“Yeni Dünya Düzeni”nde muhalefet hareketleri
Yeni Dünya Düzeni kavramı, kamuya açık bir alanda ilk kez, Körfez Savaşı sırasında, 11 Eylül 1990 günü yaptığı bir konuşmada, dönemin ABD Başkanı George W. Bush tarafından kullanıldı. Doğu Bloku dağılmış, Soğuk Savaş bitmiş, uluslararası sistemin üzerine kurulu olduğu iki kutuplu sistem sona ermişti. ABD yine hegemon güç olmaya devam ediyordu ama artık çok kutuplu, çok merkezli, daha karmaşık bir dünya sistemi ortaya çıkmaya başlıyordu.
Yıkılan ve yerine yenisi kurulmakta olan sistemle birlikte muhalefet hareketleri de dönüşüm geçirmeye başladı. O zamana kadarki muhalefet hareketleri genellikle sol tandanslı, Sovyetler Birliği, Çin, Küba vb. örneklere göre, çoğunlukla da siyasi partiler etrafında örgütlenmişti ve daha çok sınıf temelli politikalar izliyordu. Merkezine çalışan sınıfların taleplerini alıyor, işçileri sendikalarda ve partilerde örgütlüyor, grevler, büyük yürüyüşler, mitingler gibi klasik sol eylem biçimlerini tercih ediyordu.
Ancak sosyalist blokun dağılmasından itibaren, ideolojik temelli bu muhalif hareketler de yeni bir eksen arayışına girdiler. Daha çok kimlik temelli talepleri öne çıkaran, küçük gruplar ortaya çıkmaya başladı. Etnik, dinsel, cinsel, çevresel vb. sorunları dile getiren, partilerde değil derneklerde, dergi çevrelerinde, kulüplerde bir araya gelen bu gruplar, eski total mücadeleler yerine mikro ölçekli mücadeleleri benimsemeye başladılar. Bu arayışlar 1990'ların sonuna kadar, yaklaşık 10 yıl sürdü.
1999'da ABD'nin Seattle kentinde başlayan protestolar bu "yeni" muhalif hareketlerin bir potada buluşabilmesinin kanalları için bir işaret fişeği oldu. Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) toplantılarını protesto etmek için toplanan grupların bu eylemi "Seattle Buluşması" olarak tarihe kaydedildi. Birbirinden çok farklı taleplerle bir araya gelen bu grupların buluştuğu ortak nokta "küreselleşme karşıtlığı" oldu.
"Alternatif küreselleşme"
Yaklaşık 50 bin gösterici, DTÖ konferansının yapılacağı bölgeye giden bütün yolları kapattı. Trafik ışıklarını bozarak trafikte karmaşaya yol açtı. Sonuçta konferans neredeyse boş bir salonda toplandı. Olağanüstü hal ilan edilip 500 kişi gözaltına alındıktan sonra eylemler bitti ama dünya çapında yeni muhalif hareketlere örnek oldu. Bu eylemler aynı zamanda, internet aracılığıyla yoğun biçimde örgütlenmenin de ilk örneğiydi.
Göstericiler kapitalist küreselleşmenin yayılmasıyla, büyük ticari anlaşmalar ve finansal piyasaların deregüle edilmesi yoluyla, çokuluslu şirketlerin kontrolsüz bir güce eriştiğini öne sürüyordu. Bunun da başta iş ve işçi güvenliği, çalışanların yaşam standartlarındaki hızlı düşüş, çevre tahribatı, ulus devletlerin bağımsızlık ve egemenliğinin ve yasama yetkisinin tehdit altına girişi gibi sonuçlara yol açtığı vurgulanıyordu. Benzer eylemler Avrupa'da hızla yayıldı. Artık DTÖ, Dünya Bankası, IMF, G8, Dünya Ekonomik Forumu gibi kurumlar nerede toplantı yapacak olsa orada mutlaka küreselleşme karşıtlarının kitlesel protesto eylemleri görülüyordu.
Bir yandan da yeni doğan bu hareketin nitelikleri ve kavramsal çerçevesi tartışılıyordu. 2001 yılında küreselleşme karşıtı hareket Brezilya'nın Porto Alegre kentinde, Dünya Ekonomik Forumu'na karşı Dünya Sosyal Forumu'nu ilan etti. Burada düzenlenen toplantılara dünyanın çok çeşitli ülkelerinden aktivistler katıldı. "Küreselleşme karşıtı hareket" yerine "alternatif küreselleşme" kavramı benimsendi. Sosyal Forum çok kısa sürede Latin Amerika'dan Avrupa'ya yayıldı. Hatta Türkiye'de de çok büyük ilgi gördü.
Dünya aynı anda sokakta
Hareket tüm dünyada zirvesine Irak'ın işgali sırasında düzenlenen savaş karşıtı protesto gösterileriyle ulaştı. İnternet aracılığıyla örgütlenen çeşitli gruplar birbirleriyle hızla haberleşiyor, ortak sloganlar üretiyor, yerelde farklı farklı pratikleri organize eden gruplar tüm dünyada aynı anda sokağa dökülüyordu.
