Dünyaca ünlü yoga hocaları, binlerce kişiyi etkisi altına alan kişisel gelişimciler, kendine mahs us müritleri bulunan Hintli filozoflar, yeni çağ mistik toplulukları gibi mutlak mutluluk vaat eden alternatif inanç grupları son dönemlerin popüler akımları ar asında yer alıyor. Bir yandan spiritüal hareketler çeşitlenirken diğer yandan mevcut dinlerin ve tarikatların içinden çıkan fakat çıktıkları kaynaktan gittikçe uzaklaşıp bambaşka bir f orma bürünen dinî oluşumlar dünya çapında yayılıyor gibi görünüyor. Bu meselelerle birlikte son dönemde ülkemizde bir hayli tar tışmaya yol açan Selefîlik akımını, modern bir kült olan FETÖ oluşumunu; sahih cemaat ve tarikatları bu kültlerden nasıl ayırt edebileceğimiz gibi pek çok konuyu Pr of. Dr. Hilmi Demir ile derinlemesine konuştuk.
Hem dünyada hem de ülkemizde yeni inanç sistemleri ve modern kültler ortaya çıkıyor ve binlerce kişiyi etkisi altına alabiliyor. Bunlar neden ortaya çıkıyor, nasıl bu kadar yayılıyor?
Dünya modernleştikçe ve bilim geliştikçe dinlerin etkisini yitireceği ve yavaş yavaş kaybolacağı; küreselleşme ile de kolektif kimliklerin yerini bireyin alacağı varsayılıyordu. Fakat Peter L. Berger'in deyimiyle laik yanılsama, yerini dinlerin daha da etkili olduğu bir dünyaya bıraktı. Ulrich Beck, Anthony Giddens ve Zygmunt Bauman'ın da dâhil olduğu sosyal teorisyenlere göre küreselleşme, geleneksel sosyal kimlikleri eritiyor ve yerine öznellik biçimlerini teşvik ediyordu. Kısmen doğru olsa da gördük ki etnik ve dinî kolektif kimlikler önemini yitirmedi ve bu kimliklerle kolektif yapılar hem önem kazandı hem de form değiştirdi. 2000'li yıllarda dinlerin kamusal alanda daha görünür olduğunu gördük ama aynı zamanda internet, sosyal medya, akıllı telefonlar hızla hayatımıza girdi. Kamusal dinlerin yani İslam, Hristiyanlık ve Yahudilik gibi kitabi dinlerin bu yeni dünyaya ayak uydurmaları için onların da popüler olması gerekiyordu. Batı'da "televangelist" denilen, bizde İsmihan Şimşek'in Popstar Vaizler olarak kitaplaştırdığı durum tam da bu aslında. Dinler popülerleştikçe onlara ilişkin skandallar da artmaya başladı. Görünürlük beraberinde dejenerasyona, ticarileşmeye ve dinlerin geleneksel kurumlarının toplum gözünde de itibar kaybetmesine yol açtı. Dinî cemaatler, kurumlar kapitalist tüketim toplumun pazarında birer ürün olarak metalaştıkça anlam ve değer kaybına da uğradılar.
Bugün dünyada binlerce kült ve manevi inanç grubu var. Biz kültleri karizmatik bir liderde somutlaşan, aşırı bir ideolojiye ortak bağlılığı olan bir grup veya bir hareket olarak tarif ediyoruz. Masumca başlanan, belki tanrısal bir sıcaklık bulmak için girilen yogadan tutun da manevi arınma vaat eden birçok "yıkıcı kült" topluluklarda hiç ummadığımız insanların radikalleştiğine ya da cinsel ve ruhsal istismara uğradığına tanık olabiliyoruz. Bu kült hareketlerin illa bir din çatısı altında olması gerekmiyor. Sözgelimi Scientology tamamen seküler bir kült. The Arm of Lord adlı ABD kökenli kült cemaatin lideri Kerry Noble'ın şu sözlerine kulak verelim: "Tüm niyetim İncil öğrenmek ve onun yolunda ilerlemekti. Birden kendimi aranan teröristler listesinin başında buldum."
