Nurullah Koltaş: Medeniyeti ilahi ilkeye bağlayan zincir: Gelenek

Medeniyeti ilahi ilkeye bağlayan zincir: Gelenek
Giriş Tarihi: 15.01.2019 12:45 Son Güncelleme: 15.01.2019 12:45
Büyük resme bakıldığında, dünyayı bayındır kılan ve onu asıl alemin bir yansımaya dönüştüren bütünüyle olmasa bile başlangıcı itibarıyla gücünü ve kıvamını vahiyden alan sahih gelenek.

"Aydınlanma" sonrasını karakterize eden sapkınlığın ve sahte inançların cirit attığı bir ortamda, insana fıtri ya da primordiyal (ilkel, ilk şekil) hâle dönme zorunluluğunu hatırlatma görevi de insanlara iyiyi gösterip onları kötülükten men etmeyi amaç edinen az sayıda duyarlı kişiye düşüyor. Bu fıtri hâle dönüş, aynı zamanda vahyi çarpıtmadan bir nesilden diğerine aktaran bir taşıyıcıyı, geleneği gerektiriyor. Ne var ki "gelenek" kavramının çoğu durumda "görenek" kavramıyla karıştırıldığı bir vakıa. Söz konusu gelenek olunca, bu kavram üzerine hayli kafa yormuş olan René Guénon ve takipçilerinin "tradisyon" olarak dile getirdikleri "gelenek" kavramı, daha çok "anane" ile ifade edilebilecek aktarım süreci ve yollarına karşılık geliyor. Bu yüzden basit birer âdet olan şeylere gelenek denmesi, her şeyden önce geleneğin önüne geçilmesini amaç edinenlerce başvurulan bilinçli bir tahribat yöntemi… Bunun ilk etabını dil tahribatı oluşturuyor. Kavramların farkında olmayışla iç içe bir cehalet yüzünden karıştırılmaları bir yana, bilinçli "telkinler" ya da projeler nedeniyle kavramların yönü saptırılarak insanların asıldan uzağa savrulmaları hedefleniyor sanki. Kutsiyetten uzak basit bir şey uyduruluyor ve çok geçmeden bir gelenek olarak kabul edilmeye başlanıyor. Bir toplumun gelenekten sapmaya başladığının farkına varması ve ona tekrar yönelmenin yollarını araması ihtimal dâhilinde olmakla birlikte, gelenek karşıtı hareketlerin kullandıkları birer yöntem olan sahte adetler devreye girerek bu yolu tıkama işlevini üstleniyorlar.

Gelenekle kastedilen ne?

Bu noktada karşı-gelenek projesinin zuhur ettiğine ve geleneğe ulaşılmaması için "yüksek sosyete", "olağan hayat" gibi perdeler ihdas ettiğine tanık oluyoruz. Zaten çok geçmeden gelenek sırra kadem basıyor. Telkin ifadesinin kullanılması, kutsiyet süsü ya da sosuna bulanmış sahte inanışlar aracılığıyla toplumun gelenekten bilfiil uzaklaştırılma niyetini dile getiriyor. Bu niyeti sezenlerden bazıları, Batı'nın dünyevi olanı öne sürüp ilahi olanı arka plana atmakla gelenekten büsbütün uzaklaştığını dile getirirken, Doğu'nun "Batılılaşma", "teknik, "ilerleme" gibi sahte inanışların telkin edilmesi hatta dayatılması yoluyla benzer bir yazgıyla karşı karşıya olduğu uyarısında bulunuyorlar. Gündeme taşınan hümanizm, bireycilik, ilerleme, evrim gibi kavramların neden olduğu yıkım, bir tsunami sonrası görüntüyü andırırcasına iş işten geçince daha görünür hâle geliyor. Bir yanda Doğu'nun çok da eski olmayan bir geçmişte aşina olduğu kalbî ya da entelektüel sezgi -keşif de denebilir- diğer yanda bugünün insanını kuşatan bireycilik. İşin insanı hüzünlendiren tarafı, bireyciliğin sezgi ile ilişkili her şeyi, metafiziği reddetmesi ve bunu hissettirmeksizin gerçekleştirilebilmesi. Göz kamaştıran teknik ve rahatlık vadeden süslü hayatlar ilerleme fikrinin tahribatını gözler önüne sererken, insanlar arası ilişkilerde tahammülsüzlük, vicdansızlık gibi bireyciliğinin öne çıktığı bir zihin daralmasının ne denli yayıldığını ortaya koyuyor. Bu yıkımı tersine çevirme imkânı, ancak geleneğin aktarımı ve sürdürülebilir oluşuyla mümkün. Fakat son zamanlarda olur olmaz kullanılan gelenek ile kastedilen tam olarak ne? Bu noktada, René
Guénon (Şeyh Abdülvahid Yahya) ve Gelenekselci Ekol (Traditionalist School) mensubu olan diğer mütefekkirlerin "inisiyasyon" adı verilen manevi bir irtibat yoluyla izaha çalıştıkları gelenek anlayışı, farklı bir bakış açısı sunuyor. Onlara göre gelenek, kökeni ve başlatıcısı vahiy olup vahyin etrafında şekillenen, ayrıca beşer aklını aşan bir şey. Görenek ise gelenek kırıntıları içermekle birlikte beşerî olanı ifade ediyor. Günümüzde "ilim geleneği", "siyaset geleneği" gibi tamlamalara rastlamamız, bütünüyle kavramsal bir yanlışlık olsa gerek. Zira geleneğin başının ya da mayasının vahiy oluşu, bu kavramın beşerî bir şeye değil beşer-üstü bir intikale (Lat. tradiere) işaret etmesini gerektiriyor. İntikal ve istikrarı ya da aktarılması ve sürdürülmesi bir zorunluluk olan gelenekte, asıl anlamında "entellektüalite" büyük bir yer tutuyor.

