD olan Evanjelist yapılanmanın Siyonist Yahudilerle kurduğu "şer ittifakının" teorik/teolojik arka planını masaya yatırmış, bu ittifakın Tanrı tarafından belirlendiğine inandığı geleceği inşa etmek ve kıyamet senaryolarını hızlandırmak adına dünya siyasetinde ne gibi kaotik girişimlerde bulunduğunu genel hatlarıyla izah etmeye çalıştık. Kamuoyunda "Rahip Brunson davasıyla" yeniden gündeme gelen ve Türkiye-ABD arasındaki ilişkilerde deyim yerindeyse fişin çekilmesine neden olan hadisenin, oldukça çetrefilli ve çok yönlü bir muhtevaya sahip olduğu muhakkak. Bundan ötürü bu yazımızı da mezkûr konunun can damarlarından birini oluşturan evanjelist itikadında misyonerlik faaliyetlerine ayırmanın, hem konu üzerindeki sis perdesini aralamak hem de Rahip Brunson meselesinde kopan kıyametin nedenlerini daha anlaşılır kılmak adına faydalı olacağını düşünüyorum.

İnsanlar bize gelmezse biz onlara gideriz
Hıristiyanlık tarihinde, misyonerlik faaliyetlerinin merkezî bir ehemmiyet arz ettiği bilinen bir vakıa… Meşruiyetini Kitab-ı Mukaddes'te yer alan ve Hz. İsa tarafından havarilere söylendiğine inanılan; "…gidin ve onlara deyin ki…" ayetinden alan misyonerliğin ilk örneğini klasik Hıristiyanlığın esas kurucusu olarak niteleyebileceğimiz Tarsuslu Pavlus oluşturuyor. Tarih boyunca Hıristiyanlık anlayışında başat rol oynayan misyonerlik faaliyetlerinin, klasik Hıristiyanlıkla pek çok konuda taban tabana zıt olan evanjelist itikadında daha önemli bir konum arz ettiğini hatta deyim yerindeyse söz konusu inanç sisteminin en önemli sacayaklarından biri olduğunu belirtelim.

Klasik Hıristiyanlığın temel düsturlarından biri olan vaftiz ayinine inanmayan evanjelistler, insanın ancak "metanio" makamına erişmiş bir rahip tarafından yeniden doğuşunu gerçekleştirebileceğine ve bu sayede İsa Peygamber ile buluşup tekrar dirilebileceğine inanıyorlar. Metanio; tövbe edip kendini günahtan uzaklaştırarak kalbini arındırmayı başarmış ve Tanrı'nın hizmetçisi olmaya hak kazanan kişi anlamına geliyor. Söz konusu "değişim" ve "yeniden doğuş"un gerçekleşebilmesinin yolu ise tahmin edileceği üzere vaaz ve misyonerlik faaliyetlerinden geçiyor. "İnsanlar bizim ayağımıza gelmezse biz onların ayağına gideriz" anlayışıyla hareket eden evanjelistler, dünyanın hemen her yerinde açtıkları okullar, kurdukları kiliseler eliyle misyonerlik faaliyetlerini sürdürüyorlar. Klasik usullerin dışında teknolojik gelişmelerden de faydalanmayı ihmal etmeyen evanjelistler televizyon, radyo, internet gibi kitle iletişim araçlarını da misyonerlikte sık kullanıyorlar. Özellikle ABD'de yayınlanan ve bütün dünyada erişime açık olan "televanjelist"lerin programlarında milyonlarca kişiyi ekrana kilitleyen vaazlar verdiğini biliyoruz. Günümüzde 110 milyonu ABD'de olmak üzere dünyada toplam 500 milyon kişi Evanjelizme iman etmiş durumda. Bu sayının 1950 yılında sadece 4 milyon olduğunu belirtelim. Bugün ise günlük ortalama 52 bin kişi, misyonerlik faaliyetlerine bağlı olarak evanjelizmle tanışıyor. Bu noktada akla doğal olarak; "Evanjelizmde misyonerlik faaliyetlerinin bu denli yaygın olmasının ve son 70 yılda evanjelist inanan sayısında gözle görülür derecede bir artış olmasının nedenleri ne?" soruları gelebilir. Söz konusu soruların cevabı, hem meselenin kıyamet savaşları ayağını hem de Rahip Brunson hadisesinin teolojik yönünü anlamak adına oldukça yol gösterici olabilir.

