Dördüncü nesil dördüncü hayat
Doğum, eğitim, yolculuk, edebiyat gibi insana ve hayata dair birçok kavramı birbiriyle kıyaslayarak, dönemler arasında yaşanan değişiklikleri okuruna sunmuştu. Biz de bu sayfada Refik Halid'in anlattığı üç nesile dördüncü nesli ekledik. Karay'ın anlattığı üç devir malum, peki bu devirde durumlar nasıl?
Doğum
Aziz devrinde:
"Loş bir alt kat odası, cicim perdeler; yer yatağı ve sedefli bir beşik, bakır güğümler… Havada karanfil, ıslak tülbent ve kesilmiş limon kokusu. Ebeyi Karagümrük'teki ahşap evinden lahana dolması sararken siyah feracesini ve yumuşak yaşmağını acele taktırarak yayan getirmişler" şeklinde tarif ediyor doğum sürecini Refik Halid. Ebenin saçlarının kınayla boyalı olduğunu, şal hırkalı, ayaklarında aba terlik, bumburuşuk ve yaşlı bir kadın olduğunu söyler. Doğum gerçekleşir, babası Kadirî tarikatına mensup olduğu için çocuğun adı Abdülkadir konur.
Hamid devrinde:
Panjurlu geniş ferah bir oda; Hereke işi dallı çiçekli ipek perdeler, mermer kaplı tuvalet, gerektiğinde beşik gibi kullanılabilecek bir çocuk karyolası, odaya sinmiş lizol kokusu,
yerde porselen küvet, kaynamış su dolu kaplar, masada ecza şişeleri, 80 dereceli alkol, oksijenli su, pamuk paketleri… Ebe hanım Nuruosmaniye semtindeki kâgir evinden hastalarına lavaj yaparken siyah çarşafı taktırılıp bir kupa arabasına bindirilip getirilir. Ebe orta yaşlı, dinç, beyaz önlüklüdür. Ellerini kaynamış su, asitfenikli sabunla yıkayıp alkolden geçirir. Doğum gerçekleşir, çocuğun adı Mehmet Enver olarak planlanırken büyükbabasının hürriyet isimlerini sevmemesi sonucu Niyazi konur.
Cumhuriyet devrinde:
Bembeyaz, modern bir hastane odası… Perde yok abajur var. Hastane asitfenik ve lizoform kokar. Her kattan ayak sesleri, asansör hırıltısı, telefon çıngırakları vardır. Ebe doktor erkektir artık. Beyaz önlüklü, gözlüklü, sert, fazla ciddi ve kasvetli çehrelidir. Çocuk doğar ama annesine hemen verilmez, 24 saat beklemesi gerekir.
Bugün:
Hem Aziz hem Hamid hem de Cumhuriyet devrinde gerçekleşen doğum şekillerinin neredeyse hepsi mevcut günümüzde. Buna ek olarak günümüzde maalesef mecburiyet halleri dışında da kullanılan doğum şekli sezaryen de oldukça fazla. Hem anne hem de bebek açısından en sağlıklı doğum şekli olan doğal doğumun devlet eliyle de yaygınlaşması, daha sağlıklı nesiller için oldukça önemli.
Tedavi
Aziz devrinde:
Refik Halid'in anlattığına göre Abdülaziz devrinde Mısır Çarşısı, ecza deposu olarak kullanılır. Bu ilaçlar "kocakarı ilacı" denilen bitkiler yoluyla uygulanır. İlaçlar için kullanılan ölçüler; bir tutam, bir çentik, bıçak ucu, fiske ve kaşık sapının tersi şeklindedir. Bununla birlikte kirpi ve kaplumbağa eti gibi yollarla da hastalıklar tedavi edilir. Bir diğer yöntem ise okuma ve muska tedavisi. Bu üçünün dışında kurşun döktürme ve hacamat da sıkça kullanılan yöntemlerdir. Abdülaziz devrinde hekimlik Yahudilerle Levantenlerin elindedir. Türk ve Ermeniler yeni yeni öğreniyor hekimliği. Cerrahlık mekteple değil alayla oluyor, kullanılan edevat ise cımbız, yakı, çeşitli tozlarla birlikte bir dülger ve doğramacı edevatına yakın makas, maşa ve testere gibi ürünler. Dişçiliği ve sülük tedavisini ise berberler hallederler.
Hamid devrinde:
Abdülhamid devrinde hekim ve eczaneler çoğalır ama Aziz devrindeki yöntemlerin birçoğu devam eder. Dişçilik yavaş yavaş berberlerin elinden çıkar, hacamat ve sülük tedavisi seyrekleşir.
Cumhuriyet devrinde:
Refik Halid bu dönemi bir konuşma ile anlatır. Bu konuşmada artık modern tıbba dair bütün kavramların insanların dilinde olduğunu, tedavilerin ve hastalık isimlerinin modern tıbbın söylediği şekilde yapıldığını anlatır.
Bugün:
İlginç midir, kader midir bilemeyiz ama iki binli yıllarda nebevi tıp yeniden gündemimize girdi. Modern tıbbın bütün imkânlarının kullanılmasıyla birlikte bilhassa ilaç şirketlerinin birçoğunun aynı zamanda insanı hasta eden GDO'lu şirketlerle ilişkisinin olduğunun öğrenilmesi ve ilaç fiyatlarının hayli yüksek olması insanları doğal yöntemlere yöneltti. Bununla beraber Refik Halid'in aşağıladığı hacamat ve sülük gibi tedaviler modern tıbbın da kabul ettiği sağlıklı bir tedavi yöntemi oldu. Okuma ve muska yazma gibi usullerse hiç bitmedi, bir yan tedavi olarak kim bitmesini ister ki zaten?
Gece ve Sokak
Aziz devrinde:
Geceleri sokak aydınlatılmadığı için ancak el fenerleriyle yürünebildiğini söylüyor Refik Halid ve ekliyor "Bu devirde gece dışarı çıkmak zor ve tehlikeli olduğundan uzak bir semte misafirliğe gidildiğinde yatıya kalmak bir mecburiyetti. Hanımlar gündüzden, erkekler de güneş batmazdan hemen evvel gelirlerdi misafirliğe." Enteresan bir bilgi daha var: Kadınların eve en geç dönme vakti ikindi ezanı, erkeklerinki ise akşam ezanıymış. İkindi vaktinde henüz eve girmemiş kadınların "Aman acele edelim bizi bu saatte sokakta gören ne der" dediğini aktarıyor yazar.
Hamid devrinde:
Fener taşımak Aziz devrindeki gibi mecbur değil, sokaklar da eskiye nazaran biraz daha ışıklanmış ama zenginler ve memurlar çift mumlu muşamba fenerle misafirliğe gitmeyi daha şatafatlı buluyorlar. Araba artık daha yaygınlaştığı için kadınların sokağa daha geç vakitlerde çıkması ve uzak semtlere gitmesi yaygınlaşır. Bu devirde kadınların eve girme vakti akşam ezanına, erkeklerinki de yatsıya çekilir.
Cumhuriyet devrinde:
Gece yarısında Taksim Meydanı artık elli sene önce olduğu gibi in cinin top oynadığı yer değil, Refik Halid'in tabiriyle; "yan yana, kol kola, kadınlı erkekli" coşkun cemaatin gezdiği bir yer.
Bugün:
Bugün artık gece yarısı ve gündüz ya da karanlık ve aydınlık ayrımını bir yana bırakmış bir şekilde, geceleri odamız karanlık olsun diye koyu renkli perdeler almaya muhtaç bir şekilde yaşıyoruz. Her yer aydınlık, hiç karanlık yok.