Kalbin aklı

Modern dünyada entelektüellik rasyonellikle birlikte anılırken, İslam'ın mührünü vurduğu diyarlarda rasyonalite ya da aklîlikten çok kalbîliğin hâkim olduğunu görüyoruz. İçinde yaşadığımız dünyayı anlamaya çalışırken, ölçüp biçme işini istidlali akılla, manevi âlemle alakalı şeyleri anlama ve yorumlamayı ise kalbî akıl adı da verilen meleke ile gerçekleştiriyoruz. Buradan hareketle, geleneksel bir medeniyette düşünce ve sanatın da kalbî akıl ya da entelektüalite ile ortaya konduğunu ifade edebiliyoruz. Kalbî aklın hâkim olduğu medeniyet, arketiplerinde bulunan gerçekliği yansıtma gücüne sahip eserlerin vücuda gelişiyle istikrar buluyor. Böylesi bir medeniyetin ortaya çıkması ise gelenek karşıtı güçlerin korkulu rüyası handiyse… Niteliğin yerini niceliğin aldığı modern dünyayı bir "kriz" ya da "bıçak sırtı" duruma taşıyan bu gelenek karşıtı güçler, elbette tesadüfen ortaya çıkan oluşumlar değil. Devrin ya da çevrimsel dönemin özellikleri, bu güçlerin sergilediği tavırla bağdaşır görünmekte. Zira ahir zaman olarak tanımladığımız bu dönem, gerçekliğin üzerinin kesif bir örtüyle kaplı olduğu ve bu örtünün kaldırılmasının da her zamankinden daha yoğun bir çaba gerektirdiği bir aralığa tesadüf ediyor. Bilim-perestlik gibi ikna edici kabiliyeti yüksek oluşumlar, beşer-üstü olan ilahi gerçekliği elden geldiğince beşerî düzleme çekmekle meşguller ve kesafet gittikçe artıyor. Bu tehlike ancak ilahî bereketin insan öznesine bir biçimde aktarılması yoluyla savılabilecekmiş gibi görünüyor.

