TARİHİ PROPAGANDA NEDEN YAPILIR?
Tarih bir sosyal bilim olmanın dışında toplumda en çok ahkâm kesilen konuların başında geliyor. Bunun birçok sebebi var. Biri; tarih yazıcılığının şifahi bir süreçle evrilerek matbuata/ arşive dönüşmesinden gelen bir geleneğin varlığı. Bir diğeri tarihin bir eğitim metodu olarak toplumlar tarafından yaygın bir şekilde kullanılması ki ilk neden de olduğu gibi bu sebepte de tarihi bilginin şifahi olarak aktarılmasından dolayı, sübjektif ilaveler çıkarmalar görmek mümkün.
Başka bir neden de tarihin; politik-askeri-iktisadi sonuçlara karşı bir kalkan veyahut bir aklama mekanizması olarak yorumlanma gayreti ki bu çaba
art niyetin bilime saldırısından başka bir şey değil. Pek çok tarihsel hadise, tarihi yaşayanların veya onları sevenlerin/onlara düşman olanların çarpıtmalarıyla gerçekliğinden ve tarihsel-gerçeklik bağlamından kopartılarak bir propaganda öğesi haline getirilmiş durumda.
Özellikle medyanın yaygınlaşması ve siyaset ile medyanın girift bir ilişkiye ulaşmasıyla birlikte bu propagandalar çok daha etkin ve tarihi adeta yeni baştan yazarcasına çirkin bir cesarete bürünerek hakikate tam bir kumpas kurmuş şekilde karşımızda artık. Bu yazımda bir anlamda metodolojik bir yol izleyerek bazı tarihsel hadiselerin nasıl çarpıtıldığını ortaya koymaya çalışırken aynı zamanda daha popüler bir dille bu davranışların siyaset
ve medya bağlamında geldiği noktaları ele alacağım.
Kapıyı kim açık bıraktı?
Geçtiğimiz günlerde sosyal medya aracı olan Twitter'da atılan bir twit ülkemizde gündem oldu. Anlı şanlı tartışma programları dahi birkaç gün boyunca bu twiti münazara ettiler. Siyasal iletişimciden hukukçuya, gazeteciden siyasetçiye kadar geniş bir yelpazedeki Türk insanı, bu twit üzerinden güncel ve tarihsel bir analiz yapmaya gayret etti. Kimileri çok basit bakarak sade yorumlar yaptı kimileri ise sınırları zorlayan hayal güçlerini kullanarak yaratıcı teoriler öne sürdüler.
Peki, neydi o twit? Ünlü iş adamı Elon Musk'ın "açık unutulan kapı" propagandasına dair attığı twitti. Propaganda diyorum çünkü bunun gerçeklikle bir alakası yok. Twitin dayandığı hikâye şöyle: "II. Mehmed ve askerleri tarafından fethedilen İstanbul, hasbelkader fethedilir. Şöyle ki rivayete göre Bizans askerleri surlarla çevriliolan şehirde bir kapıyı açık olarak unuturlar. Bir grup Osmanlı askeri buradan girerek fethin gerçekleşmesine katkı sağlarlar. İstanbul olacak Constantinapole II. Mehmed'in şahi toplarıyla yıkılan surlardan giren askerler sayesinde değil ancak kalenin bir kapısını açık bırakan askerler sayesinde fethedilmiştir!"
Bu tabii ki "kötü" bir uydurmadan ibaret. Bu rivayet dönemin tarihçileri arasında sadece Dukas'ın kaleme aldığı belgelerde geçer. Oysa Dukas fetih sırasında İstanbul'da değil Midilli'dedir. Dönemin Bizanslı ve Batılı kaynaklarına bakıldığında fethin, ismiyle müsemma bugün Topkapı olarak adlandırılan bölgede yıkılan bir kapıdan giren Osmanlı askeri tarafından gerçekleştirildiği ortaya konulur. Tarihi bilginin teyidi için kaynakların mukayesesi elzemdir. Bu bakımdan metodolojik bir süreç yönetimiyle Dukas'ın bu iddiasının gerçek dışı olduğu hemen anlaşılmaktadır. Peki, Dukas neden böyle yazar?
İstanbul'un fethi Hristiyan dünyasında büyük bir şok etkisi yaratır. İstanbul'dan sonra zaten bir Balkan devleti hüviyetini taşıyan Osmanlı Devleti'nin başarısını küçük görmek ve psikolojik zeminde gelen Türk tehlikesini görmezden gelmek için, küçük gördüğü bir varlığın kendisini korkuttuğunu gizlemek için insanlar çeşitli yalanlara sarılır. Dukas'ın da yaptığı Hristiyan âlemini temsilen böylesi bir yalana sarılmak olmuştur.
Ayrıca Türklerin askeri dehasını tahkir ve tahfif etmek için de böylesi bir temelsiz iddiayı ileri sürmekten imtina etmez Dukas. Bu hususta Prof. Dr. Erhan Afyoncu hocanın haziran ayı içerisinde yazdığı yazıyı okumak meramımı anlatmak için yeterli olacak. Peki, Musk neden böyle bir twit atar?
Musk; Türkiye ile sıcak ilişkilere sahip olmasına rağmen firmalarından birisi Yunanistan'da Ar-Ge merkezine sahip. Burada ciddi yatırımları bulunuyor. Yaptığı sosyal medya paylaşımlarında da Antik Yunan'a dair sempatisini gözler önüne seriyor. Vatandaşı olduğu S. Zweig'ı da okuduğunu yine bir paylaşımında görerek diyebiliriz ki; Zweig'ın fethe dair tarihsel yorumunu, sempati duyduğu Antik Yunanlıların torunlarına senkronize etmiş!
