Koronavirüs'ün dünyaya merhaba demesinin üstünden bir yıl geçti. Çin'de başlayıp Avrupa'yı dolaştıktan sonra ülkemize de yerleşen bu virüsün etkilerini bugün hâlâ yaşamaya devam ediyoruz. Pandemi, başlangıçta daha çok fiziksel sağlığımız için bir tehditti. Hastalığın seyrinin ve sonucunun belirsizliği, ölümcül ve hızla yayılan bir virüs olması, genel bir panik yarattı. Zaman içinde sağlık alanındaki gelişmelerle virüs ve tedavisi hakkında biraz daha bilgi sahibi olduk. Fakat uzun süreli izolasyon ve tedbirli hareket etme süreci, bu virüsü artık bir ruhsal sağlık tehdidi olarak algılamamıza yol açtı.
Bir yandan dışardan eve gelen her şeyi yıkamak, sık sık kolonya yahut dezenfektan kullanmak gibi hijyene dikkat etmeye çabalarken bir yandan da sosyal izolasyon nedeniyle ailemizden, dostlarımızdan ayrı kaldık.
Sosyal hayatı etkilenen insanların ruh sağlıkları da etkilenmeye başladı. Bugün hâlâ devam eden belirsizlik, sahip olduğumuz bu tehdit algısını beslemeye devam ediyor. Her gün açıklanan hasta sayıları ve kısıtlamalarla etkilenen hayat şartları kaygımızı, stresimizi arttırıyor.
Aslında bütün bu duygusal karışıklık oldukça normal... Yani anormal olan bir duruma karşı normal tepkiler veriyoruz. Maslow bir hiyerarşi piramidinden bahseder. Bu piramide göre insan en alttaki ihtiyacını giderdikten sonra bir üst sıradaki ihtiyaç için harekete geçer. Maslow'a göre piramidimizin en altındaki sıra fiziksel ihtiyaçlarımızdan -yemek, su, barınma, uyuma gibi- bir sonraki sıra ise güvenlik ihtiyacımızdan -fiziksel yahut psikolojik zarardan korunmaoluşur. Kısaca önce karnımızı doyurmak, sıcak bir yer bulmak sonra da bulduğumuz bu yerde güvende hissetme ihtiyacı duyarız.
Pandemi ise bizi tam olarak bu ihtiyaçlarımızla sınıyor. Bir işimiz ve karnımızı doyuracak, evimizi kaybetmeyecek kadar kazancımız olsa bile -ki bu dönemde bazı iş yerleri de ekonomik olarak olumsuz etkilendi- bulunduğumuz ortamlarda, görüştüğümüz kişilerle kendimizi güvende hissetmiyor ya hasta olursam yahut hasta edersem diye endişeleniyoruz.
Stres, kaygı ve eksiklik döngüsü
Yaşamı ve ilişkileri olabildiğince sınırlandırmak fiziksel hastalıktan korusa da eski yaşama duyulan özlem, sevdiklerimizle görüşememek, temelde sosyal bir varlık olan biz insanları zorlamaya devam ediyor. Hatta "Madem evdeyiz o zaman işe yarasın" fikriyle yola çıkan "pandemiyi fırsata çevirmek" söyleminin bile insanlarda belli bir strese yol açtığı söylenebilir.
Bu dönemde, kendini "yeterince" geliştirememiş her insan, yetersiz hissedebiliyor. Kısaca sürekli tekrar eden bir stres, kaygı ve eksiklik döngüsünün içinde hapsoluyoruz. Herhangi bir stres faktörüyle karşılaşıldığında, ruhsal bütünlüğünü korumak için her insan farklı yöntemlerle kendini korumaya çalışır. Mesela Selye, kişilerin stresli bir durum karşısında ilk olarak alarm tepkisi verdiğini, bu durumun ise sempatik sinir sisteminin harekete geçmesiyle savaş-don-kaç tepkilerinden birinin sergilenmesi anlamına geleceğini söyler.
İkinci olarak "direnme" aşamasına geçildiğinden bahseder ve burada da kişiler stres veren duruma uyum sağlamaya çalışırlar. Direnme aşamasının uzun sürmesi, bağışıklık sistemini etkileyebilir. Üçüncü aşamanın ise direnmenin uzun sürmesi durumunda ortaya çıkan "bitkinlik" aşaması olduğunu söyler. Bu evrede parasempatik sistem devreye girer ve direnme gücünün bitmesiyle birlikte kişiler yoğun olarak yorgunluk hissederler. Selye'ye göre bu durum kişilerde, depresyona bile sebebiyet verebilir.
Peki, ruh sağlığını korumak ve psikolojik olarak daha iyi olabilmek için bu döngüyle nasıl baş ediyoruz? Psikolojik iyi oluş olumlu duyguları daha fazla, olumsuz duyguları daha az yaşamak veya genel olarak fiziksel, bilişsel, sosyal ve duygusal alanlarda optimal işlevsellik olarak tanımlanabiliyor².
Olumsuz duygular arttığında veya stres veren bir durumla karşılaştığımızda organizmamız bizi korumak ve daha iyi hissetmemizi sağlamak için harekete geçiyor. Bazı insanlar stresli bir durumla baş etmeye çalışırken duygu veya problem odaklı bir bakış açısına sahip olabilirler.
Duygu odaklı ya da problem odaklı mücadele
Duygu odaklı baş etmeye çalışan insanlar stres veren durum karşısında daha çok savunma konumunda kalırlar. Durumu değiştirmek bunun için eyleme geçmek yerine duyguyu değiştirmeye, duygunun yoğunluğuyla baş etmeye çalışırlar. Problem odaklı kişiler ise duyguyu değil var olan stres durumunu değiştirmek için çabalarlar.
