Ekrem Demirli: Himmeti buğdaya döndürmek: Tasavvuf ve iktidar arzusu

Himmeti buğdaya döndürmek: Tasavvuf ve iktidar arzusu
Giriş Tarihi: 17.11.2020 14:58 Son Güncelleme: 17.11.2020 14:58
Din bize erdemlere erdikten sonra daha önce bir kere terk ettiğimiz iktidara tekrar dönmemeyi salik verir; çünkü dindarlikla yapilabilecek en kötü iş, dünyevi bir iktidar inşa etmek ve güç devşirmektir. Bu yüzden hemen bütün peygamberler “sizden bir şey istemiyorum” diyerek tebliğe başlar.

Sufiler "tasavvuf" yöntemini insanın en derin damarlarına yerleşmiş olan güç ve iktidar tutkusundan arınmanın temel usulü olarak kabul etmiş olsalar bile, bütün dönemlerde en çok bunun üzerinden itham edilmiş, tartışılan zümreler olarak sürekli gündemde kalmışlardır. İlk başta önce mesleklerini veya ilim talim-tedrisini terk ederek sessiz sedasız şehrin dışına çıkan zahitler yeni tarz-ı hayatı ideal olarak kabul edenler tarafından eleştirildi. Onlara göre tasavvuf "türedi" (bidat) bir hareket olduğu kadar dinî cemaatin birlik ve selametini tehdit eden tehlikeli bir cereyandır.

Ticaret ve zenginliğin en üstün değer olarak yüceltildiği bir toplumda sufiler "dilenci" olmak, yoksulluğu yaymak, miskinliği teşvik etmek gibi eylemlerle itham edildiler. Gerçekte haklı yanları olsa bile böyle bir itham perdeleme idi; yeni şehirlerdeki insanlar zenginleşme ve refaha karşı duydukları iştahı yoksul zahitleri ithamla gizlemek istiyordu.

Yeni toplumsal yapıda statü devşirmenin kestirme yollarından biri olan yeni bilgi anlayışının -âlimlerin büyük kısmı mevalilerdi denilir- temsilcileri sufizahitleri cahil kalmakla itham ettiler. Bu ithamın ardında yatan ise birinci nesildeki ümmiliği müteakiben ortaya çıkan karmaşık metinler üzerine kurulu ve ihtisas gerektiren yeni dindarlık anlayışı arasındaki çelişkinin saklanması idi.

Beş temel ibadet üzerinden bu kadar büyük metinlerin nasıl ortaya çıktığını anlamamak makul bir tavır olsa bile, bu tutumdakiler "bilmiyor" diye itham edildi.

Bu nedenle zahitlerin bilgi ile amel arasında kurdukları telazüm ilişkisi ciddiye alınmadan cahil ilan edildiler. Cüneyd-i Bağdadi amel ve ahlakın bilginin istilzamı olduğunu izah ettiği birisine "bunu yaparsan o zaman gerçek fakih oldun" dediğinde, zahitlerin iki asırdır anlattığını özetlemişti.

Erdemi iktidara dönüştürmemek

Böyle itham ve suçlamalar tasavvufu derinden sarsmıyordu çünkü hakikate mutabık değillerdi. Onlar zenginliği bireysel olarak reddetseler bile büsbütün ona karşı çıkamazlardı, çünkü dinde referans çerçevesini teşkil eden sahabe nesli idi. Bilginin amele ve ahlaka bağlanmasını savunsalar bile, bilginin kendi başına bir değer olduğunu da biliyorlardı. Evlenmeyi reddederek toplumdan uzaklaşmayı savunsalar bile, zahitler, kelimenin hakiki anlamıyla "toplum karşıtı" değillerdi. Çünkü dinin gerçek ve nihai rehberi Hz. Peygamber evli idi, ticaret yapıyordu, toplumla ilişkileri vardı vs.

Neticede tasavvuf bu ilk örneği yok sayabilecek teorik bir iddia getiremezdi. Bu itibarla insanın yalnız yaşamayı tercihi veya hiç evlenmemesi veya çalışmaması dinin toleransla yaklaşabileceği kişisel bir tercihti, fakat buradan herkes için bağlayıcı bir hüküm çıkartılamazdı. Bu nedenle tasavvufa ve sufilere yönelik söz konusu ithamlar daha çok kendi durumlarını gizlemek ve iştahlarını meşrulaştırmak amacı taşır.

