Türkçe "ruhsal, ruh ile ilgili" anlamına gelen spiritüalizm; "spiritüel" Latince "ruh" anlamına gelen "spiritus" kelimesinden türemiştir. Bu kelimenin Hristiyanlık akidesindeki "Kutsal Ruh" kavramıyla alakalı olduğu kaynaklarca nakledilir. Bu kavram zamanla manevi anlamı genişleyerek ezoterik inançları da kapsar hale gelir. Ölülerin yaşayanlarla irtibata geçmesinin mümkün olduğu ve ruhların madde üzerine etki ederek eşyaların yer değiştirmesi, çeşitli gürültüler, darbeler vb. olaylar meydana getirdikleri inancına dayanan neo-spiritüalizm veya "yeni ruhçuluk" 1840'larda ABD'de başlayan ve 1920'lere dek hem Batı'da hem Batı dışı dünyada yaygınlaşan bir inanıştır. Bu nedenle bazı yazarlar, dinlerden ve felsefe tarihindeki
ruhun maddeye karşı önceliğini savunan öğretilerden ayırmak için bu inanç biçimine "yeni ruhçuluk" veya "deneysel spiritüalizm" adını vermeyi uygun görürler.
Spiritüalizm 1850'li yıllardan itibaren Osmanlı coğrafyasına girer. Beşir Ayvazoğlu'nun Türk Edebiyatı dergisinin Eylül 2008 tarihli sayısında yayınlanan "Dostlarım Ruhları Rahat Bırakın: Türk Edebiyatının Medyumları" başlıklı yazısına göre Türkiye'de ilk ispritizma tecrübesinin Halide Nusret Zorlutuna'nın babası Avnullah Kazımî Bey tarafından 1896 yılında Bergama'da yapıldığı ve bunu haber alan Sultan Abdülhamit'in de soruşturma açtırdığı iddia edilir.
Spiritüalizm Dr. Bedri Ruhselman'ın öncülüğünde kurulan "Türkiye Metapsişik Tetkikler ve İlmî Araştırmalar Cemiyeti" vasıtasıyla yaygınlık kazanır. Türk toplumuna merak duygusu ile giren ve yaygınlaşan spiritüalizm, ruh çağırma, ruhçuluk edebiyatta da kendini gösterir, birçok metne girer, birçok edebiyatçı da bu tecrübelere katılır. Türk-İslam kültürünün önemli kalemlerinden olan birçok yazarın hayatlarında ve çeşitli edebi türlerde kaleme
aldığı metinlerinde spiritüalizmin izlerini görmek mümkündür. Celalettin Arif Bey'in geveze bir ruh tarafından aldatıldığına dair haberler 1930'ların matbuatını da meşgul eder. Peyami Safa, Enis Behiç Koryürek, Samiha Ayverdi, Necip Fazıl Kısakürek, Sadettin Arel, Macit Gökberk, Asım Us,
Hamdullah Suphi Tanrıöver, Dr. Bedri Ruhselman ruh çağırmaya meraklı ehl-i kalemden bazılarıdır.
Türk edebiyatında bu sahada perakende yazılar olmakla beraber ruh çağırma seansı olarak ifade edilen toplaşmalara dair örnekleri içeren kitapta oldukça dikkat çekici görüşler ortaya atılır. Anlatılanların hakikatle bağı olup olmadığı şüpheli olmakla beraber bir dönemi yansıtması bakımından
önemlidir. Bu sahada yayınlanan ilk kurmaca metin Ali Süha Delilbaşı'nın, Kanat dergisinin 19 Ekim 1910 tarihli sayısında yayınlanan "Celb-i Ruh" adlı hikâyesidir. Daha sonraki yıllarda Peyami Safa başta olmak üzere birçok ünlünün kurmaca metinlerinde ispritizma işlenir.
"İspritizma şarlatanlıktır"
Ruh çağırmanın mümkün olduğunu iddia edenlerin yanında mümkün olmadığını savunanlar da olur. Ruh çağırmanın ilmin şarlatanlığı olduğunu iddia eden 14 Kasım 1928 tarihli Arkadaş dergisinin 21. sayısında yer alan "İspritizma Namındaki İlim İflas Etti" başlıklı yazıya göre İspritizmanın dünyanın her tarafında meraklısı ve taraftarının Paris, Berlin, Londra ve New York gibi mühim merkezlerde müteaddit kulüpleri ve hatta gazeteleri vardır:
"Bu kulüplerde ispritizma tecrübeleri yapılır ve elde edilen neticeler mecmuaları vasıtasıyla neşir olunur. (…) Bundan asırlarca evvel ölmüş adamları ispritizma vasıtasıyla celp etmek ve onları konuşturmak her ne kadar aklıselimin kabul edeceği bir şekil değil ise de elde edilen müteaddit fotoğraflar karşısında herkes düşünmek ve kanmak mecburiyetinde kalıyordu. (…) Almanya'da yayılan derin ve ciddi tecrübeler neticesinde âlimler ispritizmanın
şarlatanlıktan başka bir şey olmadığını meydana çıkardılar. (…) Profesörler tecrübelerin devamında lüzum görmediler ve karanlığın kerametini anlayarak ispritizmanın şarlatanlık olduğuna müttefiken karar verdiler."