Mesela pandemi döneminde uygulanan kısıtlamalar nedeniyle işleri bozulan bir kişi yaşadığı bu stres karşısında duygu odaklı başa çıkma stratejilerini kullanıyorsa yasak yokmuş gibi gizlice satışını yapabilir veya bunun bir cezası olduğunu düşünüp sürekli dua ederek kendini rahatlatmaya çalışabilir.
Problem odaklı başa çıkma stratejilerini kullanan biri ise duygusundan ziyade işlerini nasıl toparlayacağına odaklanır. Elindeki malzemeleri bir internet sitesi üzerinden satmaya çalışabilir veya bu dönemde insanların ihtiyaçlarını düşünerek mevcut işini buna göre değiştirebilir, dönüştürebilir ve gelir elde edebileceği bir konuma getirmeye çalışabilir. Bu yolların hem olumlu hem de olumsuz yönleri olabilir. Fakat önemli olan her bir stratejinin de kişilerin psikolojik olarak daha iyi olmalarına hizmet etmesidir.
Kısaca her insan, stres yaratan durum karşısında, bu duygusuyla baş edebileceğine, kendini rahatlatabileceğine inandığı bir yol seçer. Hangi yolu seçtiğimiz, o zamana kadar sahip olduğumuz ruhsal alt yapımıza ve öğrendiklerimize göre değişebilir. Fakat seçtiğimiz yolun farkında olmak, beraberinde bunu kabul etmeyi yahut değiştirmek için çaba sarf etmeyi sağlar. Yani farkına vardıktan sonrası, artık kişinin kendi seçimidir.
Pandeminin yol açtığı yoğun kaygı nedeniyle hiç hareket edememek, zamanı sürekli evde ve bu sürecin günün birinde geçeceğini bekleyerek geçirmek de seçilebilecek yollardan biri olabilir. Kişi seçiminin farkında ve hâlinden memnunsa zaten baş edebiliyor demektir. Fakat bu seçim, zamanla, üretememe yahut yaşam kaynaklarını kullanamama sonucu bıkkınlığa ve yorgunluğa doğru evrilmeye başlayabilir. Kişi, bu yorgunluğa dair duygusunun farkına varırsa Selye'nin bahsettiği depresyon aşamasına gelmeden ihtiyaç duyduğu önlemi, desteği alabilir veya problem odaklı hareket ederek içinde bulunduğu şartlar dâhilinde zamanı nasıl daha verimli kullanabileceğini düşünüp bunun için harekete geçebilir.
Psikolojik iyi oluş için ilk adım
İnsanın kendine, duygularına dair farkındalığının olması, sadece içinde bulunduğumuz şu dönem için değil, yaşamı boyunca karşılaştığı birçok zorlukla baş edebilmesi için önemli bir anahtar. Problemi çözebilmemiz için önce onu anlamamız gerekir. Ne yaşadığımıza ne hissettiğimize ve neye ihtiyaç duyduğumuza dair farkındalığımız arttıkça bu problemlerin üstesinden gelmek de kolaylaşır.
Mesela pandemi döneminde sadece "çok kaygılanıyorum" diyebilmek, bu duygunun farkında olmak ve bunu ifade edebilmek ama bunun dışında hiçbir yönden kendini geliştirememiş olmak bile, her şey normalmiş ve hiçbir şey değişmemiş gibi her zamanki hayatına devam etmeye çalışmanın yanında çok daha sağlıklı bir ruhsal işleyişin göstergesi olabilir. Yapılan birçok araştırma da insanın kendine ve duygularına dair farkındalığının olmasının, psikolojik olarak kendini daha iyi hissetmesine yardımcı olduğunu ifade ediyor¹-².Dolayısıyla işe "Şu an tüm dünya olarak içinde bulunduğumuz durum oldukça rahatsız edici ve daha ne kadar süreceği belli olmayan bu süreç nedeniyle kaygılıyım" diyerek başlamak, zorluğu ve hissettirdiği duyguyu kabul etmek, psikolojik iyi oluş için atılabilecek ilk adım olabilir.
Her insan kendi içinde derin bir hazine. Çoğu zaman farkında olmasak da çok güçlü içsel kaynaklara sahibiz. Bu kaynaklara erişimimiz ise hem kendimizle hem de sevdiğimiz, güvende hissettiğimiz ötekilerle kurduğumuz ilişkilerle mümkün. Fakat bu süreçte bizi en çok zorlayan kısım, oldukça uzun bir süredir sevdiklerimize güvenle sarılamıyor ve giderek yalnızlaşıyor hatta kendi iç kaynaklarımıza, sahip olduğumuz güçlü taraflarımıza karşı bile mesafeli kalıyor olmamız…
Bandura, pozitif bir ruh hâlinin kişinin kendi öz yeterliğini arttırdığını; umutsuz ruh hâlinin ise azalttığını söyler. Evet, bu dönemde umutsuzluk duygusuna ulaşmak oldukça kolay... Peki, psikolojik iyi oluşunuz için hangisi sizin seçiminiz olur?
1. Demirci, İ., & Şar, A. H. (2017).
Kendini Bilme ve Psikolojik
İyi Oluş Arasındaki İlişkinin
İncelenmesi. Itobiad: Journal
of the Human & Social Science
Researches, 6(5).
2. Çiçek, B., & Almalı, V. (2020).
COVID-19 Pandemisi Sürecinde
Kaygı Öz-yeterlilik ve Psikolojik
İyi Oluş Arasındaki İlişki: Özel
Sektör ve Kamu Çalışanları Karşılaştırması.
Electronic Turkish
Studies, 15(4).