Ekrem Demirli: Tanrı ideal güzelliktir

Tanrı ideal güzelliktir
Giriş Tarihi: 14.01.2020 13:09 Son Güncelleme: 14.01.2020 13:09
Güzellik var olmamız, inayete ve lütfa mazhar olmamız, varlığı bilmemiz ve görmemiz demektir. Ezelden aşina olduğumuz güzellik bilgisi, en güzeli ve en mükemmeli bulalım diye bize ihsan edilmış yol azığıdır.

Müslüman düşüncede güzellik bahsini ele alırken hangi noktadan hareket emek gerekir? Platonik idealardan biri gibi ideal bir güzellik olduğunu hesaba katarak idealist tutum mu belirlemek lazım, yoksa daha pratik bir amilden hareket ederek ahlaki bir muhteva sınırında mı kalmak uygundur?
Haddi zatında güzellik üzerinde konuşmak, birçok tartışılmamış ve hesabı verilmemiş kabulün yer aldığı çetin bahislerden birisidir. Bu itibarla İslam düşüncesi üzerinden güzelliği konuşmanın çetin bir mesele olduğunu söylemek gerekir; güzelliğin birçok sorusu ilahiyat düşüncesinin ana konularıyla doğrudan irtibatlı değildir.

Meseleyi ele alabileceğimiz zemini tespit için Arapçada –ki Müslüman düşünceye kaynaklık teşkil etmesi bakımından Arapçadaki duruma bakmamız gerekir- kullanılan kelimelerden ikisini hatırlayalım: Birincisi "cemil" ve aynı kökten gelen "cemal" kelime si iken, ikincisi aynı zamanda iyi ve hayır anlamına gelen "hüsnhasen" köküdür.

"Cemal" ve "cemil" Allah ve O'nun nitelikleri hakkında kullanılan iki tabirdir. Bu meyanda akla ilk gelen şey, Allah'ın cemil olmasıyla ilgili hadis-i şeriftir. Hz. Peygamber "Allah güzeldir ve güzeli (cemil) sever" buyurarak Müslümanların dikkatini güzellik bahsine çekmiştir; daha doğrusu güzellik üzerinden dikkatimizi Allah'a teksif etmiştir demek, hadis-i şerifin niyetini anlamak adına daha yararlı olabilir. O hâlde Cemil, Allah için kullanılan isimlerden biriyken güzellik ile Allah arasındaki irtibatı kurabileceğimiz noktalardan birini bulmuş olduk: Güzel olan Allah'tır.

Cemil'den daha sık kullanılan ise cemal tabiridir. Bu meyanda cemal zıddı olan celal ile birlikte Allah'ın niteliklerinin iki sınıfına işaret eder: Cemal isimleri ve celal isimleri! Biz celal niteliklerinden söz ederken daha çok ilahi zata mahsus ve Allah'ın tenzihini anlatan niteliklerden söz ederiz. Bu durumda celal iki anlamı birden içerir: Birincisi, Allah ile âlem arasındaki irtibatın hiç bir şekilde bulunmadığı müteal ve aşkınlığı anlatan niteliklere celal nitelikleri denilir. Bu anlamıyla Allah Aziz'dir, Müteal'dir, Kuddus'tur, Gani'dir vs.

Allah ile münasebet güzelliğin sebebi
Bu niteliklerin celal diye isimlendirilmesinin birinci nedeni ilahi zata işaret etmeleri iken öteki nedeni ise insan ve âlem ile münasebetten yoksun olmalarıdır. Bir dindar için bundan haşyet verici bir durum olamaz! Büyük metafizikçi Sadreddin Konevi celal isimleri bahsini izah ederken "Celal nitelikleri hakkındaki bilgiyi işittiklerinde ariflerin dermanı kesilir" sözüyle bunu anlatır: Celal haşyetin sebebidir.

Allah ile bizim ve âlem arasında münasebet yok ise O'nun hakkında bilgi sahibi olmamız söz konusu olmayacağı gibi bu durumda biz cehalet ve yoklukta kalırız. Bu kadar da değil: Celalin bizdeki karşılığı karanlık, bilgisizlik, yokluk ve ilgisizlik hâline gelerek hakiki bir bedbinliğe ve korkuya yol açar. Celalin ikinci anlamı ise azap ve cezalandırma anlamı taşıyan fiil isimleridir.

