Bir şeyin değeri ne ile ölçülür? Para söz konusu olduğunda bu sorunun cevabı kolay. Paranın değeri -kabaca- onun alım gücü ile ölçülür diyebiliriz. Ne kadar az miktarla ne kadar çok şey alabildiğine göre bir miktar paranın değerini belirlemek mümkündür. Peki ya eski bir para? Mesela 50 yıl önce tedavülden kalkmış bir paranın değeri nasıl ölçülür? Elbette bu paranın değerini belirleyen şey alım gücü değildir. Belki ulaşılamazlığı yani nadir oluşu bu parayı yine "parasal" bir değerle ölçmeye imkan verir. Bugünün parasıyla bu nadir paraya bir değer biçilebilir. Peki ya kazandığınız ilk parayı saklıyorsanız? Ya da dedenizin ölmeden bir gün önce verdiği harçlığı harcamaya kıyamadınız. Bu paraların değeri ne ile ölçülür?
Hiçbir şeyle. Nesneler arasında değer karşılaştırması yapmak için, dayanılacak bir ölçüt bulmak gerekir. Bu, ölçülebilir ve karşılaştırılabilir değerdir. Bu birinci anlamdaki değer, faydayla yani işlevle ortaya çıkar. Tedavülden kalkan paranın işlevi de bitmiştir. İşlevi biten paranın değeri kalmaz. Fayda bir amaçtır ve kendisine ulaştıracak her şeyi araçsallaştırır. Faydası için değerli olan her şey kendi değerini bu faydaya borçlu olur böylece. Söz konusu fayda elde edildiğinde, onun için kullanılan araçların değeri de kalmaz. Bu yüzden araçsallaştırma, nesnelerin ve insanların kendi değerini yitirmesiyle sonuçlanır.
Değerin ikinci anlamı, insanın, kendini aşan gerçeklerin bir parçası olmasıyla ilgilidir. Bir şeye değerini veren şey diğer nesnelerle karşılaştırılması değilse ölçülebilir olmayan bir değerden söz ediyoruzdur. Kazandığınız ilk paranın değeri, o emeğin hayatımızda biricik olmasından veya bize hatırlattığı şeylerden ileri geliyor olabilir. Bunlar herhangi bir şekilde karşılaştırılabilir değildir. Bir bebeğin gülümsemesinin, bir hasta ziyaretinin, sevgilinin hediyesinin, anne-baba emeğinin, dost muhabbetinin değeri de karşılaştırılabilir olmadığı için ölçülmez. Dürüstlüğün değeri, verilen sözün değeri, insan yaşamının değeri de ölçülemez ve değere sahip olanı değerli kılar. Bunlar, bir faydaya ulaştırdığı için değil, bizzat kendisi değerli olduğu için değerlidir. Dürüstlük veya sözünde durmak sonuçta size zarar verecek olsa bile değer ifade eder.
Faydadan öte bir değer
İlk anlamdaki değer faydayla ortaya çıkıyorsa, ikinci anlamdaki değeri doğuran da inançtır. Faydasına veya zararına bakmadan bir şeye değer verebilmeniz demek ona inanmanız demektir. İnanç, ülkü veya ilke olarak adlandırabileceğimiz bu durum, insanın sadece değerli olana yönelen değil, aynı zamanda değer yükleyen bir varlık olmasıyla ilgilidir. Faydalı olan (veya olduğunu düşündüğümüz) şeylere kayıtsızca yöneliriz ve o faydayı bir amaca göre elde etmeye çalışırız. Su içmek bu anlamda faydalıdır. Çünkü içmezsek hayatta kalamayız. Bu yüzden suyun faydası tartışılmaz.
Suyun bu faydasından dolayı, insanların suya ulaşımını sağlamak ve ulaşmaya engel olan şeyleri ortadan kaldırmaya çalışmaksa faydadan öte bir değerle ilgilidir. İşte ikinci anlamdaki değer, burada kendini gösterir. Eğer insanların yaşam hakkınınolduğuna ve suyun temel insani hak olduğuna inanıyorsanız, bu hakları kendiniz veya başkası için aramak, herhangi bir fayda gözetmeksizin değerlidir. İnancınız, kendinizi aşan bir gerçekliğin parçası olma imkanı sağlamıştır size. Bu örnekte, yaşam hakkı, yaşayan ve onu savunan herkesi aşmaktadır mesela.
Değer verdiğimiz her şeyde fayda ve inanç farklı oranlarda da olsa bulunur. Adalete inanan birisi, çalıştırdığı kişinin hakkını verir. Elbette bu, çalışanın aynı zamanda kendi işyeri için faydalı olmasıyla ilgili olabilir. Fakat bu, söz konusu iddianın sağlamlığını etkilemez. Hakkını alan çalışan, işini gerektiği gibi yapmaya devam eder diyelim.