Fakat bütün bunların arasında başka bir itham vardı ki dinî hayat dahilinde üzerinde en çok durulması gereken oydu. Üstelik bu itham sadece tasavvufun değil din, ahlak vb. gibi insanlık tarihinde kıymeti olan yüksek değerlerin en büyük sınavıydı. Bu itham, dindarlığı temsil ettiği düşünülen insanların erdemleriyle güç ve iktidar devşirmesi meselesi idi. Dinin tarihinde iktidarla ilişkisi kadar sorunlu başka bir alan yok gibidir. Bu itibarla sufiler iktidar arzusu peşinde olmakla itham edilmeye başlandığında, tasavvufu bu ithamı görmezden gelmek bir yana çok ciddiye aldı. Çünkü "iktidar arzusu" üzerinden getirilen eleştiri gerçek, gerçek olduğu kadar tasavvufun bütününü ortadan kaldıracak kadar tehlikeli bir itham idi.

Tasavvufu bir kelime ile anlayacak olsak "iktidarın terki" diyebileceğimiz gibi sufileri "iktidar saplantılı" olarak düşünmek de bu iddianın reddedilmesi demekti. Bu nedenle sufiler, geniş veya dar alanlardaki güç ve "iktidar" ile ilişkilerine dair eleştirileri son derece ciddiyetle ele aldılar. Tasavvuf tarihinde ortaya çıkan bazı hareketler, özellikle de gizlilik, kendini anlatmamak, yazmamak gibi birçok tedbir hep bununla ilgili idi: Erdemi iktidara dönüştürmemek.

Tacı tahtı terk etmek

Tasavvufu bir yana bırakırsak, dinî hayatın bütün zamanlarda maruz kaldığı en açık tehlike gizli veya açık "iktidar" arzusuydu. Hatta işin başında iktidar arzusundan kısmen ayrışma olsa bile, ilerleyen merhalelerde iktidar arzusu yeni formlarla geri dönerek erdemler üzerinden kendini tahkim edebilir.

Bu itibarla sufilerin toplumla ilişkisinde en ciddi merhale iktidarla sınandığı dönemdir. Burada bahis mevzu olan şey, seyrüsüluke veya tarikata intisabın başında iktidar duygusundan vazgeçmek meselesi değildir. Birçok insan dünyevi iktidarı ve gücü terk ederek yola girer, meşakkatli yolculuklarla hakikati aramak üzere mücadele edebilir. Bu amaçla sufiler bazı isimleri yüceltmiş, onların iktidarı ve gücü nasıl terk ettiklerini menkıbelerle nesilden nesle aktarmışlardır. Akla ilk gelen isimlerden birisi İbrahim b. Edhem'dir.

Erken dönem zahitler arasında yer alan İbrahim b. Edhem'in "tacını tahtını" terk etmesiyle ilgili menkıbeler tasavvuf edebiyatında mühim bir yer tutar. Edhem'in gerçekte ne kadar büyük iktidarı ve gücü terk ettiğini bilmiyoruz, fakat sufiler İbrahim b. Edhem'i -neredeyse bir Süleyman peygamber gibi- saltanatı ve iktidarı terk ederek Hakk'ı aramanın sembolü hâline getirmişlerdir. Bununla birlikte tasavvuf, insanın iktidar arzusu ile ilişkisinin köklerini gerçekçi bir şekilde fark etmiş, buna dair birçok mesele tespit etmiş, yöntemini bu köklerdeki iktidar arzusunun aşılmasına odaklamıştı.

Her şeyden önemlisi sufiler ihlas-tevhit ile ilgili temel meselenin insanın güç ve iktidar arzusundan uzaklaşması olduğunu fark etmişlerdi. Burada tasavvufun İslam ahlak anlayışına kazandırdığı boyut belirleyici olmuştur. Genellikle İslam'da tevhidin rakibi paganlık ve putperestlik kabul edilir. Kuran-ı Kerim'in "literal" okunması bile böyle bir izlenim verebilir. Fakat böyle bir durumda tevhit hemen tahakkuk eden bir ilke hâline gelerek dinî hayattaki ehemmiyetini gösteremez. Hâlbuki sufiler tevhidin rakibinin paganlık değil, insanın güç ve iktidar tutkusu olduğunu fark ederek dikkatlerini buna odakladılar.

