Mehmet Dinç: Mehmet Dinç: Son darbeden ders çıkarmak

Mehmet Dinç: Son darbeden ders çıkarmak
Giriş Tarihi: 4.8.2021 12:55 Son Güncelleme: 18.8.2021 12:29
15 Temmuz’u yapanların hesap etmediği ya da kabullenemediği bir gerçek var o da: “Yeni Türkiye Meselesi”. Milleti miz gücünü anladı, özgüvenini geri aldı ve varlığını o gece gösterdi

15 Temmuz toplumsal hafızamızda bir yere sahip artık. O gece önemli bir şey yaşandı. Yaşanmasaydı daha iyiydi ancak yaşandı ise o yaşantıyı tecrübe haline getirip ders almamız gerekiyor… "Eski Türkiye" ve "Yeni Türkiye" diye bir şey var. Türkiye, bu darbe meselesine şerbetli bir ülke... Geçmişte de birçok darbe geçirmişiz. Olmayabilir miydi? 15 Temmuz'da gördük ki olmayabilirmiş. Ama "Eski Türkiye" psikolojisinde insanlar o kadar bastırılmış ki; devasa güçlü bir yapıyı küçücük, zayıf, güçsüz bir varlık yönetebilmiş, baskı kurabilmiş, etki edebilmiş.

15 Temmuz'u yapanların hesap etmediği ya da kabullenemediği bir gerçek var, o da: "Yeni Türkiye Meselesi". Yani, bu ülke eskisi gibi değil, artık "Yeni Türkiye" diye bir şey var ve işler "öyle darbelerle olmuyor, inşallah da bir daha olmayacak. Milletimiz gücünü anladı, özgüvenini geri aldı ve varlığını o gece gösterdi. Nasıl gösterdi? Bu konuda insanlar şöyle yaşamıştır, halk böyle düşünmüştür falan gibi dışarıdan, "hariçten gazel okuyan" ifadeler kullanmayacağım çünkü ben de içindeydim. Bunun yerine şahitliğimi paylaşacağım.

Öncelikle, 15 Temmuz'dan önce hakikaten bizim ülkemizde kendi insanına bomba atacak, dışarıdan değil tam içimizden, Türkiye'den, Türkiye'de yaşayan, sokakta dolaşan, aramızda var olan insanlar gelecekler bize bomba atacaklar, bize silah sıkacaklar, silahlarını doğrultacaklar, bile isteye zarar verme amacıyla vuracaklar, öldürme amacıyla vuracaklar ve masum insanları, olaylarla hiçbir alakası olmayan sadece tepkisini göstermeye çalışmış insanları vuracakları düşüncesi bende yoktu. Bununla alakalı konuştuğum çok sayıda insanda da yokmuş.

Büyüklerimiz sokağa çıkmamayı öğrenmişler

15 Temmuz gecesi sokağa çıkan hiç kimse neyle karşılaşacağını bilmiyordu ama doğrudan cinayetle de karşılaşacağını, silahların üzerine sıkılacağını da bilmiyordu. Mesela ben o gece babama hemen çıkalım dedim. Babam normalde geçmişten bu yana sivil direniş anlamında bir duruşa sahiptir ancak tepkisini sokağa çıkarak göstermez, Sandıkta tepkisini gösterir, dost meclisinde tepkisini gösterir. Ben sokağa çıkarım hep. Bize bir şey demez ama kendisi çıkmaz. Kızmaz da, mesela 28 Şubat'ta üniversitelerdeki başörtüsü yasağına tepki için el ele eylemi yapıldı. Türkiye'nin en büyük eylemiydi. Herkes el ele tutuştu, biz de katıldık, tepki gösteriyoruz, tehlikeli, sıkıntılı hiç bir şey yok. Üsküdar meydanında beni, ablamı, ağabeyimi, eniştemi gözaltına aldılar. Bir gece nezarette yattık, altı ay da yargılandık. Babam hiçbir şey demedi. Normalde tepki göstermesi kızması gerekirdi, niye? Çünkü sokağa çıkan bir adam değil. Bizim büyüklerimiz sokağa çıkmamayı öğrenmişler o darbelerden dolayı. Dolayısıyla kendisi çıkmaz ama bize de bir şey demezdi babam.