Peki öyle olmazsa? İnanç ile fayda çatışırsa ne olur? Mesela susadığınızda su içmenin faydalı olduğunu söyledik. Ama aynı zamanda Ramazan ayında oruç tutuyorsanız iftar vaktine kadar bu faydadan vazgeçmişsiniz demektir. Neden yaptınız bunu? İnandığınız için. Orucun bedene veya topluma bir faydası varsa onu gerçekleştirmek için değil, orucu emreden ilkenin kutsallığına inandığınız için yaptınız. Yani burada susuz kalmaya değer veren sizsiniz. İnançla fayda çatıştığında inancı seçtiniz. İnanarak, basit bir aç kalma eylemine değer verdiniz. Buna karşın faydasını gözeterek aç kalan içinse, doyduğu anda bu eylemin herhangi bir değeri kalmayacaktır.
Araçsallaştırma insanı edilginleştirir
İnanmak, zihni ve duyguları düzenleyip şekle sokar. Yaratma edimini gerçekleştirmek, yani etkilenen değil, aynı zamanda etkileyen olabilmek inanmakla mümkündür. Kendinizden bağımsız ve sizi aşan bir doğruluğa inandığınızda, şartları ona göre değerlendirme imkanına kavuşursunuz. Kendi istek ve ihtiyaçlarınızdan bağımsız ahlaki iyiliğin olduğuna inandığınızda, davranışlarınızı buna göre düzenlemeniz imkân dâhilindedir. Güzelliğin sizi aşan bir ilke olduğuna inandığınızda, kendinizi o ilkeye uydurarak güzelleşebilirsiniz. Ebette bunların peşine düşmek faydadan hâlî değildir. Örneğin iyi bir insan olursanız işleriniz rast gidebilir. Daha önce ifade ettiğimiz gibi bu ilkesel değeri zayıflatmaz. Zira ne doğruluğa ne iyiliğe ne de güzelliğe sırf faydası için değer veririz. Onlara olan inancımızla kendimiz de onların bir parçası olarak değer kazanırız.
Araçsallaştırma, fayda elde etmek için gereklidir. Doğal ve toplumsal ihtiyaçlarımızın büyük bir kısmı inançla değil araçsallaştırmayla karşılanır. Her şeye aşkın bir değer veremeyiz. Güçlü bir inançla da olsa çamaşır suyu içmenizin sonucu hiçbir değere hizmet etmez. Çamaşır suyunun doğru yerde araç olarak kullanılması gerekmektedir. Veya bir otobüs şoförü, para kazanmak için hizmet eder. Şoförün hizmetine aşkın bir değer yüklenmez, toplumsal saygınlık ve ekonomik karşılığı neyse o verilir. O da başka birinden benzer hizmetler almaktadır. Diğer herhangi bir mesleğin de hizmeti bu toplumsal faydaları elde etmek için bir araç olarak kullanması sorun teşkil etmez.
Ancak araçsallaştırma, fayda dışında bir şey getirmediği için, insanı edilginleştirir. Çevresinde olan bitenle yalnız fayda-zarar ilişkisine sahip olan kişilerin, esen her rüzgârdan etkilenmesi bu yüzdendir. Bu açıdan baktığımızda, araçsallaştırma inanmanın önünde büyük bir engeldir. İnancı çevresinde etkin olmayan bir kişi, doğal veya toplumsal olarak faydalı olduğunu gördüğü şeylere göre kendini ve hayatını şekillendirmeye çalışır. Davranışları ve inançları gittikçe edilginleşen biri için tüm bu ihtiyaçları karşılamanın esas değeri de azalmaya başlar: Yaşamak. Yaşasak da yaşamasak da doğanın aynı şekilde devam edeceğini bilmek veya toplumun bir parçası olsak da olmasak da toplumun bir şekilde işleyeceğini düşünmek, yani edilginlik, insanın kendini aşan değerini göz ardı eder. Hayatta kalmak için yapılan faydalı şeyleri hayatın kendisi nasıl değerli kılabilir?