Bunlara 'görece' celal isimleri denilse bile zat isimleri kadar hakiki anlamıyla celal isimleri kabul edilmezler. Çünkü âlem ile ikinci tür celal isimler (fiillerdeki celal) arasında irtibat ve münasebet sabittir; münasebet olduğu sürece de her isim cemaldir veya cemale dönüktür (celaldeki cemal). Demek ki burada güzellik kavramını anlamada belirleyici olan şey, Allah ile aramızdaki münasebettir: Allah ile aramızdaki münasebet güzelliğin sebebidir veya güzellik varlıktaki ilişkileri idrak demektir.

Buna mukabil Allah'ın ikinci tür isimleri âlem-insan ile arasında münasebetin bulunduğu isimlerdir. Biz Rahman dediğimizde aklımıza merhum, Âlim dediğimizde aklımıza malum (bilinen), Rezzak dediğimizde ise merzuk (rızıklanan) gelir. Bu isimler âlem-insan ile Allah arasındaki irtibatı gösteren isimlerdir. Bu isimlere cemal isimleri denilirken buradaki cemal ve güzelliğin münasebetin kendisi olduğunu fark ediyoruz.

Güzellik: Varlığı bilmek ve görmek
Bu şekilde Müslüman düşüncede güzelliği konuşabileceğimiz bir çerçeve ve zemin bulmuş oluyoruz: Allah yani hakiki varlık ile münasebetin tezahürü olarak güzellik! Buna bağlı olarak da âlemin hakikat ile ilişkisini anlayabileceğimiz bir amil olarak güzellik tabirine ulaşabiliriz. O zaman Allah'ın cemalinden konuşmak ile bizim var olmamız ve var olduktan sonra ise varlığımızı sürdürmemiz arasındaki ilişki hakkında konuşmak mütelazim iki kavramdır.

Başka bir anlatımla cemal ve cemilden (güzellik ve güzel) söz etmek önce var olmamızdan, ikinci olarak varlığımızı sürdürmemizden söz etmek demektir. Burası güzelliğin aynı zamanda lütuf ve inayet anlamına döndüğü noktadır: Güzellik var olmamız, inayete ve lütfa mazhar olmamız, varlığı bilmemiz ve görmemiz demektir.

Tanrı'nın güzelliğin kaynağı olmasının en önemli yönü burasıdır. Varlık ile cemal arasındaki irtibat güzelliğin birinci ilkesidir. Biz buradan hareketle güzelliğin ilk anlamının varlık ve var olmak ile irtibatını kurabiliriz. Allah güzeldir, güzeli sever; yani varlığı sever. Üstelik Allah'ın cemali rahmet anlamı taşırken celalini de geçer, iş hep rahmete varır: Niyazi Mısrî münacatında "Niyazi'yi ağlattığından bellidir ki cemale kastın var" derken cemalin ezeliliği ve celale önceliğini vurgular.

Bununla birlikte hadis-i şerifi anlamak, daha doğrusu güzelliği konuşabileceğimiz çerçeveyi tespit edebilmek için bu izahlar yeterli değildir. Güzel nedir? Bunu bilebilmemiz için güzelin mukabili olan kelimeyi bilmemiz gerekir. Bunun için kullanılan tabirlerin başında 'kubh' ve 'kabih' gelir.

Kubh, hüsn kelimesinin zıddıdır. Kelimenin en güçlü şekilde düşünce hayatına girmesi Mutezile kelamcıları sayesinde oldu. Onlar dini bilginin kaynağını tespit için uğraşırken 'husun-kubuh' tabirlerini kullanmışlardı. Husun-kubuh iyilik ve kötülüğe kaynaklık teşkil edecek nesnelerdeki iyilik ve kötülük demekti.

İyiden ve hayırdan yoksun bir güzel!
Ehl-i sünnet'in sistematik gelişimiyle birlikte, tabiatın parçası olan iyilik ve kötülük fikrine mukabil, şeriata, örfe ve âdete göre tespit edilen 'görece iyilik ve kötülük' fikri ortaya çıkacaktı. Fakat her iki gelenekte de kelimenin hakiki anlamıyla güzellikten daha çok, ahlaki muhtevada kullanıldığını görmekteyiz. Müslümanlar iyiden ve hayırdan yoksun bir güzeli hiç düşünmediler galiba. O zaman dini düşünce tarihinde güzellik tabirinin ahlaki muhtevadan yoksun kullanıldığını tespit zor görünüyor.

