Rümeysa Önal: ANİMELERİN DÜNYASINA NASIL GİRDİM

ANİMELERİN DÜNYASINA NASIL GİRDİM
Giriş Tarihi: 30.6.2022 14:04 Son Güncelleme: 1.7.2022 11:53
Ekrana hâkim olan, kendi hikâyesini yayma yetkisine sahiptir. Japonların animesi ülkenin en büyük ihracat ürünlerinden biri ve dünyadaki en bilindik görsel tarzlardandır. Japonya’da anime ve manga, kültürel sirkülasyonun sürdürülmesine katkı sağlayan en büyük mekanizmalardandır.

Animenin (Japon çizim sanatı ile oluşturulmuş çizgi filmler) renkli ve büyüleyici dünyası genellikle insanların Japonya ile buluşma noktası oluyor. Evinde televizyon ile büyüyen herkes dublajlardan sebep farkına varmasa da mutlaka bir Japon animesini zevkle izlemiştir (Şeker kız Candy, Kaptan Tsubasa, Arı Maya, Heidi, Pokemon).


Japon animelerin etkisi altında büyüyenlerden biride benim. Çocukluğumda bu çizgi filmleri zevkle izlemekle kalmayıp tüm eğitim ve iş hayatımı bu sanata hem akademik hem pratik anlamda uyarladım. 2018 senesinde Willem de Kooning Akademisi'nde Animasyon bölümünden mezun olduktan sonra 2021'in sonunda animasyon üzerine araştırma gerçekleştirmek için Kyoto, Japonya'ya taşındım.


Japon animesinin muhteşem dünyasını sizlerle paylaşmak için önce "hikâye" sanatının temellerini inceleyip, coğrafyalara göre hikâyenin nasıl şekil aldığını, animasyonu bir çalışma alanı olarak ve sonunda Japon animasyonunu global bir fenomen olarak inceleyeceğiz.


Benim buluşma noktam
Belirli bir yaştan sonra başka ilgilerimin olacağını düşüncesinde olan ailem ısrarla çizgi film izlemeye devam etmeme şaşırmışlardı. Çizgi film izlemeyi o kadar çok seviyordum ki ilk aşkım bile bir çizgi film karakteriydi. Çocukken okuma yazmam olmadığı için çizgi filmlerin altyazılarını okuyamıyordum. Evde Türkçe, okulda Felemenkçe öğrenmekle birlikte çizgi film izleyerek de İngilizce konuşmayı öğreniyordum. Lisedeyken bir sınıf arkadaşımla çocukken izlediğimiz çizgi filmler üzerine muhabbet edince en sevdiğim çizgi filmler Heidi ve Dragonball'dan bahsederken bana bunların Japon animesi olduğunu ve yeni nesil animeleri online bir platformdan izleyebileceğimden ve beğeneceğimi düşündüğü Death Note adında yeni bir Japon animesinden söz etmişti.


İnternet yayınlarından o zamana kadar haberim olmadığı için Death Note ile birlikte yepyeni bir dünya açılmıştı önüme. (Death Note, 17 yaşındaki okul birincisi olan Light Yagami ve başka bir âlemde canı sıkılmış olan bir Ölüm Meleği (Shinigami) Ryuk'un ölüm defterinin dünyaya "yanlışlıkla" düşürmesiyle ve Light'ın bu defteri bulup hayal ettiği daha adil bir dünyayı oluşturma çabasını konu eden bir animasyon filmiydi.)
Bunların hepsi İngilizce altyazılı yayınlıyorlardı. Çizgi filmlerin tekniği ve hikâyesi o kadar ilgi çekiciydi ki o an hiç duymadığım ve kulağıma tuhaf gelen Japonca'ya alışmış hatta alışmakla kalmayıp açılış şarkısını ezberlemiş ve izlerken ben de söyleyebiliyordum. Death Note sayesinde Japon animelerine ve o animeleri üreten kültüre karşı yoğun bir ilgim oluştu.


Japon çizgi filmleri görsel estetikleri ile bilinmesine karşın en önde gelen çekiciliği bu değildi; hikâyelerin olgunluğu ve ele aldığı derin felsefi sorular insanı bambaşka konuları ve âlemleri düşünmeye sevk ediyordu. Aynı zamanda o yaşıma kadar hiç bir Japon ile tanışmadığım halde Japon dili, kültürü ve tarihi hakkında anime sayesinde bilgi ediniyordum. O an çizgi filmin bir aracı olarak harikulade bir kültürel köprü metodu olduğunu idrak ettim ve böylelikle ben de bu mesleğe dâhil olmak istedim.


Hikâyenin temelleri
Hikâyeler evrensel insani tecrübeleri ortaya çıkarır. Hikâye her zaman doğduğu coğrafyanın kültürüne göre ifadesini şekillendirir. Her hikâyenin bir başkarakteri vardır. Joseph Campbell'in (Binlerce Yüzlü Kahraman / The Hero with a Thousand Faces, 1949) kitabında kahramanın stabil bir döngüsü vardır. Bu döngünün başlaması, başkarakterin dünyasındaki dengenin bozulmasından kaynaklanır ve bu dengenin bozulması "maceranın çağrısıdır". Bu dengeyi bozan düşman her türlü şekle girebilir. Bu bir kişi olabilir, iklim, devlet veya bir virüs. Hayatın dengesini bozan her şeyi kahramanın bakış açısından bir düşman olarak anlayabiliriz.


