O gün son kez görüştük, son kez konuştuk. O gün son günümüzmüş. Çınaraltı'nda artık "eski" olan birkaç dost ile 80 darbesi hakkında konuşuyorduk. Belki ilerleyen saatlerde teşrif edecekti. Muhtemelen edecekti. Telefona önce birkaç enteresan mesaj geldi, Kuleli'nin katilleri henüz yaklaşmamışken.
Önce şaşırdık, bulunduğumuz konumda şu anki ismiyle 15 Temmuz Şehitler Köprüsü'nde de tuhaf bir hareketlilik ve aynı zamanda tuhaf bir durağanlığın olduğunu da uzaktan görebilmiş, birkaç silah sesinin de duyulmasıyla ayağa kalkışımız bir olmuştu. Sonra, sonrası, sonrası işte çoğunuzun bildiği gibi…
Kısaca Türkiye, bu toprakların tarihinden başlayarak kıyamete kadar dilden dile anlatılacak şimdilik son "millî destan"ın gününe hazırlanmaktaydı o gün. Cumalar kılınmış, haftanın son mesai gününü bitirmek için akşam serinliği bekleniyor vaziyetteydi kuzeyi ve güneyiyle, doğu ve batısıyla.
15 Temmuz, gün olarak kendini devirmeye hazırlanırken hiç kimsenin ummadığı bir anda Türkiye'yi devirmeye çalışanlara karşı millet olarak canlı ve kanlı şahitleri oluvermiştik yatsı ezanlarında. Şaşkınlık herkesi sarmıştı ve bir muamma ile karşı karşıya kalan insanlar donuklaştı.
Daha önceden "darbe" günlerini tecrübe etmiş yaşça büyük insanlar gözle görünür bir şekilde dehşete kapılmış hâldeydiler. Cadde ve sokaktakiler eve dönme, evdekilerse cadde ve sokağa çıkıp çıkmama konusunda kararsızdı. Yüzlerden okunmaktaydı herkesin içinden okuduğu dualar.
15 yaşında idamla yargılanmak
Halil Kantarcı aslen Sivas'ın Zara ilçesine bağlı Canova köyüne kayıtlıdır. Çocukluk yaşlarından itibaren İstanbul'da ilkokuldan lise çağlarına kadar ikamet etmiş, aynı zamanda çeşitli işlerde çalışmıştı. Cezaevinden çıktığında Kapalı Çarşı'da kuyumculuk sektöründe aktif olarak hayatını idame ettirmeye başlamıştı. Hakikatli, kadirşinas, âlicenap olmasıyla çocukluğundan itibaren bilinen tavırlarına hakiki bir Üsküdarlı olmayı da eklemişti.
Doğu ve Batı klasik eserlerinden fiziğe, borsa ve döviz araçlarından tarihe kadar pek çok alanda alanlarında hakim olanlara taş çıkartacak düzeyde bilgili ve derinliğe sahipti. Edebiyat, şiir, sanat… Herhangi bir entelektüel ile tüm kavramların dehlizlerine kadar yolculuk edebilirdi ve hatta ediyordu. Dünyayı yakından tanır, siyaseti hep öngörülü bir şekilde yorumlardı. Onun hikâyesi 90'ların karanlık günlerinde başlar.
Bir seccade için açlık grevi
28 Şubat'ta idamla yargılanmak için henüz 15 yaşında bir genç olması Halil Kantarcı'nın kayda değer tek suçu. Tarihlerin 1995 yılını gösterdiği, Tayyip Erdoğan'ın Kâğıthane'deki mitingine katıldıktan sonra akşam evine döndüğünde operasyon ile önce gözaltına alınmıştı. Gözaltı sürecinde uzun işkenceler gördü, fakat bu işkenceleri dillendirmeyi sevmezdi. 8 sene 3 ay kalmak üzere 16 yaşında girdiği cezaevinden 25 yaşında çıkmıştı.
Kendisi o günleri şöyle anlatıyor: "28 Şubat'ın hikâyelerini çok dinledik, o dönemde herkesin mağduriyeti var. Senaryosu daha önceden yazılmış, tutuklamalar gerçekleşmeden önce iddianameler hazırlanmıştı. O iddianameler dönemin mahkemelerince kabul edilmiş ve çok ağır cezalar verilerek birçok haksızlık ve hukuksuzluk meydana gelmişti.
28 Şubat döneminde herhangi bir suça karışmadan, Müslümanların birkaç kişilik gruplar oluşturması hatta bir araya gelmeden birbirlerine selam vermesi bile gözaltına alınmaları için yeterliydi." Suçsuzken alıkonulduğu cezaevinde Fetullahçılar ve dönemin 28 Şubatçıları ibadetlerini yerine getirmesinler diye ne su veriyorlardı ne de seccade. Seccade için bir ay açlık grevi yaptıkları Türkiye'de çok az kişinin bildiği bir şey.
Halil Kantarcı henüz çok genç yaşta uluslararası bir terör şebekesi olan Fetullahçılar ve dönemin 28 Şubatçılarının Türkiye'ye verdiği zararı sezmiş, kendine bir mücadele yolu seçmiş ve bu örgüt tarafından ömrü boyunca mağdur edilmişti. Bu terör örgütünün her zaman infaz listesinde yer almış, işkence etmekten haz alan bu cani örgütün hep hedefinde olmuştu.