Oysa 15 Temmuz gecesi "Çıkıyoruz" dedim, "Tamam" dedi, çıktık. Biz Karadenizliyiz. Babamın cebinde çakısı durur. Çakısı cebinde, "n'olur n'olmaz diye bir tane daha alayım mı?" dedi. "Cebindekini de bırak baba" dedim çünkü nereye gideceğimizi bilmiyoruz. Benim kafamda şu var; televizyondan ne olduğu belli değil, bir şey anlayamıyoruz ilk saatlerde doğru düzgün, bir şey var ama ne olduğunu bilmiyoruz. Beykoz'da oturuyoruz biz, çıkacağız, yolda gideceğiz, askerler durduracak bizi, nereye gidiyorsunuz diyecekler, biz de darbeyi protesto etmeye gidiyoruz diyeceğiz, onlar bizi gözaltına alacaklar, hapishanede olacağız diye bekliyorum. O yüzden babama "bıçağı bırak" dedim, "askerler durduğundan olay başka bir yere gitmesin". Bunu niçin anlatıyorum? Şunun için anlatıyorum: İnsanlar sokağa çıktıklarında hapse girebileceklerini az çok tahmin edebilirlerdi belki ama üzerlerine kurşun sıkılacağını bilmiyorlardı. Ve birkaç tane arkadaşım samimi olarak şunu söyledi: Şayet ben o gün bu kadar cani olacaklarını bilseydim korkardım, hiç olmazsa oğlumla çıkmazdım dedi. 5-10 yaşında oğluyla beraber çıkmış, hiç olmazsa ona kal derdim, ama orada üzerimize kurşun sıkılınca öyle bilendik ki, terk etmeyi de asla düşünmedik dedi.

"Şehadet" kavramı olmasa…

O gece herkesi dışarı çıkaran ve üzerine kurşun yağsa da geri dönmeyi düşündürmeyen önemli bir şey var. Her ne kadar sorsanız çok insan aksini düşünür belki ama o gece bizi biz yapan, bizi ayakta tutan değerlerimizin taş gibi sapasağlam dimdik ayakta olduğunu gördük. Mesela Ömer Halisdemir'i hepimiz biliyoruz. Nereden, nasıl biliyoruz? Komutanı telefon açıyor, diyor ki: "Gelen komutanı vuracaksın", "Baş üstüne", diyor, "Ama bu işin ucunda ölüm var", "Biliyorum komutanım", "Hakkını helal et" diyor, son vedalaşma artık yani, "Helal olsun" diyor. Ve adam gidiyor, hiç tereddüt etmeden tak vuruyor. Bir tereddüt yok yani. Görüntüleri gördük hepimiz.

"Şehadet" kavramı olmasa, bu değer sapasağlam bu insana sinmiş olmasa, hangi güç hangi para hangi makam hangi teklif bu insana bunu yaptırabilir? Yaptıramaz. Hiçbir şey yaptıramazsınız bu adama, yerinden kaldıramazsınız, kaçar. Bazı askerler öyle yapmışlar. Odasını kilitlemişler; aman bulaşmayayım, etliye-sütlüye karışmayayım, duruma göre yön değiştiririm. "O kazansa ona geçerim, bu kazansa buna geçerim." O yüzden bizim bilmemiz ve dikkat etmemiz gereken iki şey var. Bilmemiz gereken şey şu: Bu değerlere ne kadar yapışırsak, ne kadar sahip çıkarsak, ne kadar dile getirirsek, gönlümüze koyar, zihnimize yerleştirirsek o kadar güçlü olacağız. O kadar kimsenin aklına hayaline gelmeyecek şeyleri yapar hale geleceğiz.

Bakın çok güzel bir tespit gördüm geçenlerde: Ömer Halisdemir'e "öl" emrini veren (resmen "öl" emri), komutan ile Ömer Halisdemir'in babası yan yana gelmiş. Ömer Halisdemir'in evini ziyarete gitmiş komutan. Baba komutanı büyük bir hürmetle, büyük bir iltifatla karşılamış, ağırlamış; beraber resim çektirmişler. Ve altında şöyle yazıyor o resmin: "Dünyanın hiçbir yerinde öl emri veren insanla ölenin babası bu şekilde yan yana gelmez." Niye? Çok öfkelidir, kızgındır baba. Haklı, canı gitmiş ama komutana kızgın değil. Niçin? Şehadet diye bir şey var. O yüzden bizim belli kavramlarımız var. Kültürümüzden getirdiğimiz, inancımızdan getirdiğimiz, medeniyetimizden getirdiğimiz, bize şimdiye kadar güzel ne varsa yaptıran kavramlar. Bizi insanlık namına iyi noktaya getiren bütün kavramları yeniden tespit edip, yeniden gündeme getirip, yeniden onlara sarılma dönemine girmemiz lazım.