Ortaya çıkan kalabalıkları oluşturan grupçuklar birbirinden çok farklıydı. Örneğin işçi sendikalarıyla feminist hareketler, üniversite öğrencileriyle eşcinsel dernekleri, Caretta Caretta'ların yaşam alanlarıyla ilgilenen kesimlerle beyaz yakalı ofis çalışanları sokakta aynı eylemde, aynı amaç için buluşuyordu. Hareketin en önemli özelliği belirgin bir liderliğinin olmamasıydı. Tek tek amaç, hedef ve talepleri birbirinden tamamen bağımsız olan gruplar belli bir ortak tema etrafında birleşebiliyordu. Yapılacak eylemlerin içeriği ortak toplantılarda kararlaştırılıyor, bu da katılımcı grubun sayısal büyüklüğüne bakılmaksızın söz hakkına sahip olmasını sağlıyordu. Çok renklilik ve hiyerarşik bir düzenin olmaması sayesinde gençlik içinde hızla kabul gördü. Bu süreçte Türkiye'de Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu, Türkiye Sosyal Forumu, Savaşa Hayır Koalisyonu gibi çok bileşenli yapılar doğdu.
Fakat 2001 yılında patlak veren bir olay dünyada yeni ve "uğursuz" bir kapının açılışını da simgeliyordu. Yazının başındaki gibi, yine bir 11 Eylül günü New York'taki İkiz Kuleler'e düzenlenen saldırılarla 20 yıl sürecek yeni bir dönem başladı. Buradaki yeni dönemden kasıt, bu olayın tek başına yeni bir dünya düzenine yol açması değil. Ancak bütün gündemi belirleme gücünü bir anda ABD'nin ele geçirmesi oldu.
Yeni bir "Haçlı Seferi"
Bilindiği gibi, ABD bu saldırıların ardından bir ay bile geçmeden önce Afganistan'ı, kısa süre sonra da Irak'ı işgal etti. 20 yıl sonra bugün, 11 Eylül'ün yıldönümünde, ABD Afganistan'dan çekilirken, arkasında yüzbinlerce sivil ölüm ve harabeye dönmüş bir ülke bıraktı. Irak ise çok daha büyük kayıplar verdi. Milyonlarca ölü ve fiilen üçe bölünmüş, 20 yıldır savaş, kargaşa, çatışmanın bitmediği, tükenmiş topraklar...
ABD'nin 11 Eylül saldırılarını bahane ederek başlattığı bu yeni dönemin belirgin sonucu dünyada İslam düşmanlığının yükselmesi oldu. Daha yıkılan kulelerin tozları yere inmeden ortaya çıkan ABD Başkanı Bush terörizme karşı küresel savaş ilan etti. Bunun bir "Haçlı Seferi" olduğunu da açıkça söyledi. Yani savaş aslında İslam'a karşı ilan ediliyordu. Batı dünyası Sovyetler'in yıkılışıyla kaybettiği "öteki"nin yerine yenisini bulmuştu.
"21. yüzyılın ilk savaşını kararlı bir biçimde kazanmak zamanı artık gelmiştir. Özgürlüğe tutkun bütün halkları terörizmle mücadeleye davet ediyoruz" diyordu Haçlı Seferi komutanı. Daha sonra "Bu savaşta ya bizden yanasınız ya da teröristlerden" diyerek tüm dünyayı kendisinden taraf olmaya zorladı. O günden beri El Kaide, DAEŞ, Boko Haram gibi örgütler "İslami terör" diye etiketlenerek Batı'da üretilmiş İslamofobia dünyaya pazarlanıyor.
11 Eylül sonrası, yeni filizlenen alternatif küreselleşme hareketleri de birkaç yıl içinde sönümlendi. Bugün artık yeni arayışlar ve yeni formlar var. Geldiğimiz aşamada bir "Great Reset" (Büyük Sıfırlama) konuşuluyor. Yeni bir dünya düzenine geçiş için var olanın sıfırlanması tartışma konusu. Eğer bu Great Reset'e bir de "Great Opening" (Büyük Açılış) arayacaksak, kanaatimce bu 11 Eylül 2001 İkiz Kule saldırılarıdır.
Arada geçen sürede, dünyada isim konulan iki büyük muhalefet hareketi doğdu. İlki Arap Baharı olarak adlandırılan ama kısa sürede "kışa dönen" belli bir coğrafyaya özgü hareketlerdi. Olumsuz etkileri bugün hala Suriye iç savaşında olduğu gibi sürüyor. İkincisi ise "renkli devrimler" adı verilen kitlesel hareketlerdi. Ancak bunlar yabancı ülkelerce desteklenen, fon kaynakları, eylem biçimleri, sloganları vb. dışarıda belirlenen, seçilmiş hükümetleri devirip iktidar değişimlerine yol açan hareketler oldu. Ukrayna, Gürcistan ve bazı Balkan ülkeleri bunlara örnek gösterilebilir. Bizdeki Gezi ayaklanmasını da bu gruba dâhil edebiliriz.