Türk gazeteciliğinin adı duyulmamış yazarlarından biri olan Necdet Rüştü Efe Akşam gazetesinin 13 Teşrinisani 1934 tarihli nüshasında yayınlanan "Bir İspritizma Faciası" başlıklı şirinde ruh çağırma seansının masanın etrafındaki kişilerin anlaşamamasından dolayı kana bulanmasını şöyle anlatır: "Hayale ateş etti, ruh bir an inildedi,/Çarşaf kana boyandı, ceset yerlere düştü,/Mert, aslan bir arkadaş bu uğurda ölmüştü!..."
Türk edebiyatının önemli şairlerinden biri olan Orhan Veli de ruha, ruhçuluğa prim vermeyen yazarlardandır. 15 Aralık 1949 tarihli Yaprak dergisinde yayınlanan "Madde ve Ruh" başlıklı yazısında şöyle bir eleştiri getirir: "Bu düşünce ruhçuluk felsefesinin son çırpınışlarına benziyor. Bilim ve tekniğin dev adımlarıyla ilerlemesi karşısında onlara artık ispirtizmacılıktan başka yapacak iş kalmamıştır."
Resimli Yurt dergisinin 30 Eylül 1924 tarihli 4. sayısında yer alan "İspritizma ve Telefon" başlıklı yazıda ruh çağırma seansları mizahî bir tarzda belediye hizmetleri üzerinden eleştirilir: "Medyum, hazirundan birisine hitaben: -Beyefendi arzu ettiğiniz takdirde sizi, Süleyman Kanuni ile
Köprülü ile Deli Petro ile görüştürebilirim. Söyleyiniz, kiminle görüşmek istersiniz? -Beni ölülerle görüştüreceğinize, lütfediniz de belediyeyle görüştürünüz. Bir saatten beri telefonda uğraştım, bir türlü muhabere teessüs edemedi."
"İspritizmalı Perdeler"
Osman Cemal Kaygılı, Resimli Ay'ın Haziran 1924 tarihli 5. sayısında yayınlanan "Yirmi Senedir Herkesi Nasıl Güldürüyorum" başlıklı yazısındaki "İspritizmalı Perdeler" bölümünde İstanbul'da müthiş bir ispritizma ve manyetizma merakının olduğu nerdeyse her hafta ispritizmaya, manyetizmaya dair birçok kitabın neşredildiği günlerde olanlara ve ruh çağırmayı savunanlara kızan bir öğretmenin yaşadıklarına mizahî bir dille yer verir:
"Mümeyyiz beyin cinlere, perilere itikadı olduğu gibi, bu kitaplar onu fena halde kızdırıyor, başımıza bir iş çıkar diye korkuyordu. O gün yaylı perdenin birden yukarı fırlaması bize yeni eğlence vesilesi oldu. Beş dakika sonra diğer bir perdeyi de ben çekip, birdenbire koyuverdim. Şimdi mümeyyiz bey deli gibi yerinden fırladı ve bağırdı: - Ne oluyoruz? Cevap verdim: - Ne olacak efendim? Süleyman Bey bu ispritizma kitaplarını buraya getirirse elbette olacağı budur. Artık her beş dakikada perdeler çatır çatır inip, çıkıyor. Mümeyyiz bey tesbih elinde bir şeyler okuyordu. Yine bir gün mümeyyiz bey sandalyesinde uyuklarken kalktım, perdenin halkasına bir ip bağlayıp, ipin öbür ucunu da onun fesinin kopçasına taktım ve perdeyi çekip bıraktım. Adamcağız birden uyandı, evvela bir şey anlayamadı, bizim gülüşmemize bir mana veremedi. Sonra eliyle başını yoklayarak: - Fesim ne oldu? diye sordu ve ben elimle perdeyi gösterince kalktı, fesini yukarıda görünce, artık işi çaktı ve gözlerini açıp dedi ki: - Yok artık, bu kadar
olmaz. Kim yaptıysa bu hokkabazlığı söyleyin, yoksa şimdi nazır paşaya gidiyorum!..."
