Necdet Subaşı: GALERİ DİNDARLIĞI

GALERİ DİNDARLIĞI
Giriş Tarihi: 23.07.2024 13:02 Son Güncelleme: 23.07.2024 13:02
Modern dünya, dini görünür kılmak ya da tamamen gizlemek arzusuyla kendini ifşa ediyor. Geçmişte gelenekle örtük bir şekilde temsil edilen din, bugün açık bir şekilde görünür olmaya ve mahremiyetten uzaklaşmaya zorlanıyor.

Giderek daha fazla insan, üzerinde yaşadığımız zeminin bildiğimiz dünyanın bir parçası olmaktan çıktığını söylüyor. Anlam, değer ve duyarlılıkların rahatlıkla içinde yer aldığı kadim haritaların miadını çoktan doldurduğu söyleniyor. Yaşam pratiklerindeki sınır tanımaz değişim, geleneğin formlarını
tanınmaz hale getirmekle kalmıyor, aynı zamanda bilişsel dünya hakkındaki manevi kabulleri de tartışılır hale getiriyor. Hayat artık her düzeydeki insan için içine karılmayı gerektiren etkili ve güçlü bir çekim alanı.

Bu ani ve sert dönüşümün gafilleri biziz ve ne yazık ki bu gafletin idrakine yetecek bir bilgi ve birikime de sahip değiliz. Dinî dünyanın bu fırtınaya karşı direnen temsilcileri ve olup bitenlerin farkındalığıyla gelişmelere karşı yeni bir hâl çaresi aramaya çalışan istisnai entelektüellerin tek tük itirazları da olmasa önümüzde akıp giden her ne ise ona koşulsuz, tartışmasız katılmaktan başka çaremiz yok gibi görünüyor.

Dinî-uhrevi bir dil ve düşünce dünyasından hareketle olup bitenleri anlamaya çalışanlar için aslında değişen hiçbir şey yok gibiydi. Bir "Hak" vardı, ezelden beri vardı; bir de "bâtıl" vardı. Bütün bir insanlık tarihi boyunca "bâtıl", onu tanımamızı mümkün kılacak işaretler eşliğinde birbirinden farklı desenlerle tezahür etmeye devam etmekteydi. Yani hep vardı ve onu açığa çıkaran da Hakk'ın apaçık aydınlığıydı. Bâtılın hakikati örtme, kapatma ve tahrif etme noktasındaki pervasız şehveti, ona karşı direnenler için güçlü bir şahitliği ve yer bildirimini zorunlu kılıyordu.

Esasen Hak da belliydi ve her daim açıktaydı. Bu bağlamda ne Hak ne de bâtıl özsel niteliklerinden hiçbir şey kaybetmemiş olarak karşımızda. Ne var ki batıl kendini takdim ederken her türden kozmetiğiyle, cezbediciliğiyle, manipülasyonlarıyla ve sürekli tazelediği stratejileriyle insanı yoldan çıkarmanın türlü formlarını üretmekten geri durmuyor. Burada anlaşılan o ki bize düşen bütün bir tarih boyunca çekişmeli bir şekilde varlığını ayakta tutmaya çalışan Hakk'tan hiçbir şekilde sapmamak ve hiçbir şekilde de bâtıla meyletmemek. Hilesi, numarası, oyunu ve çeldirici atraksiyonlarıyla her seferinde yeniden kurgulanabilecek bir esnekliğe sahip olan bâtıl, dini muhayyilenin yabancısı olduğu bir şey değil.

Maneviyata kriminal müdahaleler Öte yandan varlık dünyasının sırlarını, fiziğini, aritmetiğini ve matematiğini dahası topyekun metafiziğini anlamaya çalışan entelektüellerin çabası da nihayetinde hakikatin ortaya çıkmasını ve onu görünmez kılmaya çalışan gürültüye karşı kararlı bir şekilde derinleşmesini önceler. Ne var ki âlimlerin de entelektüellerin de yapmaya çalıştıkları şeylerin önünü kesmek, ürettikleri bilginin hayata erişimini zorlaştırmak için de bâtılın denemediği bir şey kalmamıştır. Bugün hepimiz gerçeklik ve makûliyet düzeni olarak sınırsız bir tazyikle ikna edilmeye çalışıldığımız yeni bir dünyada yaşamaya mahkûm durumdayız.

Sosyal gerçeklik alanının yeni dünyanın müphem ve muğlak evrenine intibakta yaşadığı zorluklar, tıkanma ve geri çekilme süreçleri bizi, dünü ve bugünü birbirinden ayrı kategoriler içinde okumaya zorluyor. Bu saflaşmanın belli başlı uç noktalarını, hatta limitlerini 18. yüzyılın başlarına kadar geri götürülebilmek mümkün. Böylece geçtiğimiz birkaç yüzyılda gelenekle modern olanın ayrışma ve saflaşmalarına destek sunan birtakım eğilimler, birbirine zıt hegemonik düşünce ve eylem formlarından fazlasıyla etkilenmiş olarak bugünlere evrildi.

