Üniformasız dolaşmakla sivil olunmuyor...
Resmi değil misin? O halde sivilsin
"Her şeyi devletten beklemeyelim" diye ağızlara sakız olmuş bir vecizemiz var ama büyük çoğunlukla laftan ibaret kalıyor. Zira işin bir de faaliyete geçme boyutu var ve sıra bir türlü buna gelmiyor. Aslında sivil irade ya da sivil toplum tabirleri "her şeyi devletten beklemeyelim" parolasının anlatmak istediği şeyin büyük ölçüde kendisi. Üstelik sivil alan çok geniş ve neredeyse toplumsal hayatın tüm dallarını kapsıyor. Buralar düzeltilmesi, iyileştirilmesi itiraz edilmesi ya da desteklenmesi, değiştirilmesi ya da muhafaza edilmesi gereken birçok meseleyle dolu. Her sorunun çözümünü resmi kurumlardan ya da başkalarından beklemeden önce inisiyatifi ele almak gibi bir hak ve sorumluluğumuz da var. Belki de bu denli düzeltilmesi gereken meselemizin, korunması gereken varlığımızın, birçok sorunumuzun olması sivil toplum konusundaki ihmalkârlığımızdan, sivil irademizi ortaya koymaktaki yetersizliğimizden kaynaklanıyor. Bir başka deyişle üniformasız dolaşmakla sivil olunmuyor.
Vatandaşın bir pasifi bir de aktifi var
Sivil irade ve sivil toplum denilince aklımıza çoğunlukla sivil toplum kuruluşları, dernekler, sendikalar, birlikler geliyor ancak neticede bunlar da bireylerden, vatandaşlardan oluşuyor. Yani iş eninde sonunda bir şeyleri düzeltmek adına sorumluluk alan ve hakkını kullanan bireye dayanıyor. Neticede hepimiz vatandaşız, vatandaş olmak için tek yeter şart bu ülke nüfusuna kayıtlı olmak. Ama bir de aktif vatandaşlık denilen bir şey var ve bu sadece hareketli olmak manasına gelmiyor. İnsanların yaşadıkları yer ya da ülkelerinin, toplumun sorunlarına müdahale etme, bunlara ve yapılan yanlışlıklara karşı mücadele etme, maddi ya da manevi açıdan oradaki hayatın kalitesini yükseltmek için faaliyet göstermesi ya da buna iştirak etme imkanı bulması anlamına geliyor. Bu, şuna buna muhalefet etmekten ibaret kalmıyor; aslında sorunların müzminleşmeden tespit edilmesini ve birilerinin elini taşın altına koymasını teşvikin yanı sıra toplumsal bütünlüğe de katkı sağlayan, ameli bir sorumluluk bilinci. Hangi alanda olursa olsun fertleri, zümreleri, toplulukları ya da canlıları ilgilendiren her konuda sorumluluk almayı, aynı sorumluluğu yüklenenlerle örgütlenmeyi, katkı vermeye, gönüllü olmayı gerektiriyor. Tüm demokratik ülkelerde böyle bir imkan ve hak mevcut. Bu hakkı yasalar çerçevesinde kullanmayıp, sorunların resmi otoriteler ya da başkaları tarafından çözülmesi beklendikçe, olsa olsa sadece bir beklenti hakkından bahsetmek mümkün. Kısacası vatandaş olmak için biraz kıpırdanmak gerekiyor.
