Gökhan Gökçek: Türklerin yürütücü gücü: Atlar

Türklerin yürütücü gücü: Atlar
Giriş Tarihi: 28.9.2018 13:21 Son Güncelleme: 29.9.2018 09:35
At üstünde uzun seferlere çıkan Türkler, atları ile hissi bir bağ da kurdular. Hayatını kaybeden Alplerin/Çerilerin atlarının bunu hissetiği, sahibinin kabri başından ayrılmadığı söylenir.

Toprak, bitki, gökyüzü gibi pek çok unsuruyla insan için büyük bir nimet olan tabiat, bünyesinde yaşamasına müsaade ettiği hayvanları da insanlığın hizmetine sundu. Başta beslenme olmak üzere pek çok hayvan zamanla binek ve ticari emtia olarak kullanılarak âdemoğlu için büyük bir imkân hâlini aldı. Tarihi bulgular göstermektedir ki evcil hayvanlar arasında sırasıyla -yaklaşık olarak- on, sekiz ve dört bin yıldır (Mezolitik ve Neolitik devirleri arası) üç varlık insan ile beraberdir: Köpek, keçikoyun ve kurt. Bu üç hayvanın temel ortak özelliği ise ikisinin sürü ile yaşaması, diğerinin de sürüyü korumak için sürü ile hayatını devam ettirmesi. Köpeklerin evcilleştirilmesinin gezgin bir Kırgız eliyle gerçekleştiği iddiası güçlü olmakla beraber kesin bir sonuca ulaşmak pek mümkün görünmüyor. Keçi-koyun türünden ise benzer zamanlarda farklı bölgelerde evcilleştirilerek istifade edildiği düşünülür. Atların ise evcilleşme sürecinin ilk olarak Orta Asya steplerinde başladığı reddi mümkün olmayan bir gerçek mesabesindedir. Bugün Kırgızistan Oş bölgesinde yer alan petrogliflerde (duvarlara çizilen kabartmalar) ve Sümerlere ait olan, Cemdet-Nasr bölgesindeki Sümer yazıtlarında atlara ilişkin ilk bulgulara ulaşılır. Kırgızistan bir Türk coğrafyasıdır. Sümerler ise ön Asya'da yaşamış olup Türklerin ataları ile temas halinde olmuşlardır. Evcilleşen hayvanların sürülerinin artmasına karşın nüfusun çoğalması, iklim değişikliği ve idari manada yaşanan karışıklıklar, bilhassa Asya steplerindeki toplulukların göçer bir hayat tarzına yönelmesine sebep olur.

Türkler göçebe değil konar-göçerdir

Mezkûr sebeplerden ötürü sürülerini semirtecek, obalarını rahat şekilde yaşatacak ve idarelerini takdirleri doğrultusunda tasarruf edecek olan Türkler, göçerliği bir hayat tarzı haline getirdiler. Burada iki kavram karşımıza çıkıyor: Göçebelik ve konar-göçerlik. Pek çok ihtisas sahibinin çok da hassasiyetle yaklaşmadığı bu iki kavram farkına biraz değinmekte fayda var çünkü Türklerin göçerlik mantığını anlamak oldukça önemli. Göçebelik, tarihin farklı dönemlerinde çok çeşitli bölgelerde görülür. Temelinde siyasi, iktisadi ve sosyal sebepler yatar. Tahmini bir hedef olmakla beraber göçebelikte sistemli bir işleyiş ve yerleşme yoktur. Zorunlu hale gelen göç gerçekleşirken maksat sadece uygun bir yerin bulunmasıdır. Aynı bölge içerisinde yazlak ve kışlak araması yapılırken de böylesi "rahat" bir hassasiyet ile hareket edilir. Göç edilen yerde konaklama bir intizama tabi değildir, boş bulunan yer uygun görülürse yerleşilir ancak Türklerdeki göçerlik, konar-göçerlik şeklindedir.