"Senden korkmuyorum ben"

Bir diğeri mesela: Safiye Bayat… Görüyorsunuz; kadıncağız duymuş, kimse yokken tek başına yürüyor. Yürüyor. Yahu silah doğrultuyorlar, "bak sıkacağız, vuracağız" diyorlar, itiyorlar. Tek başına bir kadın, 50 tane asker, hepsinin elinde silah var, "vuracağım" diyor adam. "Vur" diyor. "Senden korkmuyorum ben, sen korkuyorsun benden" diyor. Röportaj yapmışlar, "O da titriyordu" diyor. Yahu bir tane kadın, bir şey yok. Titriyorlar, ama niye? Bu kavramları insan arkasına aldı mı insanı göklere kadar çıkarır. O yüzden bu değerlerimize, bu kavramlarımıza yeniden sahip çıkmak, yeniden gündeme getirmek, yeniden dünyamıza dilimize gönlümüze sokmak zorundayız. Bunlar olmadığı zaman maalesef kaybolur gideriz. Herkesin ezip geçtiği insanlar haline geliriz. 15 Temmuz'da ezilip geçilmediysek bu kavramlar sayesinde geçilmedik. Bunu görmüş, öğrenmiş olduk.

Çok dikkat çekici bir deney var. Deney şu; 6-7 yaşında bir zenci çocuğun önüne iki bebek koyuyorlar. Biri zenci, diğeri beyaz bebek… Ve soruyorlar: "Hangisi yaramaz, hangisi uslu?" Zenci çocuk, beyaz bebeği gösteriyor "bu uslu", zenci bebeği gösteriyor "bu yaramaz." Peki, diyorlar "Hangisi sevimli, hangisi çirkin?" Beyaz bebek sevimli, zenci bebek çirkin… "Hangisi güzel, hangisi güzel değil?" "Beyaz bebek güzel, zenci bebek güzel değil." "Peki, neden?" Çocuk diyor ki: "Çünkü bu beyaz, mavi gözleri var, sarı saçları var." "E bu niye kötü?", "Çünkü o zenci." "Peki diyorlar sen hangisine benziyorsun?" Çocuk anlamazlıktan geliyor ilk başta "Ben mi?" diyor. "Evet, sen!" diyor. Hızlı hızlı parmağıyla gösteren çocuk bu defa yavaş yavaş gösteriyor. Fark ediyor ki aşağıladığı, beğenmediği, sevmediği, ittiği, dışladığı insan aslında kendisi. Bu Amerika'da olmuş bir olay ama baktığımızda bizim topluluğumuzda da, beğenmediğimiz, hor gördüğümüz insan oluyor. Hâlbuki o biziz, biz o. Bunu 15 Temmuz'da gördük. Derdimiz varsa hepimizin derdi. Sıkıntımız varsa hepimizin sıkıntısı. Vatansa hepimizin vatanı… Sahip çıkmamız gerekiyorsa hepimiz çıkmamız gerekiyor. O yüzden dışlamamayı, hor görmemeyi, atmamayı öğrenmek zorundayız. 15 Temmuz bize bunu öğretirse ne güzel.

Asıl darbe güven darbesi

Bir diğer mesele, güven darbesi. Bu çok önemli! Yani 15 Temmuz'da insanlar öldü. Allah rahmet eylesin. Bizim inancımız ölen insanların boşa ölmediğini söylüyor. Oysa ölmekten daha tehlikeli bir şey var: Birbirimize karşı güvenimizin kaybolması… Birbirimize inanamaz, güvenemez, dayanamaz, sır veremez, birbirimizden şüphelenir hale gelmemiz. Bu en büyük darbedir. 15 Temmuz bize bir zarar verecekse şehit olan iki yüz elli bir, yaralanan binlerce canla veya ekonomiyle vermeyecek. Hiç önemli değil hepsi telafi edilir. Ama şu güven darbesi telafi edilemez. O yüzden birbirimize inanmak, güvenmek, iyi tanımaya çalışmak, sırlarımızı paylaşmak, doğru bir şekilde samimi derin ilişkiler kurmak konusunda ne olur bu oyuna gelmeyelim.