Sözlü ya da yazılı olarak somut bir aktarım sürecinin varlığı hemen herkes tarafından bilindik bir durum. Ama bir de manevi ya da kalbî bir aktarım gerçekleşiyor ki aralarında Guénon gibi modernitenin yol açtığı hastalıkları konu edinenler buna "inisiyasyon" (seyrüsüluk) adını veriyor. Bazı durumlarda intisâb ya da bağlanma olarak tanımlanan "inisiyatik" süreçte, manevi gerçeklikleri daha önce tecrübe etmiş ehil kılavuzlar yardımıyla ve eliyle aktarımın aslına uygun olması sağlanıyor. Bu kılavuzların ehillik ölçüsü, bilkuvve inisiyasyondan bilfiil olanına bir yol bulmada büyük bir öneme sahip. Gelenekte mevcut olan metafizik doktrinin pratiğe dökülmesi ve manen tahakkuku ya da gerçekleştirilmesi, uygun manevi yollar ve bu yollar aracılığıyla "ilke"ye eriştiren inisiyasyon aracılığıyla mümkün. Bugün "gelenek" olarak dile getirilen hususların "zahiri" gelenek olduğu ve muhtaç olunan medeniyetin devamı için odaklanılması gereken asıl noktanın da batınî ya da kalbî aktarım kanalı biçiminde tanımlanabilen "inisiyasyon" olduğunu belirtmekte yarar var.

Aşkın gerçeklik

Mimariden müziğe, şiirden mutfağa kadar hayatın tüm yönlerinde kendisini ortaya koyan gelenek, onu besleyen bu inisiyatik zincirle sürdürülebilir hâle geliyor. Aksi durumda, herhangi bir anlam yükü taşımayan ve daha kötüsü karşı-gelenek olarak da adlandırılabilecek telkinlerin etki alanına girerek savrulmakla karşı karşıya geliyoruz. İnisiyatik zincirdeki kırılmalar, herhangi bir şuurun oluşmamasını, bugün olduğu gibi şuurun şiire dökülemeyişini, metafizik gerçekliklerden kopuşla birlikte şiirsiz, müziksiz, mimarisiz yani tüm bu sayılanların vücuda gelmesini sağlayan tefekkürsüz bir topluluk oluşmasına neden oluyor. İrfanın kaybedilişiyle birlikte tefekkür de elden gidiyor. Geleneksel toplumlarda aksiyon ve ondan derece bakımından üstün kabul edilen tefekkür, bir arada olması gerekli kavramlar. Tefekkür bir araç olarak alınırken, ulaşmak istediği gayenin "ma'rifet" olduğu açıklığa kavuşuyor. Tüm bu bileşenlerin gerektiği gibi gerçekleşmesi durumunda, değişmeyen "ilahi ilke"ye ulaşılarak bu değişim ve oluş dünyasının bozucu etkilerine karşı bir direniş hattı kurmak pekâlâ mümkün. Bununla birlikte, "ilahî ilke"ye bağlanma, kırılmaz bir zincirle sağlanmak durumunda. Lord Northbourne'a göre gelenek, "medeniyeti vahye bağlayan zincir." Medeniyet tanımlanırken, kökeninde yatan bir kurgudan çok din dâhil onu ne ise o kılan unsurlardan bahsedilmek durumunda. Medeniyet, bir tarih ürünü değil bizzat tarihi yapan ilahî bir müdahale. Medeniyetin mayası konumunda olan vahiy, beşerî bir şey olmadığı gibi medeniyet de beşerî bir husus değil. Kurgusal ya da zorlama medeniyetlerin ömrü de ortada; büyük resme bakıldığında, dünyayı bayındır kılan ve onu asıl âlemin bir yansımasına dönüştüren de bütünüyle olmasa bile başlangıcı itibarıyla gücünü ve kıvamını vahiyden alan sahih gelenek. Yaratılışın yatay bir tarihsel düzlem olduğu düşünülürse, gelenek bu yatay düzlemin "aşkın gerçeklik"e olan dikey bir bağlantı olması. Böylece medeniyetin bir gelenek olarak kabul edilmesi, öncelikle sözü edilen medeniyetin aşkın bir doktrine bağlı olması ve bu doktrin tarafından öngörülen ilkelerin layıkıyla yerine getirilmesini zorunlu kılmakta.

Tüm geleneksel kurumların devamını sağlayacak olan manevî etkinin geleneğin temsilcisi olan insan aracılığıyla aktarıldığının bilinciyle, bizi diri kılacak medeniyetin bu etki ile harekete geçmesini temenni ediyoruz. Medeniyetimizi ayakta tutacak ve asıl anlamında entelektüel bir hayat tarzını sürdürmemizi mümkün kılacak "gelenek", gün gelecek özü ya da ruhu olan "inisiyasyon" ile beslenecek ve fıtrî hâle dönmemiz de ehil kılavuzların yardımıyla elbet gerçekleşecek.

BİZE ULAŞIN