Günümüzün sivil toplumu
Gerçek şu ki değişen sosyoloji ve gelişen teknoloji sivil toplum tanımını da, daha doğrusu fiiliyatta sivil toplumu da bir hayli değiştirdi. Bir başka ifadeyle sivil toplum dediğimiz şeyin kapsamı bir hayli genişledi. Yakın zamana kadar siyasi parti, dernek, vakıf, sendika ya da kooperatiflerden oluşan teşkilatlanmış sivil toplum bunlardan ibaret kalmıyor, çok daha geniş ve hareketli bir alanı kapsıyor. İster örgütlü ister örgütsüz olsun özellikle internet üzerinden ya da sokaklardaki gösteriler üzerinden kendini dünyaya telkin eden yeni bir sivil toplum dalgası çoktan oluştu bile. Beğenelim ya da beğenmeyelim Batılı ülkelerin de gazıyla Arap Baharı'nda Arap ülkelerinin sokaklarını dolduranlar, Mısır'da Rabia meydanında kenetlenenler, Fransız hükümetine haddini bildiren Sarı Yelekliler, ABD'yi kasıp kavuran Black Lives Matter hareketi, piyasaları sallayan Wall Street'i İşgal Et hareketi bu yeni nesil sivil toplumun en göze batan örnekleri. Tam bir kakafoni oluştursalar da sosyal medya platformlarında toparlanan yüz milyonlarca ses de yine yeni nesil sivil toplumu temsil ediyorlar. Üstelik değişen dünyanın sivil toplumu artık bir zamanlar dışlanan din ve inanç camialarını da kapsıyor. Bilhassa ülkemizde bir zamanlar sivil ya da resmi hiçbir varlık tanınmayan inanç toplulukları, cemaatler, tarikatlar de hangi din ya da görüşten olursa olsun bu şemsiyenin altında artık. Hatta örgütlenme, sosyal hizmetlere katılım ve faaliyet üretme açısından en etkili unsurları oluşturabiliyorlar. Bunları görmezden gelme dönemi ister istemez bitmiş görünüyor. Yeni parola artık şu olmak zorunda gibi görünüyor: "Resmi değil misin? O halde sivilsin"
Askeri olmayınca mı sivil olunuyor?
Şurası bir gerçek ki ülkemizde sivil irade ya da sivil toplum denilince refleks olarak bunun genellikle "askeri" olanın zıttı şeklinde anlaşılması gibi bir durum söz konusu. Ancak bu hatalı bakış açımızı maruz gösterecek bir yakın tarihimizin ve coğrafyamızın olduğu da bir gerçek. Ülkemiz gibi etrafımızı saran coğrafyanın da son 100 yıldır bol miktarda askeri darbe, bürokratik müdahale ve tepeden inmeci toplum mühendislikleriyle malul olduğu dikkate alınınca sivil tabirini askeri olanın zıttı olarak algılamamız pek de anormal sayılmaz. Üstelik Batı'da hayli uzun süre önce mücadelesi verilen bu kavramların ülkemizde konuşulmaya başlanmasının şunun şurasında 40 yıllık bir tarihe sahip oluşu da cabası. Sivil irade ya da sivil toplum kavramının ülkemizde ancak 1980 Askeri Darbesi sonrasında gerçek manada tedavüle girmiş olması da bu bakımdan hayli düşündürücü. Zira askeri cuntanın darbeden üç yıl sonra siyaset alanını sivil otoriteye bırakmaları hatalı bir değerlendirmeyle sivil topluma geçiş olarak algılandı. Oysa gerçek şu ki yetkiyi kim veriyorsa gerçekte yetki de onun elindeydi. Bununla beraber ülkemizde sivil toplumun yine de nispeten bu dönemden sonra neşvünema bulmaya başladığı söylenebilir. Oysa asker sadece siyaset alanını teslim etmişti, iktidarı değil. Nitekim bu kısa bir süre sonra 28 Şubat ve benzeri uygulamalarla anlaşılacaktı.