İnancın gücünü kullanan insan
Nihilizm işte tam burada başlar. Hayatımızın değeri faydayla ölçülürse, koskoca evrende bir gezegenin sakinleri olarak milyarlarca yılın altmış bilemediniz seksen yıl yaşamamızın ne değeri olabilir? Bir parçası olduğumuz fiziksel evren bize tümüyle sağır görünmektedir. Doğa yasaları ve toplumsal zorunluluklar hesaba katıldığında, istek ve ihtiyaçlarımızla elde edeceğimiz maksimum fayda, evrenin tamamı için bahsetmeye değmez küçücük bir etkiye sahiptir. Politika, akademi, edebiyat, sanat, bilim gibi tüm insan faaliyetleri bu fayda ölçüsüne göre bakıldığında hiçe yakın bir etkiye sahiptir. Bu acizlik, büyük bir değersizlik hissiyle doldurur hepimizi. Tanrı'ya bile sorar oluruz: Hiçbir etkim olmayacaksa beni neden yarattın?
Değer yüklemeyi bilen, yani inancın gücünü kullanan insan etkin bir haldedir. Onun için kendini aşan ve onunla bütünleşmeyi arzuladığı iyilik, doğruluk ve güzellik gibi ilkelerin bir parçası olabilecek küçücük eylemlerin bile değeri vardır. Bir hasta ziyaretinin değeri, 93 milyon ışık yılı genişliğindeki evrendeki herhangi bir şeyle karşılaştırılamaz. Çünkü başta belirttiğim gibi, inanmak karşılaştırılabilir olmayan değerlerle ilgilidir. İnsan kendi doğasını, yani evrenin ve toplumun ona çizdiği sınırları aşarak (aşkın kelimesi buradan gelir) bir hasta ziyaretinde bulunur. Ziyaretinden dolayı hasta iyileşecek midir? Bilmiyoruz. Ama ziyaret, hastanın iyileşmesi dahil herhangi bir fayda gözetilerek yapılmadıysa evrendeki fiziksel etkisizliğiyle karşılaştırılamayacak bir değer kazanır. Yani bu örnekte, hasta ziyareti herhangi bir şey için araç değildir, o eylemin bizzat kendi amacıdır.
Her şeyin sadece kendine atıfla bir değerinin olduğunu kabul etmemiz ve o değeri başka bir şeye (mesela bir işleve) indirgememeye özen göstermemiz, araçsallaştırmanın önünü keser. İnanmak, her şeye kendi değerini vermektir. Bu yaklaşıma göre, şeylerin bir değeri yoksa âlemin de yaşamın da toplamda bir değeri yoktur.
Araçsallaşan bir yaşam
İnancın bir değer verme gücü olduğu, üstelik bizden bağımsız bir değere atıfla bu değerin verildiğini düşünmek, insanı, davranışları, eşyayı, toplumu, hatta dini bazı işlevlere indirgeyerek "faydalı" hale getirmeye çalışanlar için kabul edilemezdir. Onlara göre her şeyin değeri zaten o şeye içkindir ve bize kalan onu keşfetmektir. Ancak evrende geçici ve çok kısıtlı bir faydadan başka bir değer bulamayız.
Bunun için ideolojiler tarihe veya topluma atıfla bir gelecek kurarak faydayı inanç haline getirmeye çalışırlar. Dinî yaklaşımlar da ebedî kurtuluşu ve Tanrı'nın rızasını fayda olarak göstererek değeri bu dünyanın dışından getirmeye çalışırlar. Oysa ikisinin de yaptığı sonucunda ortaya çıkan şey yine hayatın ve evrenin tümüyle bir araç haline getirilmesinden başka bir şey değildir.
Araçsallaşan bir dünyada, araçsallaşan bir yaşamda, neye değer verirseniz verin kendi değeriniz azalır. Nihilizm buradan her düşünceye ve davranışa kolayca sızar. Elinizde tek değer olarak kazanmak kalır. Ne olursa olsun kazanarak bu nihai değersizliği yenmeniz lazımdır. Ama kazandığınız şeyin bir savaş, bir ekonomik yatırım, bir seçim veya bir tartışma olması asla yetmez. Hepsi de kazanmanın birer aracı olduğu için daha en baştan değersizleşmiştir. İlginç olan şudur ki kazanacağınız şeyin manevi olduğunu düşünmeniz de çok farklı sonuç doğurmaz. Size kazandıracağı şeyle meşgul olduğunuz ibadetin de kendi değeri yoktur çünkü gözünüzde. Size manevi dereceler kazandıracak "faydalı" birer araçtır hepsi neticede.
İnanç ve fayda farklı kaynaklardan doğuyor olsa da, ikisi de bir anlamıyla değer ortaya koyduğu için sıklıkla karıştırılır. Değer yüklenmesi gereken yerde (inanç) değer arayan, değer aranması gereken yerde (fayda) değer yükleyen insanlarla her yerde karşılaşırız. Bu karışıklık kimi insanları faydası için inanmaya kimilerini de faydayı inanç meselesi saymaya neden olur. Her iki durumda da değer kaybı kaçınılmazdır.