Ruh çağırmanın üstadı: Peyami Safa
Türk düşünce, kültür, sanat ve edebiyat dünyasının önemli isimlerinden biri olan Peyami Safa, , Canan, Matmazel Noraliya'nın Koltuğu ve Yalnızız'da ruha, ruh çağırmaya yer verir. Peyami Safa, 1934 yılında çıkan Hafta isimli dergide Server Bedi takma adıyla yazdığı ispritizma konulu yazılarında fikrini savunurken kötü niyetli kişilerin bu ilmi dolandırıcılık da dâhil olmak üzere bir fiiline alet ettiğini yazar. Onun önemli meziyetlerinden biri ise ruh çağırmak için ispritizma masası kurmasıdır. Bunu büyük bir aşkla ve şevk ile yapan Peyami'nin o anları Samet Ağaoğlu'nun "İlk Köşe"sine şöyle yansır:
"Ruh çağırmayı Peyami öylesine jestlerle, seslerle yapıyordu ki heyecanlanmıyor değildim. Bir masanın çevresinde oturuyorduk. O elini masaya koyuyor, ahenkli bir sesle yavaş yavaş davete başlıyordu: 'Ey ruh hazretleri, ey efendimiz; lütfen bize iltifat et. Sana ricalarımız olacak. Yardımına muhtacız. Ey ruh, geldiğini şu masanın ayağını üç defa kaldırıp indirerek haber ver.' Peyami bunları söylerken nefesi sıklaşıyor, sesi titriyor, kısılıyordu. Bu arada içimizden birinin ayak oynatması, bir kımıldanışı hafif sesler çıkarabiliyordu. Peyami bunu işitince 'İşte geldi' diyor; istediklerini
birbiri arkasına sıralayarak, 'Ey ruh bunlar olacak ise masanın ayağını üç defa kaldır' diyor; arkasından da şu ve bu sebeple masadaki kımıldamalardan çıkan sesleri yorumluyordu."
Vecdi Bürün'ün şahitlikleri
Peyami Safa'nın gerek ruh çağırma seanslarından gerekse edebi ve siyasi anlamda tilmizi olan şair, yazar, romancı Vecdi Hayri Bürün; (1918-1997) Peyami Safa ve Necip Fazıl başta olmak üzere birçok ünlünün evinde şahit olduğu ispritizma masalarını yazılarına konu yapar. Bu masalarda birçok ünlünün ruhu çağrılır. Fahrettin Paşa, Arthur Schopenhauer, Mustafa Kemal Paşa, Namık Kemal, Ahmet Haşim, Mareşal Nay, Fuzuli, Üçüncü Mustafa, Ahmet Seyfi, Kara Kemal, İsmini Söylemeyen Bir Ruh, Çolak Mümin Pehlivan, Martin Luther, Haydar Rıfat bunlardan bazılarıdır.
Çedikçi Süleyman Çelebi'nin ruhunun yazdığı eser
Farklı bürokratik görevler alan şair, yazar Enis Behiç Koryürek 1946 yılında Demokrat Parti'den Zonguldak milletvekili adayı olsa da kazanamaz. Milletvekilliği için görevinden istifa eden Koryürek, seçilemeyince Çalışma Bakanlığı müsteşarlığı görevine iade edilmez. Bu günlerin atmosferi
içerisinde farklı uğraş alanları edinen Koryürek ispritizmaya merak sarar. Onun iddiasına göre 17. yüzyılda yaşamış olan Süleyman Çelebi isimli Mevlevî bir şairin ruhu ile temasa geçer ve ondan dinlediklerini yazdığını iddia eden Koryürek tasavvuf ağırlıklı bu şiirleri ağır bir dille ve aruz vezni ile kaleme alınca vefatından kısa bir süre önce "Varidât-ı Süleyman, Çedikçi Süleyman Çelebi (Ruhundan İlhamlar)" adıyla yayınlar.