Peki, bu gruplara dâhil olma süreci nasıl işliyor?
İnsanlar bir kült gruba istismara uğramak, radikalleşmek ya da suç işlemek için girmezler. Çoğu kez istediğimiz şey sosyalleşmek, bir arkadaş topluluğuna katılmak, yaşadığımız travmalardan ya da yalnızlıktan kurtulmak için sıcak bir aile yuvasında huzur bulmaktır. Bu yüzden kültlerin yaptığı en önemli şey katılımcıları sevgi bombardımanına tutmak olur. Aradığımız şey mutluluktur ve çoğu kez katıldığımız grupta bunu bulduğumuza inanırız. Dünyayı değiştirmek isteriz ve değiştirecek bir amaç bulduğumuzu düşünürüz. Kafamızdaki sorulara ilişkin cevaplar çok basittir. Bazen bu cevapların arkasında bize güçlü bir Tanrı iradesi olduğu, gizemli, sırlı, metafizik rüyalarla bu hedeflerin çizildiği izlenimi verirler. Cevapların basit olması aslında sürekli ekrana bakan, en fazla 100 karakterle düşünen gençler ve beyaz yakalılar için oldukça alışıldık bir dünyadır. Gizem ve sır ise aslında rasyonelliğin sıkıcılığını yaşayan ruhlar içinde bir tür maceradır çünkü bilim hayatımızı kuşattıkça, dünya dijitalleştikçe daha fazla mitolojik olana yöneliyoruz.
Dinî ve bireysel anlamda değişim ihtiyacında, arayış anında bir arkadaş ya da bir toplantı yoluyla bu grupların ağlarına takılarak ilk adımı atarız. Bu tür yapılar öncelikle sizi öyle bir sevgi çemberine alır ki siz önemli olduğunuzu hissederken aslında onlar sizin etrafınıza şüphe geçirmez kalın duvarlar örerler. Merkezinde kutsal bir görevle işini yaptığına inanılan karizmatik bir kült lider vardır. Çevrenizde birçok meslekten, çok okumuş, kariyer sahibi insanların ona nasıl itaat ettiğini görür, bugünün moda deyimiyle böylece sürü bağışıklığına tutulursunuz. Zamanınızı, çevrenizi ve ilişkilerinizi kontrol ederler. Günlük haftalık programlara alırlar. Yurtları, okulları, dernekleri vardır. Aileler olarak katılmaya başlarsınız. Çevrenizde her şey katıldığınız grubun rengini almaya başlar. Tüm ihtiyaçlarını gideriler. Böylece aslında bir kapalı fanusta yaşadığınızı hissetmeden bir balık gibi yaşamaya başlarsınız. Aydınlandığınıza ve daha iyi olduğunuza inanırsınız ama aslında her şeyinizi teslim etmişsinizdir.
Bunların arkasında bizim görmediğimiz başka amaçlar güden güçler var mı peki?