STK'ların 20 yılda artan uluslararası etkinliği
Sivil iradenin tecellisi için sivil toplumun, sivil toplumun işlemesi içinse Sivil Toplum Kuruluşlarının varlığı gerekiyor. STK'lar yani kazanç amacı gütmeyen, her tür siyasi ve resmi otoriteden bağımsız ve bir ya da daha fazla amaca hasredilmiş özel hukuk dernek ve birlikleri... Günümüzde küresel çapta STK'lar daha önce hiç olmadığı BM çatısı altında tam 3 bin uluslararası STK gözlemci, ortak ya da danışman statüsü kazanmış durumda kadar büyük bir etkinliğe ulaşmış durumdalar. Bugün uluslararası alanda resmi aktörlerle STK'lar arasındaki fark giderek kapanıyor. Bilhassa yardım ve dayanışma konularında Uluslararası STK'lar resmi örgütlenmeleri fersah fersah aşmış görünüyor. Kimi uluslararası STK'lar pek çok büyük çaplı ulusal ve uluslararası projeyi hayata geçirebiliyor. Özellikle son 20 yıllık süreçte STK'ların uluslararası arenada oldukça etkili aktörlere dönüştükleri bir gerçek. Özellikle dünyanın belli başlı sorunlarına eğilen STK'ların yaptıkları çalışmalarla, yayınladıkları raporlarla, düzenledikleri kampanyalarla, lobi faaliyetleriyle, hem politikalara tesir gücü hem de devletlerle pazarlık ihtimali artıyor. Bunların başında ise insani yardım, sağlık kampanyaları, doğal dengenin muhafazası, iklim değişikliği, açlık, insan hakları, fakir ülkelerin borçlarının indirilmesi, göçmenlik, gelir dağılımı eşitsizliği, nükleer silahlanma karşıtlığı gibi konular üzerinde çalışan uluslararası STK'lar geliyor. Yaptıkları faaliyetlerle siyasi karara mekanizmalarını etkileme amacı güden bu tür STK'ların belirli bir nüfuza ulaştıkları da bir gerçek. Öyle ki bazıları BM gibi uluslararası teşkilatlara gözlemci ya da danışman statüsüyle iştirak edebiliyor. Mesela BM çatısı altında tam 3 bin uluslararası STK gözlemci, ortak ya da danışman statüsü kazanmış durumda.
Sindirilen sivil toplumumuzun yakın tarihçesi
Sivil toplum Türkiye'de gecikmiştir denilebilir. Gecikmiştir ancak paradoksal olarak önden giderken gecikmiştir. Topraklarımızda, aslında Batı daha sivil toplumu icat etmeden mevcut olan sivil toplumun macerasını özetlemek açısından belki şöyle bir alıntı faydalı olabilir. Dicle Üniversitesinden Seyfettin Aslan'ın Türkiye'de Sivil Toplum adlı araştırma tezi bu durumu şu satırlarla özetliyor: "Sivil toplum, en genel anlamıyla devletle aile arasında, gönüllü, kendi kendini yaratan, kendi ayakları üzerinde duran, hukuksal bir düzenle ya da bir ortak değerler kümesiyle sınırlı, devletten özerk, örgütlü toplumsal yaşam alanı olarak tanımlanmaktadır. Osmanlı toplumunda, millet sistemi, loncalar, vakıflar, tarikatlar ve tekkeler sivil topluma temel teşkil edecek yapılardır. Devlete idari açıdan bağımlı olmasına rağmen en az 19. yüzyıla kadar bu sivil toplum unsurları önemli bir varlık sergilemişlerdir. Ancak siyasal iktidarın merkeziyetçi örgütleniş biçimi bu öğeleri sonuçta devlete bağımlı hale getirmiştir." Cumhuriyet döneminin başında ise artık bir bağlılıktan dahi söz edilemez. Akademisyen Vahap Uluç ise "Türkiye'de sivil toplum ve demokrasi ilişkisi" makalesinde bunu durumu şöyle tarif ediyor: "Sivil toplumun yönetime katkısı açısından tek parti dönemi büyük bir hayal kırıklığıdır. Zaten vakıfların kapatılması, tüm mallarının hazineye devredilmesi gibi uygulamalarla sivil toplumun organize olan tüm şekilleri ortadan kaldırılmış, siyasi parti olarak bu mücadeleyi devam ettirmek isteyenler de sert müdahalelerle engellenmiştir." Sivil toplumun ve dolaysıyla sivil iradenin bastırılışını da yine Seyfettin Aslan'ın Türkiye'de Sivil Toplum makalesinden şu satırlarla özetlemek mümkün: "19. yüzyıldan itibaren devlet kurumlarının yüzünü Batı'ya çevirmeye başlayan devlet elitleri, modernleşme çabalarının motor görevini STK'lara değil bizzat devlete verdiler. Seküler değerleri esas referans noktası alan bu yaklaşım, sivil toplumun giderek canlılığınıyitirmesine sebep oldu. Tek parti döneminin politik uygulamalarında, çağdaş uygarlık düzeyine ulaşma açısından engel olarak algılandığı için sivil toplumun yerel, dinsel, kültürel ve politik farklılıkları tasfiye edilmiştir. Öte yandan, 1980'lerde, Türkiye'de, liberal politikalar ve demokrasi taleplerinin artışı ile birlikte sivil toplum popüler hale gelmeye başlamıştır. 1990'larda ise birçok STK'nın, devletin sivil toplum örgütü gibi hareket ettiği ve demokrasinin kurumsallaştırması yerine antidemokratik müdahalelerin aracı olarak kullanıldıkları görülmüştür."