Evvela yurt tutulacak yer için keşif yapılır. Ardından keşif yapılan yerler toy veya kurultay denilen toplantıda oylamaya sunulur. Verilen kararın ardından bir mevkide göç edilir. Göç edilmeden evvel varılacak olan yazlak-kışlak rotası bellidir. Oba/boy içerisinde yer alan hangi ailenin yaylakta nereye, kışlakta nereye yerleşeceği bellidir. Adeta buralar bir karar ile gayrıresmi olarak mülk edinilir. Bin yıllar öncesinden tutulan bu tecrübe, Türklerdeki idare vasfının gelişmesine büyük bir katkı sunacaktır.

At,Türkleri güçlü kıldı

Bu konar-göçerliğin neredeyse kilit noktalarından biri ise şüphesiz atlardır. Konar-göçer Türklerin hayatında at figürü adeta merkezdedir. At-erkil bir hayat yaşandığını söylemek biraz mübalağa olsa da bir gerçeğe işaret eder. Atın binek olarak kullanılması mesafeleri kısaltmış, savaşların önünü açmış ve Türklerin cihan hâkimiyetinin yayılmasına kapı aralamıştır. Asya'da atı ilk olarak Türklerin ataları olan İskitler/Sakaların kullandığı bilinir. Bozkırdan Çin'e, İran'a, Hint'e ve hatta Anadolu'ya kadar süren İskit akınlarının en büyük sebebi atlar olur. Bu akınlar sebebiyle Çinlilerin ve Yunanlıların, Türklerin atalarından atın varlığını ve binek olarak kullanılabileceğini öğrendiği kabul edilir. Hatta kalabalık olan Çinlilerin, büyük kitleler halinde İskitlerin ardından Hunlara baskın yaparak atlarını çaldıkları ve benzer süvari birlikler oluşturarak Türklere karşı savaştıkları Çin kaynaklarınca ifade edilir.

Atların savaş ve akınlarda oynadığı rol büyüktür fakat Türkler atları yalnızca savaş aracı olarak kullanmazlar. Atın eti Türkler için büyük bir besin kaynağıdır. İncelendiğinde görülür ki içerdiği besin değeri açısından da katkısı ve farkı ortaya çıkar. Uzun süreli sefere çıkan Türkler koyunla beraber at etini de yerler ama temel fark şudur: At kesildikten sonra eti adeta un ufak edilir, ardından bu et özel bir yöntem ile kurutulur. Bu yöntem sayesinde et bozulmayacak, ömrü uzun olacaktır. Sefere çıkan Türkler bir muhafaza kutusu içerisinde bu kurutulmuş etleri yanlarına alırlar. Böylelikle güç-kuvvet veren bir besini gayet kolay bir yöntemle elde etmiş olurlar. Bugün Anadolu'da at kültürü, köylerde ve binicilik kurslarında sınırlı kalmışken at etinin tüketimi ise yok denecek kadar azdır. Türkistan coğrafyasında; mesela Özbekistan'da veya Kazakistan'da at eti afiyetle tüketilir. Bu coğrafyanın ve zamanın getirdiği bir dönüşümdür. At etinin caiz olup olmadığı konusunda tartışmalar da maalesef hâlâ devam ediyor. Bu tartışma Türklerin İslam'la tanışmaya başladığı dönemde de yaşanır. Rivayete göre bir Türk kitlesinin bu sorusu İmam-ı Azam'a kadar gelir. Ona gelene kadar bütün âlimler/fakihler çeşitli sebepler ile at etinin yenmesinin caiz olmadığını iddia ederler ancak İmam-ı Azam'ın, at ile böylesine bütünleşmiş, tarihin gördüğü en büyük savaşçılar olan Türklerin aksi bir cevap neticesinde İslam'dan uzaklaşma ihtimalini de gözeterek "At eti caizdir" fetvası verdiği ifade edilir. Bugün Anadolu'da bu lezzet unutulmuş olsa da o dönem için bu çok elzem bir konudur. Eğer bu konuda bir olur alınmazsa, Türklerin İslam ile tanışma sürecinde gecikme ve eksiklikler yaşanabilirdi. İlaveten Türkler atın sütünden de içecek olarak yararlanır. Atın sütünden imal edilen kımız bugün hâlâ Türkistan coğrafyasında yer alan Türkler tarafından tüketiliyor. Türk damak tadının bir ürünü olan pastırmanın da atlar ile ilişkisi anlatılır. Rivayete göre, bir bez içerisine sarılan etler (at, koyun, sığır, deve) özel bir baharat karışımı ile soslan dıktan sonra at ile eyeri arasına konulur. Sefer boyunca basılan etlere zamanla "bastırma" denir.