Elbette siyasi-politik hedeflerden ticari hedeflere, güvenlik ve karşı casusluktan cinsel sömürüye kadar birçok hedef bulunabilir. Sırra karşı ciddi bir duyarlılığa sahip kapalı toplumlar oldukları için içeride olup bitenlerin dışarı sızması çok zordur. Denetimsizlerdir; kült bir lidere bağlıdırlar ve bu yüzden olup biten orada kalır. Ayrıca elitisttirler. Osho ya da Japonya'da metroya sarin gazı saldırısı düzenleyen Aum Shinrikyo cemaatlerine bakın. Bu kültlere katılanların kariyer sahibi, doktor, mühendis ve oldukça elit insanlar olduğunu görürsünüz. Bizim şahit olduğumuz FETÖ'yü ele alalım. Akademisyeninden ordu ve emniyetteki üst düzey kadrolara kadar birçok insanı devşirdiler. Bu da yayıldıkları toplumun aslında beyin takımını kendilerine bağladıklarını gösterir. Böylece o toplumun en üst beyinlerinin ne yaptıklarını, hangi projelerde yer aldıklarını kolayca öğrenebilir ve bunların bilgisine ulaşabilirler. Bu yüzden dünyadaki bütün istihbarat örgütleri kült gruplarını kontrol etmek ister çünkü bir kez bir kült örgütünü kontrol etmeyi başardığınızda o yapıdaki tüm insanları bilgi almak için kullanabilirsiniz. Ya da para ve sermaye sahibi zenginleri, onların çocuklarını kült örgütlere alarak kolay yoldan bir ülkedeki sermayenin el değiştirmesini sağlayabilirsiniz. Üyeleri sömürerek, ücretsiz ve gönüllü çalıştırarak büyük servetler toplayabilirsiniz. Moon Tarikatı bunun en ilginç örneğidir. Kuzey Kore çıkışlı bu tarikat bugün ABD başta olmak üzere oldukça geniş bir ticari ve medya ağını yönetmektedir. NXIVM'ye bakalım. Kişisel gelişim seminerleri, toplantılar üzerinden örgütlendi ve daha sonra büyük şirketlere kavuştu. Şimdi de üyelerinin cinsel istismarı ile gündeme geldi. Bu örnekleri çoğaltmak mümkün… Kişi kültüne bağlı ve denetimsiz oldukları için bu tür yapılarda her türlü illegal ilişkilerin ve manipülasyonun meydana gelmesi mümkündür. Bu yüzden özellikle ABD'de de FBI 1993'ten itibaren kurduğu özel ofis ve birimlerle, psikolog, teolog ve davranış bilimcilerle bu tür yapıları çok sıkı takibe alıyor.
Son dönemlerde modern kültler, uydurma cemaat ya da topluluklar paralelinde Selefîlik tartışmalarına şahit olduk. Türkiye gündemine giren bu Selefîlik nedir?
Aslında Selefîliğin yükseliş trendi ile biraz önce sorduğunuz kültler, tarikatımsı yapılar arasında dolaylı bir ilişki var. Toplumlarda kitabi dinler ve onların kurumsal etkileri zayıfladıkça toplum uçlara doğru savrulmaya başlıyor. Yaşadığımız çağ ve internet, maneviyatçı ve spiritüal kült gruplarını cazip kıldığı kadar bunun diğer ucunda yer alan aşırı ideolojileri de özellikle gençlere daha çekici kılıyor. Selefîliğin sloganist, basit çözümleri ile bu kült grupların her soruya saçma bile olsa bir cevapları olması aynı bağlamda düşülmelidir: "Çok fazla felsefe yapma, bana ne yapacağımı, aslında ne satın almam gerektiğini söyle!" Dolayısıyla Selefîlik de bugün aslında böyle bir ideoloji. Her şeyi çok kolay siyah-beyaz olarak tanımlıyor. Tıpkı kült örgütler gibi kurtuluş pazarlıyor: "Buna inan ve cenneti garanti et yoksa ebedi cehennemdesin." Bu da din eğitimi almamış, huzursuz, ötekileştirilmiş, anlam arayışındaki gençler üzerinde etkili oluyor.
Bu açıdan Türkiye'de ilahiyat disiplinleri içinde Selefîlik eski olsa da gençlere tutunan bir tür muhalif olma, her şeye karşı çıkma hâli olan Selefîliğin girişi ve yayılışı 1996'larda başlıyor. Bu açıdan Selefîliğin ne olduğunu doğru tanımlamak lazım. Bizim dinî yorum ve anlayış olarak lafızca, metin merkezli, nakli esas alan ve klasik metinlerde "Selef", "Ehli Hadis", "Ehli Eser", daha sonra da "Hanbelilik" olarak bildiğimiz tutum ya da mezheplerle bugün karşı karşıya olduğumuz olgu aynı değil. O halde Selefîlik nedir sorusuna şöyle cevap vereyim: Selefîlik, geçmiş tecrübeleri ve dinî gelenekleri reddeden ya da dışarıda tutan, mevcut durumdaki Müslümanların sosyal, siyasal ve entelektüel tüm kazanımlarını küfür ya da bidat gören, dışarı ile değil daha çok içeri ile kavgalı olan, metin merkezli, aşırı köklere dönüş ideolojisidir. Selefîlik aşırılık yanlışı olan, tekfirci, dışlayıcı, çoğulculuğu reddeden, kendi ideolojisi ve itikadının dışındaki tüm tanımları küfür ve şirk gören, kadın haklarını ve demokrasiyi İslam içinde asla meşru görmeyen bir ideoloji olduğu için elbette ciddiye alınmalı ve yayılmasından endişe edilmelidir. Farklılıklarımızla bir arada yaşama kültürümüz, irfani ve hikmeti esas alan din yorumumuz açısından Selefîliğin bu topraklara ait olmadığı, dışarıdan gelerek burayı yurt edinmeye çalışan bir ideoloji olduğu aşikârdır.