Başka bir anlatımla insanın tevhidi idrak edebilmesi mevhum güç ve kuvvetinden uzaklaşarak Allah'a teslim olmasına bağlıdır. Bu nedenle bütün tasavvufu gücün ve iktidarın terki şeklinde okumak mümkündür. Başta zahitlik olmak üzere tasavvufta ortaya çıkan bütün mücahede yöntemleri gücün terkiyle irtibatlı yorumlanabilir. Velhasıl tasavvuf güç vehminden uzaklaşmaktan gayri bir şey değildir.

Yolda ricat: Erdemin tutkularla sınanması

Sufiler tarikata intisap sürecinde iktidarın ve gücün terkinin küçük mesele olduğunu biliyorlardı. Tasavvufa girenler azınlık teşkil etse bile, yola başlayanlar varanlara göre büyük bir yekûn tutar. Attar'ın eserinde yola başlayanlar "istiğna vadisine" ulaşınca neredeyse bütünüyle dökülür denilir. Esas mesele yola girdikten sonra, bilhassa belirli bir merhaleye ulaştıktan sonra iktidar arzusunun terk edilebilmesidir.

Gerçekte iktidar, en çok erdemler ve değerler üzerinden inşa edilebilir, itibar ve saygınlık erdemlerle kazanılabilir. Fahreddin Razi "cömertlik insana itibar kazandıran en mühim erdemdir" dediğinde bir erdemin itibar amaçlı istismarına dikkatimizi çeker. Bu bakımdan sufiler dinî hayat dahilinde erdemlerin iktidar arzusu tarafından tehdit edildiğini öğrenmişlerdi. Özellikle isimleri ve namları yayılmaya başladıktan sonra erdemin iktidarla sınavının en çetin sınav olduğunu görmüşlerdi.

Veli kabul edilen insanlara gösterilen itibar ve hürmet, hükümdarları bile kıskandıracak düzeylere ulaşabilir, veliler toplumun gizli hükümdarları hâline gelebilir, bir türbenin temsil ettiği "iktidar" bile hesaba katılacak düzeyde olabilirdi. Böyle bir iktidarı güçsüzlükten ve yoksulluktan beslenen "manevi iktidar" diye ifade edebiliriz. Fakat iktidar bir kere örgütlenmeye başladığında manevi olan maddi formları ve araçları hemen bulabilir.

Birçok insan sufi veya derviş diye bilinenlerin yolundan gidiyor, onların duasını almak istiyor, onları evine davet ediyor, bunun neticesinde de sufilerin bilerek veya bilmeyerek büyük otoritesi yayılıyordu. Bu durumu tasavvuf tarihindeki meşhur bir örnek üzerinden düşünebiliriz. Menkıbeye göre Yunus Emre buğday talep etmek üzere Hacı Bektaş'ın dergâhına gider. Veli Yunus'a 'himmet mi buğday mı?' diye sorunca Yunus çaresiz "buğday der, buğdayı alır himmeti bırakır. Yolda aklı başına gelince geri döner, fakat iş işten geçmiştir.

Marifet ve erdemle iktidar devşirme

Tasavvuf buğday ile himmet arasında himmetin tercihi üzerinde odaklanmıştır. Ancak sorun başlangıçta himmeti tercih etmekle çözülmüş olmuyordu. Belki de tasavvufi hayat bunu "küçük cihat" sayabilir, esas büyük sorunun geride kaldığını söyleyebilirdi. Büyük sorun başlangıçta terk edilen buğdayın geri gelmesi, bu kez himmetin buğdaya dönüştürülmesi idi. Vakıa tasavvuf tarihinde himmetin buğdaya dönüştürülmesi kadar ciddi sorun olmamıştı.