Gökteki localardan kıyameti izleyenler
Serinin ilk yazısında evanjelistlerin ABD politikasındaki esas hâkimiyetlerini 1950 yılından sonra tesis etmeye başladıklarından bahsetmiştik. 1948 yılında İsrail devletinin kurulmasıyla söz konusu lobinin ABD siyasetinde egemen olması arasında bir ilişki bulunması oldukça muhtemel. Keza 1950'den günümüze kadar geçen sürede dünya üzerindeki evanjelist sayısında görülen dişe dokunur artışın da bu iki gelişmeden bağımsız olduğunu söylemek oldukça zor. Evanjelistlerin ABD siyasetinde sağladıkları egemenlik sonrasında dünya üzerinde Evanjelizme yönelen insan sayısındaki esaslı artış arasındaki paralellik akla ister istemez evanjelist lobinin sahip olduğu sınırsız maddî, siyasi ve lojistik imkânları getiriyor.

Evanjelistlerin, Kitab-ı Mukaddes'te tekrar yeryüzüne geleceği söylenen Mesih'e dair gerek diğer Hıristiyan grupların gerekse Yahudilerin anlayışından farklı bir bakış açısı var. Onlara göre İsa Mesih (Yahudiler İsa Mesih'e değil Davut soyundan bir kralın geleceğine inanıyorlar) yeryüzüne iki değil üç defa gelecek. Birinci gelişinin üzerinden yaklaşık 2 bin yıl geçti. İkinci gelişi ise kıyamet öncesi evreyi nitelemek için kullanılan ve toplamda yedi yıl süreceğine inanılan türbülasyon (doğal afetlerin, kıyımların yaşanacağı kaos devri) döneminden evvel gerçekleşecek. İsa Mesih'in ikinci gelişi evanjelistlere yönelik olacak ve o sadece evanjelist olanlar tarafından görülecek. Mesih'in kendisine iman ederek değişimlerini gerçekleştirmiş evanjelistleri yanına alarak tekrar göğe yükseleceğine ve türbülasyon döneminde dünyada yaşanacak kaos ortamını gökteki "loca"larından beraber izleyeceklerine inanıyorlar. 1960'ların ABD'sinde varlıklı iş adamlarından aldığı finansal destekle, basın ve kitle iletişim araçları üzerinden evanjelizmin yayılmasında en etkili isimlerden biri olan Cal McIntire'ın şu sözleri söz konusu anlayışın mahiyetini gözler önüne sermeye yetiyor: "Tanrı'ya şükrediyorum. Cennetteki kapalı salon localarındaki koltuğumdan yeryüzündeki Armegedon Savaşı'nı seyredeceğim. Yeniden doğuşçu her Hıristiyan Armegedon Savaşı'nı benim gibi seyredecek ve bütün bunlar semada olacak." Ancak tüm bu beklentilerin gerçekleşmesi birtakım şartlara bağlı...

Evanjelistler, sayısını sadece Tanrı'nın ve İsa Mesih'in bildiği kadar insanın evanjelizmi kabul etmesi sonrasında İsa Mesih'in kendileri için yeryüzüne ineceğine ve müntesiplerini -yalnızca evanjelist olanları- göğe çıkaracağına inanıyorlar. Sırrı Tanrı'da ve İsa Mesih'te olan bu inanan sayısına ulaşmak adına da var güçleriyle misyonerlik faaliyetlerini sürdürüyorlar. Evanjelist itikadında çok önemli bir yer işgal eden misyonerlik anlayışı, kolay yoldan cennete varmak isteyen evanjelistler için vadedilmiş kıyameti hızlandıran bir katalizör görevi görüyor özetle.