Bu formülü hayatın kendisi olarak algılayabiliriz. Başkahraman sensin ve son nefesine kadar bir dengeyi kurma ve muhafaza etme çabasındasın. Zaman geçtikçe iç ve dış sebeplerden dolayı daima iç huzuruna yönelik bir meydan okuma durumu gerçekleşecek. Bu zorluklarla başa çıkma şeklimiz bizi kişi olarak tanımlar. Başka hikâyeler dinledikçe tercihlerimizle alakalı olarak kendimize esas soruları sormaya başlarız.
Eğer başkalarının hikâyesini bilmezsek; her zaman kendi kafamızın içindeki düşünme mekanizmamızı sorgusuz sualsiz doğru olan yöntem olarak algılayıp kibirli insanlara dönüşme riskimiz oluşur. Hikâyeler sayesinde bir toplumun dünyaya bakış açısı, kültürel mirası ve topraklarının tarihini öğrenebiliriz.


Şimdi, kahramanımızın dünyası ile dünyasının dengesi ve bu dengenin bozulmasına sebep olan şey, düzelme şekli ve kahramanımızın dünyasına geri dönüş şekli her kültür ve toplumsal bakış açısına göre değişkenlik gösterebilir. Mesela 21. yüzyılın başından beri dominant bir şekilde sinema sektörü ve anlayışına hakim olan Batı sinemasında dünyanın dengesi daima baş kahramanın istek ve arzularına göre şekillenir.
Batı'nın çizgi filme bakış açısı bir "çocuk medyası" olarak tanımlandığı için Batı çizgi film dünyasında kahramanların iyiliği, istekleri ve arzuları daima sorgusuz sualsiz doğru olandır. Ona karşı çıkan her şey bir düşman olarak algılanır. Böylece Batı dünyası hikâye yapılarını izleyerek zamanını geçirmiş kişilerde özellikle belli bir yaşın altındaki bireylerde "ben-merkezci" bir kişilik yapısı baş gösterir.


Kültür ve etki kuvveti
Kesinlikle unutulmaması gereken yegâne husus hikâyenin hakikatten kaçma aracı olmadığı, bilakis hakikati arayış yöntemi olduğudur. Sinemanın bir toplumu yansıtabilme kapasitesinden bahsederken gündelik olarak tükettiğimiz hikâye miktarını bir düşünelim. Telefondan sosyal medya ile, televizyondan haberler ve diziler ile, bilgisayarımızdan çeşitli platformlardan çeşitli yayınlar ile.


Bu yayınların hepsi genel olarak Batı hikâye yapısına göre şekillenir. Bu kadar miktarda yoğun ve baskın bir şekilde tüm platformlarda hâkimiyetini sürdüren Batı hikâye yapısına rağmen Japon animeleri bunların arasından sıyrılmış ve yıllar boyu Japonya dışında da kendine sadık geniş bir hayran kitlesini oluşturup bunu devamlı kaliteli içerik üreterek muhafaza etmiştir. Bunu yapabilmiş olması hikâye yapısındaki farklılıktan kaynaklanır.
Japon hikâyelerinde karakterlerin hedefine ulaşma şekli düşman güçlerinin başkarakterin arzusu ve isteğine göre şekil alması ile gerçekleşmez. Japon kültüründe Türk İslam kültüründe de bulunduğu gibi bir terbiye süreci vardır ve karakter kendindeki kusurları öğrenme sürecinden geçer. Hedefe ulaşma şekli daima karakterin kendisi ile keşfettiği yeniliklere göre değişkenlik gösterir. Her iyi karakter içinde biraz kötülük, her kötü karakter içinde biraz iyilik barındırır.


Her karakter iki zıt dünyanın da içinde barındığının bilincinde olduğu için seyirci ve okuyucu çok kolay bir şekilde kendini o karakterlerin yerine koyabilir. Başkarakterlerin kusurlu olması seyircinin onunla daha anlamlı ve samimi bir bağ kurmasını kolaylaştırır. Aynı zamanda Japonların çizgi film ve çizgi romana yaklaşımı bir çocuk medyası olarak değil, her yaşa etkili bir şekilde hikâye aktarabilme aracı olarak görüldüğü için anime ve mangalarda çok sayıda kategoriler bulunur.


Japon animasyonu insan halinin karmaşıklığını daha detaylı ve dürüst bir şekilde ele alan bir platform olduğu için popülerliği kısa vadeli bir trend değildir; tüm Hollywood ve güncel Kore sineması trendlerine rağmen kalıcılığını muhafaza etmektedir.