Aradaki çekişmelerden çıkan sonuçlar din, gelenek, modernite, sekülerleşme vs. gibi kavramları gündelik hayatın sık kullanılan söz dağarcığına dâhil etmekte gecikmedi. Bugün kendi içine çekilmeye zorlanmış bir maneviyat, ortaya çıkmaya kalkıştığı her seferinde ya arkeolojik bir veri olarak kodlanıp işleniyor ya da kendini sınırlayan çitleri aşmayı göze aldığı ölçüde tekrar eski hâliyle dondurulmak üzere birtakım kriminal müdahalelere maruz bırakılıyor.

Yeni zamanların diline teslim olmuş bir muhayyile geçmişin müktesebatını çoğu zaman aşılması gereken bir engel olarak görür. Yeni zamanların sahibi olarak görünen tasavvur ise eskinin ister dinsel ister geleneksel olsun her türden iddia, söylem ve yaşama pratiğini bugünün enerjik akışı karşısında aşılması ve terk edilmesi gereken bir mânia olarak tanımlar. Üstesinden gelemediği durumlarda ise eskide kalanı olabildiğince dönüştürerek o heliyle yeni olana karıştırmanın mümkün ve muhtemel yollarını arar.

Sahici rollerden sanal temsillere

Kuşkusuz yeni zamanların ortaya çıkardığı gerilim alanları içinde en çok da din ve gelenek mevcut gelişmeler karşısında yara almaktan kendini kurtaramadı. Dinin kamusal, ritüalistik ve kültürel temsilleri birkaç yüzyıla yayılan siyasi ve akademik tartışmalar, büyük ölçekli operasyonel şiddet ve müdahaleler eşliğinde kendini koruma noktasında zaafa düşürülmüş ve özellikle son bir yüzyılda bütün çabasını kendini açıklamaya hasretmiş durumda. Dinin modern zamanların birbirini takip eden seyri içinde nerede nasıl konumlanacağı meselesi, örneğin İslam özelinde pek çok noktada ulemanın tasfiyesine paralel olarak ciddi bir içe kapanmayla sonuçlandı.

İslam'ın modern dünya pratikleri içinde başta Sovyet sistemi olmak üzere, şehinşahlık ve krallık rejimlerinde siyasetten uzaklaştırılmak dâhil ciddi daralmalara mahkum edildiğini biliyoruz. Yeni zamanlarda İslam'ın Müslüman dünya özelinde geri çekilmeye zorlandığı pek çok yerde dinin her şeyden bağımsız tabiatını bozmaya yönelik pek çok müdahaleden sıradan dindarlar da nasibini alıyor.

İslam'ın Müslüman sosyolojisini harekete geçiren, onaran ve arkalayan gücünün ortadan kaldırılmasına yönelik adımlar bugün daha çok bir değişime, dönüşüme ve yozlaşmaya tav olmuş kabullerle yer değiştirmiş durumda. Şimdilerde üzerinde durulmaya değer olanın gerçek ve sahici rollerden
çok sanal, sathi ve sahte temsillerle birlikte ancak gündeme gelebileceğine artık pek çok Müslüman da sanki kani olmuş durumda. Modern dünyanın çekiciliği içinde müslüman kalmanın İslami referans ağına bağlı kalarak giderek zorlaştığına ikna olmuş pek çok kişi için olması gereken dini yeniden ele almak ve biçimlendirmek, belli başlı kayıtları ve kısıtlamaları reddederek modern bir zihniyet yapısında karar kılmak.

Oysa din sadece "din"dir ve öyle kalmalıdır, zaten öyledir de. İster Müslüman olsun isterse olmasın, beşeri bir çevrenin etkisiyle bir müdahaleye, onarıma ve tasfiyeye açık değildir. Değişecek olan insandır ve bugün yaşanılan pek çok gerilim insan etrafında gelişen ve şekillenen bir duruma fırsat
veriyor. Bu nedenle dinin bir din olarak sahici karakteri ve yapısıyla Müslüman gerçekliğiyle şekillenen temsilleri arasındaki kolaycı eşleştirmeler, kabul edilmesi güç çıkarımlarla baş etmeyi zorunlu kılıyor. Oysa içtihad dinîdir, fetva kaçınılmazdır, ihya beklenendir.

Din mahremiyetten uzaklaşmaya zorlanıyor

"Din yeni zamanlara nasıl katılmalıdır?" sorusu, mevzunun esas anlamını ihmal eden teorik, pratik ve pragmatist beklentiyle cevaplanıyor. Modern dünyada, İslam reformuna yönelik beklentiler Müslümanları tarihî ve kültürel yüklerden kurtarmayı hedefleyerek popülerlik kazanıyor. Modernliğin iletişim ağları, dini alanı sıkıştırmak için sürekli olarak ataklar yapıyor. Müslümanlar, daimi ve geleneksel öğrenme biçimleriyle bağlantılarını giderek daha fazla kaybederek, İslam'ı yeni formlarla ilişkilendirmek zorunda kalıyor.

