Bir yandan tabiatı tahrip etmeyi sürdürürken öte yandan da "tabiat sevgisi" yeşertiyoruz. Daha önce şehirlilerde "tabiata çıkma" ve "doğal" olanı tercih etme arzusunun bu derece yaygın ve güçlü olduğuna sanırım rastlamamıştık. Nedir bu? Kaybolup gitmekte olana bir nostalji mi, yoksa yeni bir tasavvur, hatta yeni bir "endüstri" ile mi karşı karşıyayız?
Doğru! Yepyeni bir "sevgi" bu... Çünkü bu tabiat, bildiğimiz tabiat değil. Konu ettiğimiz şey bir icat! Modern bir kurgu… Önce sorunuzda yaptığınız kavramsal ayrımı da takdir ettiğimi belirtmeme izin verin. Birbirlerine karşılık olsun diye üretilseler de hiçbir terim, kavram, kelime bir diğerinin tıpatıp benzeri olmuyor, aynı şeylere işaret etmiyor. "Dil içi kültür" ve tarihsel atıf özellikleri kavramları birbirinden ayırıyor. Bu yüzden "İlim" ile "bilim" nasıl aynı "anlam yükü"ne sahip değilse, "tabiat" ve "doğa" da öyle…
O yüzden "ne doğal, ne doğal değil" tartışmaları veya "doğal yaşam" arayışları tabiattan iyice uzaklaşmış durumda!
Şimdi diyeceksiniz ki; "Bu Türkçede böyle, dolayısıyla kavramsal ayrımı büyütmemek gerek!" Ama zaten işin ilginç yanı da orası… Bu ayrım bizim dilsel zekâmızın ve sezgimizin ürünü. "Tabii yaşam" demek tuhafımıza gidiyor ve haklıyız. Yeni olanı, yeni (sonradan gelen) kelimeyle etiketliyoruz.
Neden? Çünkü "doğal" olan yavaş yavaş kaybolmakta olanı geri kazanmak gibi hikâye edilse de, gerçekte üretiliyor, tanzim ediliyor, kodlanıyor. Hatta paketlenip evlere servis edilebiliyor. Herkes de bundan memnun.
Ne olur, tam burada kesmeme izin verin. Sosyal medyada pek sık gördüğümüz bir deyim var: Fotoğraflarının altına "doğayla baş başa" diye yazıyorlar hani... Mümkün mü böyle bir şey?
Mesela Batı'nın devasa şehir parklarına gidip dolaşırsanız; düzenlenip evcilleştirilmiş o tabiat parçasında bir banka oturur ya da çimlere uzanırsanız, pekâlâ böyle bir tecrübe yaşayabilirsiniz ama iş meskûn mahallerden uzağa, tabiatın yaban karnına doğru gidildiğinde değişir. Öyle sere serpe, baş başa kalamayacağınızı anlarsınız. Bunu dere tepe/dağ bayır yürüyüşçüleri (trekking serüvencileri) iyi bilirler. Gelip geçici bir misafirlik için tabiattan izin ister gibi davranırlar. Ürkektirler, naziktirler, temkinlidirler ve böyle davranmakta da haklıdırlar. Onca gelişmiş GPS cihazına, cep telefonu haberleşmesine ve topoğrafya bilgisine rağmen kaybolan yürüyüşçü ve kampçı sayısı çoktur. Tabiat uzlaşmaya izin
verir ama hâlâ kucak açmak konusunda sanıldığı kadar cömert değildir.
Bir de şu "uzaklık" konusu var elbette…
Zihinlerimizde şöyle bir kalıp yer etmiş: Sanki biz şehirde yaşayanlara "uzak" yerler tabiat denilen şeye tekabül ediyor.
O yüzden de şehirden hafta sonları kaçıp yeşillik bir yerde alabalık yiyip birkaç saat geçirdiğimizde tabiata vâkıf olduğumuzu düşünüyoruz. Yok öyle bir şey! Hatta artık "şehir dışı" diye bir yer yok!
Şu "doğal yaşam" konusuna dönelim. Köyde yaşasak "doğal" mı oluyor? Ya da mesela şehirde yaşasak bile sütümüzü köyden getirtsek, endüstriyel besinler yerine "organik" besinler tüketsek buna "doğal yaşam" denebilir mi?
Bir daha ve bu kez net biçimde tekrarlayayım: "Doğal yaşam" tabii bir şey değildir. Bu çağa ait bir tasavvurun yapıp etme biçimlerini anlatır. Hatta bir tür moda akımıdır. Beton yığını ve kalabalık içinde yaşayan insanlara bir "ferahlık" ürünü olarak pazarlandığını düşünüyorum ve umarım bu yüzden bana kızmaz ya da huysuz biri saymazsınız. Malum, "doğallık" modasına ve bu yönde arzu yatırımlarına eleştiri yöneltilmesi pek hoş karşılanmıyor.
Vallahi ne diyeyim…
Bence de imkânınız varsa, pastörize edilmemiş süt için, organik meyve sebze (ki bu babadan kalma tarım anlamına gelmez, çok yeni bir şeydir) tüketin. Destekliyorum! Ama sütünüz pastörize edilmediği için hastalığa yakalanırsanız, beni suçlu ilan etmeyin. Organik sebze meyvelerin pahalılığından şikâyet edip beni eleştirmeyin. Köyde veya kırlık alanlarda tabiatla haşır neşir olmaya gelince…
Meşakkatlidir. Öyle uzaktan hayal kurmaya benzemez. Çalışmanız, çilesini çekmeniz gerekir. Yok, şehri köye götürecek, bahçeyi bahçıvana bırakacak, hayvanlarınızı ücretli işçilerinize baktıracak ve siz günün büyük bölümünü (örneklerini gözümle gördüğüm gibi) ağaç altına kurulup internette dolaşarak geçirecekseniz, "doğal yaşam" dediğiniz şey instagramda takipçi kerizlemekten öteye gitmez.
Ben "doğal" gibi lafların büyüsüne kapılmak yerine "sade hayat" gibi tanımlara ve tercihlere daha çok inanıyorum. Medeni fakat sade, maddede yoksul fakat manada zengin hayatlar kurmayı başarırsak, ne âlâ!