Dünyanın en etkili STK'ları
Uluslararası STK'ların bazıları neredeyse devletler kadar etkin ve nüfuz sahibi. Dünyanın en etkili insani amaçlı STK'ları listesinin başını çeken bir düzinesi ise şöyle sıralanıyor:
1) BRAC: Bangladeş Kırsal Gelişme Komitesi 163 milyonluk nüfusuyla dünyanın en kalabalık 8. ülkesi ve en yoksullarından biri olan Bangladeş'te insanları sefaletten kurtarma projeleri üzerine çalışıyor. 1972'de kurulan BRAC faaliyetlerini bugün Bangladeş'in dışında Afganistan, Haiti, Sierra Leone gibi 13 yoksul ülke için de sürdürüyor ve NGO Adviser tarafından dünyanın en etkili STK'sı kabul ediliyor.
2) Sınır Tanımayan Hekimler: 1971'de Fransa'da kurulan ve dünyada bilhassa savaş, afet, salgın ve açlık mağdurlarına tıbbi yardım tedarik eden bu örgüt 1999'da Balkanlar'daki faaliyetleri dolayısıyla Nobel Barış Ödülü'ne de layık görüldü.
3) Skoll Foundation: 1999'da Kaliforniya'da kurulan bu STK sosyal girişimcilere ve sosyal amaçlı projelerine her yıl 40 milyon dolar kaynak sağlıyor. Özellikle iklim değişikliği, su sorunu, Ortadoğu'daki çatışmalar gibi konularda projeleri destekliyor.
4) Ashoka: Adını duymamış olabilirsiniz ama 1980'de Hindistan'da kurulan ve sosyal girişim projelerini teşvik eden bu STK günümüzde 86 ülkede, 3 bin sosyal girişimciyi destekliyor. İnsan haklarından, çevre korumaya, sürdürülebilir tarımdan eğitim ve sağlığa kadar hemen her alanda faaliyet gösteriyor.
5) ACUMEN: Bu STK 2001'de yoksullukla mücadele etmek, elverişsiz şartlarda yaşayan dünya ahalisinin şartlarını düzeltmeye yardımcı olmak ve sürdürülebilir, etkili mikrofinans destekleri vermek üzere kuruldu. Neticede yeryüzünde bu amaçla projeler geliştiren ve 270 milyon insana ulaşan 108 şirkete 100 milyon doların üzerinde destek verdi.
6) Mercy Corps: 1979'da ABD'de mültecilere yardım amacıyla kurulan bu sivil yardım örgütü daha sonra faaliyetlerini genişleterek 122 ülkede 220 milyon insana yardım eden ve insani sorunları halletmek ve kalıcı çözümler üretmeye çalışan bir STK oldu.
7) Oxfam: Yeryüzüzndeki gelir dağılımı adaletsizliği ve eşitsizlikler üzerine çalışan Oxfam aslında bu amaçla çalışan 20 farklı STK'yı birleştiren bir federasyon. Her yıl yayınladığı gelir dağılımı raporları ise sürekli gündem oluyor.
8) Cure Violence: ABD'nin 50 eyaletinde ve 15 ülkede şiddeti önlemek hedefiyle 20 yıldır faaliyet gösteren bu STK'nın amacında oldukça etkili olduğu söylenebilir.