Bu kez hadise başka bir soru soralım: "Allah güzeldir" (cemil) dediğimizde, onun mukabilinde ne kullanabiliriz ki "Allah onu sevmemiştir" diyebilelim? Dinî metinlerde bunun için kullanılan tabirler genellikle ahlaki tabirlerdir: Allah taşkınlığı sevmez, zulmü sevmez, haddi aşmayı sevmez vs. Bütün bunlar ahlaki muhtevaya sahip fiillerdir. O hâlde İslam metafizik geleneğinde güzellik bahsini Tanrı'dan ve varlıktan bağımsız ele almak mümkün olmayacaktır.

Bu kez insanın güzellik ile ilişkisini konuşmaya geçebiliriz. İnsanın mutlak güzellik ile mutlak iyi-doğru ile irtibatını izah eden düşünürlerden biri Feridüddin Attar'dır. Attar insanın Allah ile ilişkisini izah ederken güzellik bahsine dikkatimizi çeker. Biz en güzeli bilenleriz; insanın Tanrı hakkındaki bilgisinin başlayacağı nokta burasıdır: En güzel hakkındaki bilgimizden Tanrı'ya gideriz.

Bunun için 'Simurg' diye tabir ettiği mutlak hakikat bir gece Çin semasında uçarken kanadından bir tüy düşer, bütün insanlar o tüyün güzelliğine hayran kalır, herkes ona âşık olur. Attar hayranlığa bir şey daha ekler: İnsanların yeryüzündeki kavgalarının sebebi güzellik hakkındaki bilgimizdir: Herkes ben en güzeli gördüm diye kendine bakar.

Güzelliğin kaynağı Tanrı
Her şeyden önce Attar'ın düşüncesi ezeli güzelliğin kaynağını Tanrı'da bulmak üzere kuruludur. Tanrı ideal güzelliktir. Bu yaklaşım filozofların Tanrı için söyledikleri saf iyilik (hayr-ı mahz) ile irtibatlı bir düşüncedir.

Allah saf iyilik ve saf hayır ise o zaman aynı zamanda en güzel ve en mükemmel olan O'dur. Burada yukarıda bahsedilen hadis-i şerifi daha güçlü bir şekilde düşüncenin kurucu unsuru hâline geldiğini görmekteyiz. Simurg mutlak güzelliğin sebebidir; bizim güzellikten nasibimize düşen ise kanadından düşen tüyü görmekten ibarettir. O tüyü hepimiz gördük. "Çin semasında uçarken" tabirini kullanmasının nedeni bu olmalıdır. Çin, Attar'ın şiirinde mutlaklığı ve kimseye ait olmamayı anlatmak üzere söylenmiştir. Meseleyi daha iyi tahlil edebilmek için Attar'ın düşüncesinin birkaç noktası üzerinde durmak gerekiyor:

Birincisi Attar burada neyi temellendirmek istiyor sorusunu sormamız lazımdır: İnsanın Tanrı ile ilişkisini mi yoksa güzellik hakkındaki bilgimizin kaynağını mı? Belki ikisini birden demek uygun olabilir: Biz Tanrı'yı ve güzelliği aynı anda tanıdık. Tanrı'nın bilgisi bizde güzellik bilgisi ve ona duyulan aşk şeklinde yerleşti. Attar önce Tanrı ile ilişkimizi izah etmek istiyor. Acaba biz O'nu nerede tanıdık? Bu nedenle Attar'ın yorumu tasavvuf metafizikçilerinin dile getirdikleri Tanrı'nın varlığının bedihi ilke şeklinde kabul edilmesi düşüncesiyle uyumludur.

Tanrı'nın varlığının bir bilgi konusu olarak nasıl ele alınacağı bahsi İslam düşüncesinin ana konularındandır. Tasavvufun yeni döneminde de bu mesele temel bir sorun olarak ortaya çıkmıştı. Tanrı'nın varlığı ispatlanması gereken bir şey midir, yoksa bedihi bir ilke olarak mı kabul etmemiz gerekir?

Sufiler Tanrı'nın varlığını bedihi ilke sayarak metafizik anlayışlarını bu düşünceye dayandırdılar: Tanrı'nın varlığı ispata gerek olmayacak kadar açıktır; İbn Arabi'nin bakışıyla 'varlıktan kuşku duymamak' veya Attar'ın ifadesiyle 'güzellik bilgisine sahip olmamız" (bunun göstergesi ise huzursuzluğumuzdur) kadar açık ve kesindir.