Selefîliğin köklerinin dışarıda olduğunu düşünüyorsunuz. Bizde neden bu mesele son dönemde gündeme geldi ve tartışılır oldu?
Benim tanımladığım biçimiyle ideolojik siyasi Selefîlik, Arap yarımadasında Muhammed b. Abdülvehhab'in Vehhabi isyanıyla birlikte Bağdat, Kahire ve Şam ve Hindistan hattına doğru genişlemiştir. Bu hatlarda genişlerken de Osmanlı'ya karşı Arap milliyetçiğine eklemlenmiştir. Bu süreçte Selefîlik karşısında en güçlü direnci de Bağdat ve Şam'da Nakşi-Sufi âlimler göstermiştir. Bu açıdan sadece Anadolu'ya yabancı değil, aslında Osmanlı'nın temsil ettiği her şeye karşı bir ideolojiden bahsediyoruz. Vehhabiliğin Suudi Arabistan'ın bir resmi din yorumu olmasıyla da aslında Selefîlik her zaman Suudi Arabistan'ın İslam dünyasında oynamak istediği liderliğin çok önemli bir aparatı hâline gelmiştir. Selefîlerin ilginç bir itikatları var. Onlara göre bir kişiye imanının ne olduğunu anlatmak yetmiyor. Kişi tağut dedikleri demokrasi, tasavvuf gibi kavramları ve düzeni reddettiğini söylemezse iman etmiş sayılmıyor. Dolayısıyla onlar bulundukları yerde tasavvufa, demokrasiye karşı küfür ve şirk ithamını başlatıyorlar ki bu da ister istemez polemik yaratıyor. Tartışılmasının nedeni onların bu saldırgan ve sert tavırları olsa gerek.
Olumsuz birkaç din kisveli örnek üzerinden başlayan tartışmalar eninde sonunda dini cemaat ve tarikatlara uzanıyor. Bunlar ile modern kült hareketlerini bağdaştırmak ne kadar doğru?
Biz istesek de istemesek de cemaat ve tarikatlar sadece bizim değil tüm toplulukların bir gerçeği. Buradan şu sonuç çıkmasın; din, cemaat ve tarikatlar olmadan yaşanamaz mı? Elbette yaşanır, zaten yaşanıyor da ama bazı insanlar dini bir cemaat ve tarikat içinde yaşamayı tercih edecektir. Bunların bir kısmı eski geleneksel yapıların bir devamı olarak ortaya çıkacak, bazıları da hiç tanımadığımız biçimde yeni dinî hareketler ve gruplar olarak doğacaktır. Bunu ne Çin ne Rusya ne de dünyadaki herhangi bir devlet engelleyebilmiş değil. Türkiye'deki cemaat ve tarikatları geleneksel tarikat yapılarının devamı olduğunu iddia edenler, onların çeperlerinde yeniden yapılanmaya çalışanlar ve geleneksel tarikat modelinin dışında modern cemaatler olarak sınıflandırmak mümkün. Kült yapılar kapalı yapılardır, girenin asla ayrılmasına müsaade edilmediği, ayrılanın bedel ödediği yapılardır. Ünlü Kült yazarı Alexandra Stein'ın dediği gibi "Tam ay tutulmasının ışığı tamamen kapladığı gibi, dışarıdan hiç ışık geçirmeyen yapılardır." Normalde biz ne tarikatın ne cemaatin böyle olmasını beklemeyiz. İşte devlete de tam burada sorumluluk düşüyor. Devlet vatandaşlarını ve kamusal düzeni korumakla yükümlü olduğu için kültleşen her yapıyı dikkatle takip etmek zorundadır. Zaten kültleşme yoksa bu zaten devleti ilgilendirmez. Her sakallıya DEAŞ'lı muamelesi yapmak nasıl yanlış ise her tarikat veya cemaate de kült muamelesi yapmak yanlıştır.