Fetullahçı örgüt militanlarınca cezaevinde saçları zorla kazındığı için şehadet gününe kadar atlatamadığı berber/tıraş fobisi oluşmuştu. Bununla beraber, fiili ve psikolojik birçok işkenceye maruz kalmasına rağmen beden ve ruh sağlığı normal insanların bile çok çok üzerinde sıhhatliydi.
"Ben"in değil, "biz"in adamı
Entelektüel birikimin getirdiği ve tecrübenin pratiğini yaşamış bir kararlılıkla her fikri meşru bir zeminde tartışabilecek olağanüstü bir yetiye sahipti. Hiçbir zaman "ben" olmaya gayret etmedi. Buna şahit olan biri yok, "ben"in değil "biz"in adamıydı Halil Kantarcı.
Gençlere öneriler ve çağrıda bulunurdu her ortamda. Gençlerin günümüzde gevşediğini, sunî bir rahatlığa kapıldığı belirtirdi ama içlerindeki imanın onları farkında olmadan bir surete, bir harekete çevireceğine hep inanırdı. "Bu gençlere fikir ve düşüncenin işleyişindeki meselelerin aşılanması lazım" derdi her ortamda. Gençleri çok önemserdi, benim sayısını tahmin edemeyeceğim kadar insanla birebir muhabbet kurmuştu.
Halil Kantarcı'nın hayatı Türkiye Müslümanlarındaki davanın, bir samimiyetin ölçüsüdür. "Belli bir birikim sayesinde bugünlere gelindi, bugün rahatlıkla konuşabiliyoruz, tartışabiliyoruz, fikirlerimizi beyan edebiliyoruz ama bugün bize bahşedilmiş bir şey değildir. Gelinen nokta elde edilmiş, kazanılmış bir haktır" ifadesi bizzat bir mücadele adamı olan Halil Kantarcı'ya aittir.
"Küfrün imanı gizlemesi gibi zulüm de, emperyalizm de, paraya tapmak da bir şekilde adaletin üzerini örttü. Fakat gençler artık bu duruma tabi değil Allah'ın izniyle de olmayacaktır" beyanı sanki 15 Temmuz'da sonucun ne olacağına işaret etmişti.
15 Temmuz'un sonucu Halil Kantarcı'dır.
Halil Kantarcı yine kendi beyanıyla "Hakikatin ve adaletin yanında ürkek ve çekimser durulmaz. Adalet duygusu ihya eder insanı, birçok hayrın vesilesidir. Bu duyguyu unutmasınlar"ın yaşayan karşılığıydı. O, Türkiye Müslümanlarının bedelini ödeyen şanlı bir şehit olarak yaşadığı hayatı her birimize emanet ve istikamet olarak bırakmıştır.
Hayatı, Türkiye sevgisinin tezahürü
Asla yılmamak Halil Kantarcı'nın Türkiye sevgisinin bir tezahürü. Mücadelesini, Türkiye'sini, ailesini, altı ay tecrit yemesine sebep olan Itri'nin bestelediği Tekbir'i söylemeyi asla bırakmamıştı. Cezaevinde mahkûmların küfürlerine karşılık Itri'nin salâvatını okumayı da…
Bir yandan dünyevi işleriyle çok yoğun bir şekilde uğraşırken yine kendine bir türlü yetmeyen 24 saat içinde gönlüyle konuşan bir adam olarak çevresiyle de sıkı ilişkilerini korurdu hep. En radikal meşrepli insanlarla bir diyalog kurarak kendini bir şekilde dinletir, karşısındakine o farkında olmadan vereceğini hafif dozlarla enjekte ederdi.
Çevresi çok çeşitli insan gruplarından oluşur, her ideolojinin temeline hâkim olması hasebiyle hemen hemen hiçbir konuya ve insana yabancı kalmaz, üstelik tatminkar cevaplarıyla "ortak paydalarımızda buluşalım" diyerek, karşısındaki insanın önyargılı "reddini" kırarak kendini "hâkim" unsur konumuna çıkartırdı.
Halil Kantarcı'nın kendine "İslam'ın bir neferi" diskurunu sahiplenmesi gündelik hayatının başlangıcıydı. "Halil Kantarcı kimdir?" sorusunu, "Peygamber efendimizin ümmetinden olmaya gayret etmek"le cevaplamaya çalışırdı.
Türkiye'yi fiilen işgal etme teşebbüsünde bulunulduğu gece Halil Kantarcı ve vatan evlatları, bu vatanın asli unsurları, işgale karşı dünyevi her şeylerini bir kenara bırakıp bedenlerini siper ederek kendinden sonraki kuşağa güvenli bir vatan bırakmak adına feda etmekten çekinmediler.
Yani Halil Kantarcı "Feimma hayatun tesurrussadik ve imma mematun yugi dulida" (Ya dostları sevindirecek bir hayat ya da düşmanları korkutacak bir ölüm) diyerek Türkiye'nin geleceği söz konusu olunca tarihin tam ortasına kendi şerhini düştü ve bir kahraman olarak inzivaya çekildi.