Vatanımıza darbe girişimi olduktan sonra algı yönetimi yoluyla, güven darbesi yoluyla kalbimize ve aklımıza da darbe girişimi yapıldı. Ancak öte yandan 15 Temmuz bize başarı yollarını da öğretti. 15 Temmuz darbe girişimi püskürtüldü. 15 Temmuz'da vatanımıza kasteden bir darbe girişiminden ben yedi türlü ders çıkardım: 15 Temmuz günü insanlar durumun ciddiyetinin farkına vardılar, "Vatan elden gidiyor!" dediler.

Bu durumun farkına vardılar ve bir şeyler yapma ihtiyacı hissettiler. Mevzuyu önemsediler. Bizim de şu aklımıza algı yönetimi yoluyla kalbimize güven darbesi yoluyla yapılan müdahaleyi kabul etmememiz lazım. 15 Temmuz gecesi insanlar haberlerden seyredip "Vah vah, neler oluyor memlekette, memleket elden gidiyor!" demediler. Sokağa çıktılar. Sokağa çıkmamız bir şeyler yapmamız bizi kurtardı 15 Temmuz'da. Dolayısıyla aklımıza ve kalbimize yapılmaya çalışılan darbeyle alakalı bizim de "Ah, vah" demememiz, bir şeyler yapmamız lazım.

15 Temmuz gecesi bir-beş değil yüzlerce, binlerce insan çıktı ve adamlar baktılar "yahu bizim silahımız var, topumuz var, tüfeğimiz var ama onlar da bir değil ki yüz değil ki." Yani bir tanesini vuruyorsun düşüyor ötekisi geliyor, onu vuruyorsun ötekisi geliyor. Adamın tank üzerinden geçmiş, ötekinden kaçmıyor, o tank da üzerinden geçiyor. Böyle insanlarla karşılaştılar. Dolayısıyla olumsuz ne kadar düşünce ve duygu varsa zihnimize gelen, kalbimize gelen, onun yerine olumlu olabilecek bir tane değil, beş tane, elli tane, beş yüz tane, beş bin tane düşünceye duyguya, o da yetmez "davranışa'' sahip olmamız lazım.

Düşmanın nereden vurduğunu bilmeliyiz

Düşmanı tanımalı, nereden vurduğunu bilmeliyiz. Bakın 15 Temmuz'da köprüde bu kadar insanı kaybetmemizin en önemli sebebi köprünün ayağına saklanmış yukarı çıkmış hain bir keskin nişancı. O hain keskin nişancı daha önceden fark edilse bir şekilde insanlar daha dikkatli olacaktı, bu kadar kan dökülmeyecekti belki. Ama fark edilene kadar bayağı bir insanın kanına girdi o hain. Sonra vuruldu, öldürüldü. Bizim de zarar görmememiz için vurulmamamız için nereden vuruyor, kim vuruyor, nasıl vuruyor bakmamız lazım. Hangi gazeteden hangi web sitesinden vuruyor, hangi algıyla vuruyor bakmamız lazım. O yüzden ne okuyoruz, ne seyrediyoruz, neye kulak veriyoruz, kimi dinliyoruz, ne yapıyoruz o anda dikkat etmemiz lazım. Yoksa sokakta kazandığımız savaşı akıl olarak kalp olarak kaybedebiliriz.

Bir diğer mesele ''Hemen olmaz zaman alacak.'' O gün insanlar sokağa çıktılar bir saat içinde her şey düzelmedi, sabaha kadar mücadele edildi. Bazı yerlerde birkaç gün mücadele edildi, aslında halen de mücadele devam ediyor. O yüzden biz de 15 Temmuz öncesine göre daha fazla gayret göstereceğiz, daha fazla mücadele vereceğiz ama bir günde iki günde üç günde bıkmak, yılmak, yorulmak yok, bir süre ekstra mücadele vermeye devam etmek zorundayız. Bir diğer mesele de ''Kolay olmayacak!''. Bakın 15 Temmuz'da kaç tane kayıp verdik. Yine kayıp verebiliriz, yine zarar görebiliriz, yine incinip yorulabiliriz, yine ümitsizliğe kapılabiliriz ama buna rağmen devam etmemiz, mücadeleyi bırakmamamız, gayreti bırakmamamız lazım. 15 Temmuz akşamındaki mücadelenin başarılı olmasından benim çıkardığım dersler bunlar. Sizin de çıkardığınız dersler varsa lütfen benimle paylaşın, ben bunları hayatımda uygulamaya çalışıyorum, sizin söylediklerinizi de uygulamaya çalışırım.

BİZE ULAŞIN