15 Temmuz'da tecessüm eden sivil irade
Beş yıl önce gerçekleşen 15 Temmuz darbe teşebbüsü hakkında her kesiminin farklı bir görüşü, yorumu ya da yakıştırması oldu. Ancak üzerinde neredeyse istisnasız herkesin görüş birliğine vardığı bir konu vardı: Darbe teşebbüsünün başarısız olmasında en büyük ve somut etkenin milletin yani sivil toplumun direnişi ve sivil toplum örgütlenmelerinin kararlı duruşu. O gece daha önce benzeri görülmemiş bir şekilde darbecilerin önüne set çeken, tankların önüne dikilen, köprüleri bedeniyle kapatan sivil toplumdu. Sonrasında ihtiyaten haftalarca demokrasi nöbetlerine duran yine sivil toplumdu. Şurası muhakkak ki öyle ya da böyle o gece ve onu takip eden günlerde Türkiye sivil toplum, sivil irade denilen şeyin tecessüm etmiş haline şahit oldu. Ve Türkiye ilk defa o zaman gönül rahatlığıyla sivil iradenin başlıca suikastçısı olan darbelere bir daha kolay kolay yeltenilemeyeceğine ikna oldu. Belki de Türkiye sivil toplumun gücüne ilk defa ve somut olarak o süreçte şahit oldu. "15 Temmuz Darbe Girişimi ve Türkiye'de Sivil Toplum" başlıklı akademik makalesinde Hatay Üniversitesi öğretim üyesi Doç. Dr. Abdullah Aydın sivil topluma dair o günlerin bir başka kazanımını şöyle ifade ediyor: "2016 yılındaki darbe girişimi ardından yaşananlar Türkiye için ciddi bir kırılma noktası olmuştur. Modernlik, eğitimlilik ve elitlikle eşdeğer tutulan sivil toplum, örgütlü olma ve demokratiklik gibi batılı ve ilerici kavramların toplumun tüm kesimleri tarafından nasıl anlaşıldığı ortaya çıkmıştır. Sivil toplumun gelişmiş olması demokrasi bilincinin gelişmesine ve aktif vatandaşlığın hayat bulmasını sağlamıştır. Böylece devletten her şeyi bekleyen vatandaş yerine talep ve beklentilerini ileten sorumlu vatandaşa geçiş olmuştur." "Darbe girişimi ile ilgili birçok sivil toplum örgütü bildiri yayınlayarak çağrıda bulunmuştur. Bu bakımdan sivil toplum örgütleri aktif vatandaşlığı harekete geçirerek demokrasiye sahip çıkan bir halkın oluşmasına zemin hazırlamıştır. (…) Darbe girişiminin bertaraf edilmesi sürecinde ve sonrasında demokrasi nöbetlerinde sivil toplum örgütlerinin önemli katkıları olmuştur."
Arap sivil toplumlarının kalbi İstanbul'da atıyor
Ortadoğu'nun, Arap ülkelerinin ve İslam coğrafyasının hali malum… Neredeyse hiçbirinde demokrasi yok ya da göstermelik olarak varmış gibi yapılıyor. Dolayısıyla sivil bir iradeden, sivil bir toplum ve örgütlenmeden söz etmek pek anlamlı değil. Aslında Ortadoğu ve Arap ülkelerinin sivil toplumu yok da denemez zira var ama ülkelerinin dışında. Gerçek şu ki söz konusu coğrafyanın sivil toplumları en çok İstanbul'da nefes alabiliyorlar. Bilhassa 2011'den beri birçok Ortadoğu ülkesinin muhalifleri, mağdurları ve diasporaları kurtuluşu öncelikle İstanbul olmak üzere Türkiye'de buluyor. Ülkelerinde zulüm ve katliama uğrayan mağdurlar canlarını korumak, baskı gören muhalifler bir parça siyasi özgürlük elde edebilmek, bazıları ise serbest ekonomik yatırım için Türkiye'ye kaçıyor. Haliyle çoğu baskıcı ya da otoriter rejimlerden oluşan bu ülkelerin örgütlenemeyen sivil toplumları da Türkiye'de ve İstanbul'da kendilerine ifade alanı buluyor. İstanbul son 10 yıldır "Arap devrim ve baharlarının" tüm kazazedelerinin toplanma mekânı olmuş durumda. Bunların başlıcası ise Fatih'te bulunan Eş-Şebeketü'l-Arap. Şaka değil, bugün Ortadoğu ve Arap coğrafyasının da bir zamanlar başkenti olan İstanbul yüz binlerce Suriyelinin yanı sıra on binlerce Iraklı, Mısırlı, Yemenli, Filistinli, Ürdünlü, Cezayirli, Faslı, Tunuslu, Libyalı ya da Sudanlıya ev sahipliği yapıyor.. Haliyle bu coğrafyanın özgür sivil toplum faaliyetlerinin önemli bir kısmına da ev sahipliği yapıyor İstanbul.