Yeni "lider" modelleri
Şu an dünyada yeni bir isimle anılan yaygın muhalif hareketler bulunmuyor. Buna karşın yeni arayışlar var. Alternatif küreselleşme hareketinin aksine yeniden bir lider etrafında organize olan bazı hareketler görüyoruz. Çeşitli ülkelerde, son 5-6 yıldır ortaya çıkan ve belli başarılar kazanan bu yeni yönelimin bazı ortak özelliklerini tespit edebiliriz.
Vereceğimiz örneklerdeki tüm "liderler"in ortak özelliği genç olmaları. Göreve geldiklerindeki yaşları 30 ve 40'lı yaşlar. İyi eğitim almışlar. Seçim kampanyalarına başlayana kadar pek de tanınmış simalar değiller ama hızla yükseliyorlar. Dikkat çeken bir özellikleri de istisnasız tümünün kolları kıvrılmış beyaz gömlek giymeleri. Sanırım bu tarz onlara hem genç ve dinamik, hem de tempolu çalışmaya hazır bir görüntü veriyor. Üzerinde uğraşılmış bir imaj çalışması ürünü gibi.
Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron'u bunlar arasında en meşhur örnek olarak zikredebiliriz. Daha önce maliye müfettişi olarak çalışırken Rothschild grubuna geçince yıldızı parlıyor. Önceleri Hollande'ı desteklerken, 2017 seçimine doğru kurduğu En Marche (Yürüyüş) hareketiyle popülerleşip ikinci turda muhalefeti etrafında toplayarak cumhurbaşkanı seçildi.
Avusturya Başbakanı Sebastian Kurz ve Kanada başbakanı Justin Trudeau da yıldızı hızla parlatılan figürler olarak 2017 ve 2015'te başbakan oldular. Her ikisi de göçmen konuları üzerine çalışmalar yapmış. Kurz aynı zamanda dünyadaki en genç hükümet başkanı. Her ikisini de popülist çıkışlarıyla tanıyoruz. Trudeau icraatlarından çok yakışıklılık, renkli çoraplar veya "Ben feministim" gibi marjinal sözleriyle gündem oluyor.
Ukrayna Cumhurbaşkanı Volodimir Zelenski de örneklerden biri. Oyuncu ve senarist olan Zelenski, Halkın Hizmetkârı adlı bir dizide Ukrayna cumhurbaşkanı rolünü oynarken 2018'de dizinin yapımcı şirketi aynı adla bir siyasi hareket kurdu ve kahramanımız bir yıl sonraki seçimde gerçekten de cumhurbaşkanı seçildi.
İmaj çalışmasının ürünleri
Diğerleriyle arasında bazı küçük farklar olmakla birlikte Ermenistan Başbakanı Nicol Paşinyan'ı da bu gruba dâhil edebiliriz. Aslen gazeteci olan Paşinyan, daha önce desteklediği Petrosyan seçimlerde yenilince sokak hareketlerini örgütlemekle suçlandı ve iki yıl hapis yattı. 10 yıl sonra yine bir sokak hareketine liderlik ederek Sarkisyan'ı istifaya çağırdı. Hemen ardından TV'de Sarkisyan'la bir canlı yayın sonrası yıldızı parladı ve 2018'de açık ara farkla seçimi kazandı.
Venezüela'da ortaya çıkan, bir süre parladıktan sonra sönen Juan Guaido ise bu grubun başarısız örneğiydi. Arkasındaki apaçık ABD desteği o ülkeye alerjisi yüksek olan halktan destek almasına engel oldu. Bizdeki örnekler ise Demirtaş ve İmamoğlu. Her ikisi de kimsenin pek de tanımadığı figürlerken biri 2015 seçimlerinde medyada parlatıldı, TV'de saz çaldı, Batı basınında "Kürt Obama" diye pohpohlandı ve PKK ilişkili partilerin daha önce hiç görmediği bir oy oranına ulaştı.
İmamoğlu da kimsenin tanımadığı, küçük bir ilçe belediye başkanıyken, başarılı bir reklam ajansı çalışması ve bazı sermaye gruplarının ve medyanın yoğun desteğiyle kısa sürede popülerleşti. Seçimdeki şaibeleri bir kenara bırakırsak, sadece imaj çalışmasıyla bir anda muhalefetin ortak adaylığında yükseldi ve AK Parti'nin kalesi haline gelen İstanbul seçimlerinin galibi oldu. Şimdi cumhurbaşkanlığına oynuyor.
Bu yeni muhalefet tarzında icraattan çok imaj çalışması öne çıkıyor. Basit popüler sloganlar, yoğun internet ve sosyal medya içerik pompalamaları, özellikle gençlere sempatik gelecek vaadler ve tabii büyük bir sermaye desteğiyle düzenlenen kampanyalar post-truth çağında genelde hedefine ulaşıyor. Bu yeni harekete ille de bir isim aranacak olursa "beyaz gömlekliler" denilebilir. Şimdi bu "liderlerin" hepsinin önünde yaklaşan seçimler var. Hakikate değil imaja dayalı bu üretilmiş figürlerin başarısı devam edecek mi, izleyip hep birlikte göreceğiz.