Kötü örneklere bakarak belli bir silsile ve geleneğe dayanan cemaat, tarikat ve benzeri yapıların hepsini yasaklamak çözüm olabilir mi? Dinî cemaat yapılarının olmadığı bir dünya mümkün mü?
Bu imkânsız bir şey... Rusya ve Çin gibi totaliter, komünizmle yönetildiği söylenilen ülkelerde bile binlerce kült gruplar, cemaatler var. Ayrıca yasaklamak hiçbir şekilde çözüm olmaz. Bu tür yapıları yasaklarsak yer altına inerler. Bu da tehlikeli ve istenmeyen sonuçlara yol açar. Ayrıca bunların üstlendiği sosyal sorumluklar var. ToplumiBçainzdı da bireyin sosyalleşmesinden tutun, yoksulluk ve yoksunluğun paylaşılmasına kadar birçok önemli görev üstleniyorlar. Devletin ulaşmadığı yerlere ve bireylere bunlar ulaşıyorlar. Sivil toplumun önemli kurumları olarak düşünmek lazım… Sorun bunların olması değil, sorun denetimsizlikten faydalanarak bireyin istismarına yol açacak kötü niyetlilerin fırsat bulması.
Geleneksel tarikat ve cemaatlerle sapkın dinî hareketleri aynı kefede tutan bir "aydın" zihniyeti söz konusu. Gerçekten amaçladıkları şey nedir?
Türkiye'de din meselesinin önündeki en önemli sorunlardan biri bu aydın tipi. Bunların bir kısmının ülkede sadece cemaat ve tarikatlarla değil, dinle meseleleri var. Maalesef din karşıtı pozitivist edebiyat ve felsefe Türkiye'de çok yaygın. Söylemleri sadece İslam'a değil; dinin kendisine karşı bir öfkeleri ve hınçları var. Bir kısmı da maalesef Türkiye'de Selefî modernizmden etkilenmiş. Bunlara göre Kuran'da olmayan bu yapıların zaten dinde yeri yok ve tasfiye edilmesi lazım. Bu iki grubun da dogmatik olduğunu söylemeliyim.
Tarikatların denetimsiz kalması önüne gelenin kendisini şeyh ilan etmesine neden oluyor diyebilir miyiz? İnsanlar kendilerini nasıl bir anda şeyh ilan edebiliyor?
Tabii ki en temel sebep bu geleneksel yapıların kurumsal kimliklerinin ve onları besleyen ilmî arka planlarının modernleşme sürecinde iyice bozulması ve bir tür yapıbozumuna uğraması. Evet, bugün hayatta kalmaya, geleneksel yapıları sürdürmeye çalışan insanlar var ama onları ayakta tutacak tekke ve medrese eğitim sistemi yok. Bugün bu yapılar kalmadı. Onların yerini aslında ilmî, irfanî eğitimi almadan daha çok bir mürşidin yanında ve hizmetinde bulunup onun rahle-i tedrisinden geçmiş kişiler aldı. Ayrıca denetimsiz bir alanla karşı karşıyayız. Bu yapıların bir yerde açılması için herhangi bir belge ya da kayıt istenmediğini biliyoruz. Bu tür yapılar, din adamları geleneklerimiz gereği saygı ve hürmet görüyorlar. Özellikle bir de Peygamberimizin soyundan olduğu söylenen seyitlere karşı çok ciddi bir saygı var. Dolayısıyla toplumun bu hassasiyetlerini kötü niyetle kullanmak isteyenlere karşı korumasızız.
FETÖ gibi yapılardan sonra insanların dinî cemaat ve tarikatlar konusunda endişelendiğini görüyoruz. FETÖ bir tarikat ya da cemaat miydi yoksa bir kült müydü?