Animasyonun en önemli kuralı
Konuşma dilinde sarf ettiğimiz kelimeler kimi zaman birçok özel tecrübeleri tercüme etmekte zayıf kalabiliyor. Kendimizden mesafe alıp ekranda bir karakterin zorluklarla başa çıkma yolunu gördüğümüz zaman onlardan ders alarak kendimizi anlamak için daha iyi bir fırsatımız olur. Film sayesinde kendi hayal dünyamızın sınırlarını aşarak başka âlemlere seyahat edebiliriz. Var olmanın ağırlığını ve kaçınılmaz olan ölüm gerçeği ile başkalarının hayat ile nasıl başa çıktığını öğrenmek için birbirimizin hikâyelerini merak ederiz.


Hikâye anlatmanın en dürüst ve güçlü aktarma şekli animasyondur. Animasyon var olan dünyanın fizik kurallarına ve yasalarına bağlı değildir. Animasyon oluşturulduğunda boş bir sayfada baştan yeni bir kozmoloji düşünüp inşa edilmektedir. Beyinde hareket illüzyonun oluşması için saniyede en az art arda 12 resim geçmesi gerekir. Akışkan hareketi oluşturmak için bu saniyede 24 defa yapılması gerekir. Sonuç olarak 1 dakikalık animasyonda 1440 kare resim bulunur. Tüm boşlukları anlam ve amaç ile doldurulur. Çünkü boşluk içerisinde inşa edilen dünyada tesadüf diye bir şey yoktur.


Animasyonun en önemli kuralı tutarlılıktır. Hikâyede ve estetiğinde tutarlılık bulunduğu zaman seyirci kendini ekrana teslim eder. Hayao Miyazaki'nin ünlü eko-epik filmi Mononoke Hime (1997) filminin yüzde 90'ı elle çizilmiştir, dolayısıyla filmde toplamda 144 bin el çizimi kare bulunmaktadır. Japonya'da dijital animasyon kullanılmasına rağmen dünyadaki analog animasyon geleneğini sadık bir şekilde devam ettiren tek animasyon endüstrisidir. Algoritmik bilgisayar estetiği, konu edilen manevi hassasiyetleri tam bir şekilde barındıramadığı için el emeği filmlerine hala başvurulmaktadır.


Normal film çekimlerinde oyuncular ile birlikte çalışmak yerine animasyon sektöründe çalışanlar ekrandaki görünen her detayı düşünüp, tasarlayıp üretirler. Böylelikle gerek hikâye açısından gerekse de vazgeçilmez geleneksel animasyon tekniklerinin sunduğu görsel estetik yönünden zengin bir animasyon arşivi oluşturmaktadır.


Japon animasyon dünyası
Ekrana hakim olan, kendi hikâyesini yayma yetkisine sahiptir. Japonların animesi ülkenin en büyük ihracat ürünlerinden biri; aynı zamanda anime stili çizimler dünyadaki en bilindik görsel tarzlardandır. Japonya'da anime ve manga, kültürel sirkülasyonun sürdürülmesine katkı sağlayan en büyük mekanizmalardandır. Hatta çizgi roman veya çizgi film formatında kalmayıp aynı zamanda belediyeler veya özel şirketlerde halk ile bağlantı kurmak amacıyla anime maskotlar üretip kullanırlar.


Batı'da herkes çizgi filmle ilgili olmadığı gibi elbette Japonya'da da herkes anime ve manga ile alakadar olmaz. Ancak bunlar yine de kültürlerini tanımlayan en belirgin unsurlardan biri olmuştur. Anime dünyada tanınmış bir eğlence ürünü olmasının yanında aynı zamanda Japon kültürünü öğrenmek için de etkili bir araçtır. Hikâyelerinde dil, dini törenler, yemek, giyim, sanat, kültürel festivaller ve etkinlikler, örf ve adetler, mitoloji ve gündelik etkileşimler resmedildiği için bu anlamda anime Japonya için mükemmel bir etki aracı olmuştur.


Japonya'da yetişen bireyler toplumsal iyilik ve birliği düşünme motivasyonu ile çocukluktan beri kendi üzerine düşen görevleri her daim öğrenip iyi bir şekilde uygulayarak sabır, saygı, mücadele ve sevgi kavramlarını öğrenirler. Japon manga ve animelerde gösterilen karakteristik özellikler bu değerlere göre hikâyelerini şekillendirir. Animasyon ve manga sadece çocuklara yönelik olmadığı için de ileriki yaşlarda da kendilerine uygun daha içselleşen ve esas sorularla mücadele eden karakterlerle birlikte devam edebilirler.


Bir manga bir dergide yayınlanır ve toplum nezdinde kabul görürse seri olarak üretimine devam edilir. Japon toplumu dünyevi hayat için var gücüyle çalışan bir toplum olsa da manevi yaşamı da gündelik yaşamlarından ayırmadan yaşar. Böylece film medyası bu iki dünyayı barındırarak daha gerçekçi ve kapsayıcı bir yaşam resmi çizip ilginç hikâyeler sunmaya devam edebilmektedir.

BİZE ULAŞIN