Kayıp kabilenin izinde
Ülkemiz topraklarını da bünyesinde bulunduran Orta doğu bölgesinin, beklenen kıyamet savaşlarının gerçekleşeceği merkez olması hasebiyle Hıristiyan-Siyonistler için hayati bir önem arz ettiği bilinen bir gerçek. Histerik cennet tasavvurlarına bir an evvel kavuşmak adına kıyameti hızlandırmaya ant içmiş malum yapı, bölgeyle birlikte ülkemizde de türlü girişimlerde bulunuyor. Söz konusu girişimlerin birini de yukarıda teorik arka planını ana hatlarıyla açıklamaya çalıştığımız misyonerlik faaliyetleri oluşturuyor hâliyle. Son aylarda gündemimizi fazlasıyla meşgul eden ve adı hemen hepimizin diline pelesenk olmuş Rahip Brunson da tarihte
emsaline çokça rastladığımız misyonerlerden sadece biri. Onu farklı kılan nokta ise "masum bir din adamı" kisvesine bürünerek yaptığı yıkıcı faaliyetlerin açığa çıkması ve Türk adaleti tarafından yargılanma sürecinin devam ediyor olması.

Henüz 25 yaşındayken Evanjelik Kilise'ye bağlı "World Witness" yani "Dünya Şahidi" adlı misyonerlik kuruluşunun görevlendirmesi sonucunda bir misyoner olan eşi Norine ile Türkiye'ye gelen Brunson, tam 23 yıldır ülkemizde ikamet ediyor. İzmir Alsancak Diriliş Kilisesi'ni kuran ve misyonerlik faaliyetlerini bu merkezden yürüten Brunson'un gözüne kestirdiği esas grup ise güneydoğuda yaşayan Kürtler. Bölge halkına yönelik misyonerlik faaliyetleri organize eden Brunson'un nihai amacının ise bölgede Hıristiyan bir Kürt devleti inşa etmek olduğunu belirtelim. Hakkında oluşturulan iddianamede Gezi, Hendek, Kobani gibi yakın tarihimizin önemli olaylarında sistemli bir şekilde geliştirdiği örgüt elemanlarıyla ciddi etkileri olduğunu öğrendiğimiz Brunson'un bütün bu faaliyetlerinde dirsek temasında bulunduğu yapılanmalar ise tahmin edileceği üzere PKK ve YPG. Brunson'un Kürtleri Hıristiyanlaştırmak adına sunduğu argüman ise iddianamede şu şekilde yer bulmuş kendine: "Armagedon Savaşı'nın çıkmasının koşullarından biri de Hıristiyan
inancında kayıp olan 13'üncü kabilenin bulunmasıyla alakalı. Diriliş Kilisesi, 13'üncü kabilenin Kürtler olduğuna inanıyor. Bu inanca göre Kürtler Tanrı tarafından özel seçilmiş, kutsanmış bir kabiledir. Bu nedenle ayrı bir Kürdistan kurulması ve Kürtlerin 'layık oldukları' Hıristiyanlık diniyle buluşmalarını sağlamak Diriliş Kilisesi'nin amaçlarından biridir."

14 Ocak 1820 tarihinde Türkiye'ye gelen ilk Amerikan Protestan misyoneri Levi Parsons, bu topraklardaki Potestan-evanjelist misyonerlik faaliyetlerinin fitilini ateşleyen isim olmuştu. Parsons, o tarihlerde kendine hedef olarak "millet-i sadıka" olarak bildiğimiz Ermeni vatandaşlarımızı seçmişti. Geçen süre zarfında aslen Gregoryan mezhebinden olan Ermenileri açtıkları misyoner okulları vasıtasıyla nasıl dönüştürdüklerine şahit olduk. Hınçak ve Taşnak zihniyetinin bu okullarda köklenip yaygınlaştığını biliyoruz. Bugünse Brunson, aynı yıkıcı planları Kürtler üzerinden gerçekleştirmeye ve hastalıklı anlayışını hayata geçirmek adına insanları birbirine kırdırma çalışmalarına devam ediyor. Bu proje yarın da başka bir isimle devam edecektir. Bu tür faaliyetlere girişen bütün yapılanmaların sürekli olarak ıskaladığı bir hakikatle bitirelim: "Allah tuzak kuranların en hayırlısıdır!"

BİZE ULAŞIN