Bu durum zihinsel kargaşaya ve anlam kaymasına yol açıyor. Ayrıca kelam, fıkıh, akaid gibi disiplinlerin yanı sıra kadın, erkek, aile, cemaat gibi konu başlıkları da tahrik edici iddialarla ortaya çıkıyor. Modern dünya, dini görünür kılmak ya da tamamen gizlemek arzusuyla kendini ifşa ediyor.
Geçmişte gelenekle örtük bir şekilde temsil edilen din, bugün açık bir şekilde görünür olmaya ve mahremiyetten uzaklaşmaya zorlanıyor.

Gündelik hayatta dindarlık, özselliği, kişiselliği ve içsel deneyimleriyle mahremiyet üretir. Genelde tüm dinlerde olduğu gibi İslam'da da kişiyle Allah arasındaki ilişki ve bağların teşhirini herhangi bir şekilde meşru sayabileceğimiz bir dini gelenekten söz etmek mümkün değildir. Dinin özelde
derinleşerek ilerleyen, kamusal alanda da gündelik hayatın türlü boyutlarını kıymetlendiren etkisi ve ağırlığı onu doğrudan alenileştiren bir tercihe ihtiyaç duymadığı gibi bunu onaylamaz da. Bir başkasının onayına ihtiyaç duyan bir dindarlık dini terminolojide riya olarak tanımlanır ve her durumda bu fiil başta ahlaki çerçevelerin aşındırılması olmak üzere pek çok açıdan zemmedilmiş bir davranış olarak takbih edilir.

Görünürlük bir varlık beyanına dönüşüyor

Gelenekli yapılarda iman ikrarı tanınmak ve ayırt edilmek için önemli ve değerlidir ve mesela müslümanlar her fırsatta tekrarladıkları şehadetleriyle mümin olduklarını deklare ederler. Ancak dinin toplumsal alana özellikle birey üzerinden yansıyan yüzü ahlaki ölçütlerle karar ve kıvam bulur. Din, inanç, ibadet ve ahlak boyutuyla tek tek her müslümanda farklı düzeylerde karşılık bulur. Onun toplumsala ve kamusal alana yansıyan boyutları ise kurumsallaşmış yapılara etki eder. İslam, devlete, aileye, hayata, mimariye, musiki ve sanata böylelikle sirayet hâlindedir ve uzun vadede müslüman dindarlığı kendini medeniyetle teçhizatlandırır.

Bugün mahremiyet gizli saklı bir rüçhaniyet olmaktan çıkarılmış gibi. Modernliğin birbirinden farklı deneyimlerinde şekillenen yaşama pratiklerinde görünürlük takdir edilesi bir varlık beyanına dönüşüyor. Kendimizin, varlığımızın, duygularımızın, eğilim ve tepkilerimizin günahıyla sevabıyla deşifre edilmesinin adı "şeffaflık toplumu" oldu. Öyle ki artık erişilerek tüketilmesi gereken mutlak anlamda mahremiyettir.

Modernliğin evreleri gündelik hayatı zapturapt altına almaya devam ediyor. Bu etkileşim ve müdahaleler zincirinden dini hayat da nasibini alıyor. Artık dindar olmanın korunaklı-mahrem dünyasıyla yetinmek gündelik hayatı zedeleyici bir içe kapanma olarak okunuyor. Kendini göstermenin bin bir yolu vardır ve dindar olduğunu düşünenler de bu oldukça özel hususiyetlerini kitle tüketimine açıp paylaşarak bunlar üzerinden yeni bir imaj çalışması yapıyorlar.

Dinin bilinen dairesi içindekalmayı salık veren atıf düzeni ideal olanı "takva" olarak belirler. Takva sadece Allah'ı merkeze alan ve onu muhatap edinen bir dindarlığın kişiye takdir edilmiş veçhesidir. Takva dindeki derinliği, muhabbeti ve sıcaklığı yansıtır. Öte yandan kişisel ya da toplumsal düzeyde korunması gereken niyeti her durumda alaşağı eden her türden alenilik ise riyakarlık olarak betimlenir. Kimi ilerlemi durumlarda ise riyadan şirke hatta küfre kadar götüren bir tercih Müslüman kimliğini tehdit eden bir eşik olarak yerini koruyor.

Nihayetinde yaşanılan, bir galeriye ve onun hacim ve ambiyansına teslim edilmiş bir durum izlenimi veriyor. Başka pek çok şey gibi din de ifşa toplumunun sahnelendiği bir galeride seyirlik tutkuları tatmin etmek için seferber ediliyor. Derinlikli bir gözlem, karşı karşıya olduğumuz şeyin dini de dinselliği de dönüştürme çabasından asla ve kat'a vazgeçmeyen batılın endüstriyel bir sürümü olduğunu teyit edecektir. Bu bir hayli gösterişli karnaval ancak itidal, tefekkür ve sadelikle çekiciliğini kaybedecektir.

BİZE ULAŞIN