At kişneyen yerde toy olur

Türkler ile atlar arasındaki ilişki öyle bir güçlü bağa sahip hale gelir ki çeşitli törenlerde ve zaman zaman düzenlenen ritüellerde buna şahit olunur. Mesela İslam öncesi dönemlerde Gök Tengri'ye (gökte olan Tanrı'ya) inanan Türkler, onun için en önemli varlıkları gördükleri atları kurban ederler. Burada bilhassa kır at motifi öndedir. Türkler aklığın/kırlığın güzellik ve esenlik ifade ettiğine inanırlar. Kır atta hayır görerek kurban edilecek atların bilhassa kır atlar arasından seçilmesi yönünde tercihte bulunurlar. Ölen birisi için düzenledikleri yuğ törenlerinde at eti ikram ederler. Büyük bir komutan veya han öldüğü zaman atını da onunla beraber gömerler ki atı ona öte dünyada refakat etsin. Bu da Türklerdeki "başka yaşam" yani İslam literatürüyle "ahiret" benzeri inancın olduğuna işarettir. At üstünde uzun seferlere çıkan Türkler, atları ile hissi bir bağ da kurarlar. Hayatını kaybeden Alplerin/ çerilerin atlarının bunu hissettiği, sahibinin kabri başından ayrılmadığı ve sürüden koparak yabani atlar arasına katıldığı pek çok hadise aktarılır. Çin kaynaklarına göre ise Türklerin ataları olan Hunlar daha küçük yaşta iken çocuklarını bir süvari olarak yetiştirirler. Kaynakta geçen bilgiler özetle şöyledir: "Ata binme zamanları gelme
den evvel çocuklarını koyuna bindirerek at binmeye hazırlar, sincap ve kuşları hedef aldırarak binek üstünde ok atmayı öğretirler. Böylesine bir disiplin ve eğitim ile yetişen Hun çocukları büyüdüklerinde muazzam bir at binicisi ve at üstünde mücadele edebilen süvari olurlar. Hatta yalnızca Türklerin yapabildiği kabul edilen at ile giderken arkaya dönüp ok atabilme mahareti de geliştirirler. Atilla ile Avrupa'yı kasıp kavuran Hunlar hakkında, Batı kaynakları da Türklerin atlar ile olan ilişkilerine dair şu cümleleri notlarına kaydediyorlar: "Henüz ayakta durabilecek bir Hun çocuğunun yanında eyerlenmiş bir at bulunurdu. At üstünde yerler, içerler, alışveriş yaparlar, sohbet ederler ve uyurlar. At başka kavimleri taşıdığı halde, Hunlar at üstünde ikamet ederler."

Yine bir başka kaynakta "Türklerin atları hafif donanımlı ve her zaman koşmaya hazır durumdadır" şeklinde bir ifade geçer. Bu durum Türklerin sefer için daima teyakkuzda olduğunun ve bunun güvencesinin de atları olduğunun bir işaretidir. Türk kültüründe yer alan at figürü ile ilgili mitolojik rivayetler, destanlar ve zamana yakın gerçek hadiseler de bahis etmeyi düşünmüştük lakin en az bir bu kadar daha yer işgal etmemiz gerekecek. Eğer imkân tevdi edilirse bir diğer yazımızda da bahsettiğimiz konular üzerinde dururuz. Sözümüzü at ile ilgili bir Türkmen atasözü ile bitirelim: "At yürümez, baht yürür!"

BİZE ULAŞIN