Lozan ne zaman bitiyor-muş?
Propagandaya kurban edilen bir başka tarihsel mesele ise Lozan… Mebzul miktardaki iddialara göre "Lozan antlaşması, sadece Türkler ve İngilizler arasında imza edilmiştir ve bu antlaşmanın asıl nüshası yoktur. Kamuoyuyla sadece bir kısmı paylaşılmış olup en önemlisi de Lozan'ın gizli maddeleri vardır!" Rivayet odur ki bu maddeler; "Lozan'ın imza edilişinden 100 yıl sonra dünyaya ilan edilecek ve yürürlükten kalkacaktır…"
Hani bir fıkra var; Yunanistan'a bir kadın evliya gelir. Rüyasında Hızır'ı görür. Onun için kızını kurban edecekken gökten bir keçi iner. Bu mesele tam da bu fıkrada olduğu gibidir; "Neresini düzeltelim?" sorusunu sordurur insana. Sondan başlayalım. Lozan Antlaşması süreli olarak değil süresiz olarak imza edilmiştir. Yine Lozan Antlaşması üzerinden geçen 100 yıldan sonra yürürlükten kalkmayacaktır. Lozan'ın yürürlükten kalkması veya revize edilmesinin şartı uluslararası hukukta yerini bulduğu gibi ancak bütün tarafların yeniden bir araya gelmesi en önemlisi de bu yeniden bir araya gelmeyi gerektirecek hayati bir durum olması ile "belki" mümkün olabilir.
İkinci olarak, Lozan Antlaşması'nın gizli maddeleri yok. Bütün maddeleri nüshalarında ilan edildiği gibi sarihtir zaten. Gizli maddelerinde "Türkiye'nin maden araştırmalarının sınırlandırıldığı, bazı kurumlarının akamete uğratıldığı ancak 100 yıl sonra "tam özgürlük' kazanabilecekleri" iddiası da tamamen asılsız ve kötü bir propaganda. Lozan'ın metni vardır. Lozan; sadece Türkiye ve İngiltere arasında imza edilmedi; Fransa, İtalya, Japonya gibi birkaç devlet daha bu antlaşmada taraftır.
Peki, neden böyle bir propaganda yapılmıştır? Cevabını arayalım. Lozan Antlaşması; Birinci Cihan Harbi sonrasında işgal edilen Türk topraklarının, Milli Mücadele ile işgalden kurtarılışının bir teyidi. Lozan; Gazi Mustafa Kemal Atatürk öncülüğündeki Türk liderlerin, milletle birlikte düşmana karşı başlattığı istiklal ateşini sahada olduğu gibi masada kazandığının hukuki bir delili.
"Sübjektif" düşüncenin sürükleyici gücü
Mezkur antlaşma ile Milli Mücadele başarıya ulaşarak bağımsız Türk devleti dünyaya kabul ettirilir. Ancak bu bağımsız genç Türk devleti -ki kısa bir
süre sonra Cumhuriyet rejimi ile taçlanacaktır- bazı toprak kayıplarıyla siyasi egemenliğini kabul ettirebilir. Türk devletinin "asgari sınırları" ile "asgari siyasi haklarını" temsil eden Misak-ı Milli, son Osmanlı Mebusan Meclisi ile TBMM'nin ikrarı, yemini ve ahdidir.
Lozan ile asgari siyasi haklara erişilmişse de çeşitli vatan topraklarının kaybına rıza gösterilmek durumunda kalınmıştır. Çünkü Milli Mücadele düzenli bir ordu, güçlü bir ekonomi, yetişmiş siyasi kadrolar eliyle değil bir avuç kahraman Türk subayı ve yaklaşık 200 yıldır durmaksızın harp eden Türk milleti tarafından müştereken yürütülmüştür. Anakronizme düşmeden açık bir zihinle yapılacak yorumlar askeri harekâtta mümkün olan her türlü başarının sağlandığı ve bunun üstünün pek mümkün olmadığı yönünde.
Lozan görüşmeleri sırasında İsmet Paşa öncülüğündeki heyetin de bihakkın vazifesini yerine getirdiği başta İngiliz belgeleri olmak üzere pek çok tarihçinin mutabakat sağladığı konular arasında. Ancak yine de diplomatik görüşmelerle daha fazlasının elde edilebileceği fikri, kaybedilen toprakların daha azaltılması inancı, Lozan'a dair yapılan tenkitleri besleyen "sübjektif" düşüncenin sürükleyici gücü. Bu bakımdan Türk tarafının da çeşitli ideolojik gruplar eliyle Lozan'ı tahkir ve tahfif etme çabası; kazanılamamış topraklarına olan hasretin kötü bir propagandaya devşirilmesi ile açıklanabilir.
Kısacası ifade etmek gerekir ki; tarih, tevil ve tahrif edilmeye en açık alan olarak kullanılıyor. Bilhassa politik düzlemde meşruiyet arama, hadiseleri küçümseme veya büyütme adına ya da güncel siyasi söylemlere bir menzil çizme adına bütün sınırları taciz ediliyor. Ayrıca medyanın gelişmesi ve çeşitlenmesiyle beraber bu tahrif süreci örgütlü bir sürece dönüşerek gerçeğin tamamen bozulmasına, içinin boşaltılmasına neden oluyor ki bu durum en çok ideolojik taraftarların kurnaz ama kötü bir işi olarak kayda geçiyor!