Ünlü Füsus şarihlerinden Abdurrahman Cami "Sufiler Allah'ı mutlak varlık kabul ederek varlığını kanıtlama külfetinden kurtuldular" derken bunu anlatır. Konevi bu düşünceyi metafizik disiplin kurallarıyla ele aldılar. Tasavvufun edebi metinlerinde konu şiirsel bir üslupla anlatıldı.

"Asıl vatan"a dönmek
Mevlâna'nın Mesnevi'sinde ve Attar'ın eserinde konunun ele alınışı şeklen birbirine benzer. Mesnevi'de Tanrı'nın varlığı sazlıktan kopartılan kamış bahsi üzerinden yorumlanır. Sazlıktan kopartılan kamış insanı anlatıyorsa o zaman sazlık insanın asıl vatanı olan Allah veya O'na dair bilgisi olmalıdır. Sufiler ruhlar âlemi veya elest âlemi gibi tabirlerle ezeli hakikatimiz olduğunu söylemişlerdi. Mesnevi'deki 'asıl vatan' tabiri buna gönderme yapar.

Fakat burada bizim için önemli olan husus, zihnimizde tamlık ve aidiyet fikrinin kaynağıdır. Biz ait olmadığımız bir yerde doğmuş iken zihnimizdeki asıl vatan bilgisini kader olarak taşırız. Bu durumda ezeli hakikatimiz bizde yerleşik bir bilgi olarak bulunurken huzursuzluğumuzun ve çatışmalarımızın ana amili olur. Mesnevi ezeli vatan bilgisinin –tam ve bir olduğumuz yer- yeryüzündeki hayatımızın feryat ve figan ile geçmesinin nedeni sayar.

Demek ki bizdeki tamlık bilgisi veya buradakinden daha iyi olan hâlimiz, şimdiki anımızda bizi mutsuz kılıyor. İnsanı talebe ve aramaya sevk eden şey, görünüşteki ezeli bilginin yol açtığı görünüşteki mutsuzluktur. Mesnevi buradan Tanrı'yı aramanın sebebini keşfeder: Kemale ve saadete ulaşabileceğimiz bir yer olarak Tanrı bilgisi! Benzer şekilde Attar mutlak güzelliği görmüş olmamızla Tanrı arasındaki irtibatımızı kurar. Bu noktada iki düşünürün vardığı nokta aynı olmakla birlikte başlangıçta birbirinden farklı iki şeyden söz etmiş olmaktadırlar.

Biz şimdi Attar'a dönerek meseleyi hatırlayalım: Attar kanadın tüyünün güzelliğini görmemizden söz ederken mutlak ve sınırsız olan –iyilik, hayır ve güzellik- karşısında nasibimize düşen sınırlılığa dikkatimizi çekiyor: Güzellikten nasibimiz kanadın tüyünü görmekten öte değildir. Bununla birlikte bundan daha güzelini göremeyeceğimizi de söylüyor. O zaman insanın güzellik arayışının nedeni Attar'a göre Tanrı ve güzellik hakkındaki sınırlı bilgimiz olmaktadır.

Peki, bu güzellik bilgisi bizde neye yol açıyor? Attar yeryüzündeki sıkıntımızın nedenini ezelde güzellik bilgisine sahip olmamıza bağlıyor. Burada görünürde çelişki olsa bile aslında söyledikleri Mesnevi'nin söyledikleri tam olarak uyumludur. Biz bizi huzursuz edecek güzellik bilgisiyle onun peşinden gitmeliyiz. Attar'ın eserinde kuşların –insan ruhlarıyolculuğa davet edilmesinin nedeni budur: Parçasını gördüğünüz güzellik burada değil, orada ve onun ardından gidin!

Bunun için insanın cüzî güzellikten inşa ettiği iktidar, alışkanlıklar zinciri ve geçici kuruntuları terk ederek hakiki ve kalıcı güzelliği araması lazımdır. Başka bir anlatımla güzellik bilgisi mağaradan çıkmamızın nedeni olmalıdır; alışkanlık zincirlerini kırarak mağaradan çıkmak yerine mağarada iktidar vesilesi hâline getirilen güzellik bilgisi mutsuzluğun sebebidir.

Attar diyor ki: "Ezelden aşina olduğumuz güzellik bilgisi, en güzeli ve en mükemmeli bulalım diye, bize ihsan edilmiş yol azığıdır."

BİZE ULAŞIN