FETÖ asla bir tarikat olmadı. Zaten böyle bir iddiayı da reddederdi. Tarikat olması için bir gelenek içinde kendinden önceki bir mürşide bağlı olması ve onun halifesi olması gerekirdi. FETÖ lideri Gülen hiçbir zaman böyle bir mensubiyet içinde olmadı. FETÖ bildiğimiz ve kendi ifadeleriyle de modern bir dinî cemaat ve harekettir. Kendileri sonra "biz cemaat değil, cemiyetiz deseler" de bu onların modern bir dinî topluluk olduğu gerçeğini değiştirmez. Geleneksel anlamda tarikatların içe kapalı yapılar olması da mümkün değil. Bir tekkede, dergâhta icra edilen zikre, sohbete katılmak isteyen herkese kapılar açıktır. Cemaat yapıları öyle değildir; hiyerarşik bir örgütlenme içinde kurallar daha resmidir. Bu yüzden FETÖ bir tarikattan daha çok modern bir kült özelliği gösterir.
FETÖ liderinin söylemlerine baktığımızda şu temel özellikler gözümüze çarpar: İlk olarak eklektik bir yapı ve İslami bir kolaj vardır. Herkül gibi Yunan mitolojisinin kahramanları ile Museviliği, İsavilik ile tasavvufi kavramları iç içe kullanır. İkincisi Gülen karizmatik kült liderdir. Tanrı tarafından seçildiğine, Tanrı'nın kendisi için düşmanlarına zarar verdiğine inanır. Üçüncü olarak cemaati seçilmiş bir topluluk, asr-ı saadet, sahabe ile kıyaslar. Dördüncüsü dışa kapalılık, gizem ve gizlilik esastır. İçerde olup bitenin dışarı sızmamasına (kitmanilik) çok önem verilir. Beşincisi "biz ve onlar" dikotomosi esastır. Kendisine karşı olanları düşman, şeytan cephesi olarak isimlendirir. Altıncı olarak militarist bir dil ve askere öykünme vardır. Kitaplarında çok fazla askerî jargon ve benzetme kullanır. Son özellik ise ütopyacı bir gelecek ve apokaliptik inançlar vardır.
Siz hiç askerî jargon kullanan tarikat şeyhi gördünüz mü? Ya da yunan mitolojisinin yarı tanrı kahramanı Herkül'ü rol model olarak anlatacak bir dinî lider? Veya istihbarattan, haber almadan bahseden bir şeyh? İşte bunlar olduğunda zaten o kültleşiyor demektir. Hiçbir geleneksel tarikat size rüyadan emirler talimatlar getirmez, aşınıza işinize talip olmaz, çalıştığınız kurumlarla ilgili taleplerde bulunmaz, polis, asker, istihbarat işine girmez. Kod, şifre kullanmaz. "Büyük olalım, çok olalım, güçlü olalım, devlette kadro sahibi olalım" gibi hedefleri yoktur. Bu yüzden kült yapıların yüzü dünyaya dönüktür, geleneksel tarikatların yüzü ise gönlünüze dönüktür.
PROF. DR. HİLMİ DEMİR KİMDİR?
Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'nden mezun oldu. Doktorasını 2001 yılında Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Kelam Anabilim Dalı'nda tamamladı. 2002-2003 yılları arasında Kırgızistan OŞ Devlet Üniversitesi'nde çalıştı. 2009 yılında doçent oldu. Ulusal ve uluslararası alanda radikalizm, Selefîlik, mezhep çatışmaları ve IŞİD konularında makalelere imza attı. Radikalleşme, Selefîlik ve İslami hareketler konusunda uzman olan Demir, Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı (TEPAV) Bölge Çalışmaları Program Danışmanı olarak görev yaptı. Demir, 2020 yılında TEPAV bünyesinde kurulan Orta Doğu ve Orta Asya Araştırmaları Enstitüsü (TEPAV OAS) direktörlüğünü yürütüyor ve Hitit Üniversitesi Kelam Ana Bilim Dalı'nda profesör olarak görev yapıyor.