Eserin önsözünde "Bütün ilhamlar, Süleyman Çelebi'nin kendi telâffuz ve şiyvesi ile, O'nun söylediği gibi zaptedilmiştir." ifadesinden de anlaşılacağı üzere Koryürek kendisinin aktarıcı olduğunu ifade eder. Yavuz Bülent Bakiler, Enis Behiç'in eşi Müfide Hanımla Hisar dergisinin Mart 1975 tarihli sayısında yayınlanan mülakatında o, birçok insanın deli saçması bulacağı ruh çağırmanın bilimsel ve hakikat olduğunu söyleyerek Çedikçi Süleyman Çelebi'nin ruhunun geldiğine şahitlik ettiğini ifade eder. Bu ilk buluşmadan sonra Çedikçi'nin ruhu ile iki yıl kadar irtibat halinde olan Enis Behiç ruhun tebliğlerinin tamamlandığını düşünerek eseri neşreder.
Bu kitapta yer alan bazı şiirler de bestelenir. Bu kitabın lehinde ve aleyhinde birçok metin yazılır ancak kitap sağlıklı olarak tahlil edilmez. Kitabın önsözünde Süleyman Efendi'nin nâkili olduğunu yazan Koryürek lakabından da anlaşılacağı üzere ayakkabıcılık mesleği ile ilintili olan bir Mevlevi'nin
peşine takılır. Ömer Fevzi Mardin, 1951 yılında yayınlanan "Varidat-ı Süleyman Şerhi"nde Koryürek'in anlattıklarını şöyle nakleder: "1946'da; bir misafirlikte; ispritizma ile de, tasavvufla da görünürde pek alakası olmayan bir zattan, bir ispirtizma toplantısına katılması isteniyor. İtiraz ediyor. Fakat
ısrar karşısında hiç bir şeye inanmadan, hiç bir şey beklemeden, çaresiz ve isteksiz kalkıp masaya doğru yürüyor ve (Ne olacak?...) diyor. (- Bir şey değil, diyorlar. Siz de parmağınızı şu fincanın üzerine koyacaksınız! O kadar.) İşte bu zat, parmağını fincana dokundurur dokundurmaz orada bir kıyamettir kopuyor. Kendisi de bütün oradakiler de derhal hayretler içinde görüyorlar ki, fincan, yalnız onun parmağı altında iken hemen harekete geçiyor. Fakat asıl hayretin büyüğü, fincanın hareketleri takip edilip de manzum sözlerin ortaya çıktığı görülünce ve hele bu sözlerin nefis ve sofiyane oldukları fark edilince, başlıyor. Bu hayret ve sevinç şaşkınlığı biraz yatışır yatışmaz, bermutad ispritizmacı ağzıyla::
- Ey Ruh!. Sen kimsin? diye soruluyor:
İşte alınan cevabın hülasası:
- Süleyman Çelebi! Mevlüt sahibi mi?...
- Hayır!... Çedikçi Süleyman Çelebi...
Haliç'in donduğu kış Üsküdar'da hastalandım. İki yıl sonra memleketim olan Trabzon'da göçtüm. Mezarımın üstü şimdi bahçedir."
Mehmet Akif'in ruhu
Birçok ismin yetişmesine vesile olmuş, eğitimci, şâir, yazar ve fikir adamı Mahir İz Mehmet Akif'in fahri talebesi ve dostu olarak ona dair anılarını farklı yazılarda aktarır. Mahir İz'in Akif'e dair yazıları Ertuğrul Düzdağ tarafından Üstadım, Mehmet Akif başlıklı kitapta toplanır. Akif'e çok yakın olan Mahir İz dönemin modası olan ruh çağırma seanslarına katılan ediplerden biridir.
Mucurlu Hâkim Hüseyin Avni Efendi'nin idaresindeki ispritizma tecrübelerinin zorluğu ve saatlerce sürmesi onu şaşırtır. "Benim de sorularım var" diyerek dahil olduğu Sara Hanımın seansına dair hatıralarını ve o günleri şöyle nakleder:
"İstiklâl Marşı'nın mübdii ve Safahat şâiri Âkif Bey iki ay evvel vefat etmiş ve vefatını bir gün sonra sınıfta haber almış, beynimden vurulmuşa dönmüştüm. Onun teessürü devam etmekteydi. 'Mehmed Âkif Bey'in ruhunu çağıralım' dedim. Geldi. Ben de şunu sordum: 'Aziz Üstadım! Haber alamadığım için son teşyi' vazifesini yapamadım. Bana kırılmış olmanızdan şüphe ediyorum." Derhal cevap verdi: 'Şüphene kırıldım.' Bu söz üzerine o kadar irkildim ki, kendimden geçtim. Çünkü Âkif Bey, sözü hep böyle veciz bir tarzda söylerdi.
Demek istiyordu ki: 'Ben seni tanımaz mıyım, kırılmış olmamdan nasıl şüphe ediyorsun? Ben darılsam, işte bu şüphene darılırım.'"