Kuran-ı Kerim himmetin buğdaya dönüşmesiyle ilgili örnekler verir: Hz Musa'nın yanında bulunan Samiri himmeti buğdaya döndürenlerin en tipik örneğidir. Samiri marifete ermiş, Cebrail'in ayak izini görmüşken yoldan dönerek marifet ve erdemle iktidar devşirmenin yolunu aramıştı. İnsanlara yaptığı buzağı içindeki iktidar arzusunun simgesi idi…

İlk Müslüman nesle dönük ikazlarda dini dünya ile değiştirmek bahsi üzerinde ısrarla durulur. Hz. Peygamber himmeti tercih ettikten sonra tekrar buğdaya dönmenin tehlikelerine dikkatimizi çeker. Peygamberlerin tebliğlerini yaparken karşılaştıkları en büyük tehlike buydu. Yaptıkları tebliğin dünyevi amaç taşımadığı veya iktidar gayesi gütmediğini anlatmak tebliğin bir parçasıydı. Hemen bütün peygamberler "sizden bir şey istemiyorum" diyerek tebliğe başlıyordu. Çünkü insanlar bir din ile karşılaşınca veya erdemli bir hareket görünce, onun ne zaman iktidara dönüşeceğini ve kendilerinden ne talep edeceğini beklemeye koyulurlar.

Hz. Peygamber defalarca iktidarla sınanmış, her defasında iktidarı reddederek bize himmet ile buğday arasındaki çelişkiyi göstermişti. Bu bahiste dikkate değer hususlardan birisi -bir fıkıh eleştirisi olmak üzere- Hanefiliğin iki imamından İmam Muhammed ile İmam Yusuf arasında değerlendirme yapan bir sufinin sözlerinde geçer. Sufi "Biz Muhammed'i Yusuf'a tercih ederiz; Muhammed ilim yolunda zenginliğini yitirdi, Yusuf ise fakir başladı ilimle zengin oldu" demiştir. Kast ettiği açıktır: Himmetten buğdaya giden yolu bulan rağbet edilecek birisi değildir.

Himmetin buğdaya dönüştürülmesi ihtimali her zaman mümkün ve muhtemel bir tehlike idi. Tasavvuf kitaplarında bazı tedbirler söylenmiş, salikler bu konuda ısrarla uyarılmıştır. Her şeyden önce el emeğiyle geçinmek üzerinde durmuşlardır. El emeğiyle geçinmek tasavvufi hayatın istismarına yönelik bir tedbir idi. Tasavvuf tarihinde Melamiliğin ortaya çıkmasının ana nedeni iktidar arzusunun ihlası yok etmesi ihtimali idi. Melamilik insanların sufilere gösterdiği hürmeti ve itibarı reddederek gizlenme ve kınanma yolunu tercih ettiler. Himmeti buğdaydan korumanın tek yolu bu idi. Şemseddin Sivasi "Hakk'a yakın olmak ister halka menfur olmadan" diye kendini kınarken Melamiliğe dikkatimizi çeker. İtibardan vazgeçmeden melekût sırlarına ulaşılamaz.

Kanaatimce günümüzde de geçerli olmak üzere dinî hayatın karşı karşıya olduğu en ciddi sorunlardan birisi dindarlığın itibar ve bunun kazandırdığı görece iktidar duygusuyla sınavıdır. Özellikle tarikatlar, dinî cemaatler sürekli murakabe ve muhasebe hâlinde olmak zorundadır. Günümüzde dinî hayat ekseninde yaşanan sorunların büyük kısmı himmetin buğdaya dönüştürülmesiyle ilgilidir.

Dindarlık temel itibarıyla herkesçe beğenilen iyi ve güzel davranışlardan oluşur. Allah'a iman etmek haddizatında insanda saygınlık oluşturur; merhametli olmak, yalan söylememek, adil olmak, cömert olmak gibi temel dinî ve ahlaki değerler insanda herkes nezdinde bir itibar kazandırır. Din bize bu erdemlere erdikten sonra daha önce bir kere terk ettiğimiz iktidara tekrar dönmemeyi salık verir; çünkü dindarlıkla yapılabilecek en kötü iş, dünyevi bir iktidar inşa etmek ve güç devşirmektir.

BİZE ULAŞIN