"Kulu, hikmet-i ilahiden ayıran, sadece ince bir çizgidir. Allah, kuluna sonsuz yakınlıktadır ama kul Allah'tan sonsuz uzaktır. Bu çizgi, kulun önünde, elleri ile kazması gereken bir dağ gibi yükselir. Kul, toprağı kazar ama boşuna; dağ yerinden kıpırdamaz. Kul yine de Allah'ın ismini anarak kazmaya devam eder ve dağ ortadan kayboluverir. Zaten hiç orada olmamıştır."
Frithjof Schuon (İsa Nureddin)
Yirminci yüzyılın önemli entelektüel ve manevi şahsiyetlerinden Frithjof Schuon René Guénon'un öncülüğünü yaptığı, Ananda Coomaraswamy'nin akademik bir çehre kazandırdığı Tradisyonel Ekol'ün üçüncü önemli ismi olarak bilinir. René Guénon ve Ananda Coomaraswamy doktrini öne çıkarırken Schuon manevi pratiğin ve manevi erdemlere ulaşmanın merkezî öneminin üzerinde durmaya da özen göstermiş, Guénon ve Coomaraswamy'nin koydukları ilkeleri birleştirip yeni bir terkip meydana getirmiştir. Otodidakt (kendini yetiştiren) bir âlim olan Schuon, ilmî titizlik ile kaleme aldığı eserleriyle felsefi ve metafizik konulara meraklı okuyucuların ilgisini cezbetmiştir. Aynı zamanda bir tarikat şeyhi olan Frithjof Schuon (İsa Nureddin) bir Müslüman olarak İslami entelektüel kültür açısından da dikkati çeker. Müslümanlık algısını coğrafi sınırların ve sathi hamasetin ötesine taşıyarak dini asli saflığı ile yaşamak ve anlatmak ister. Çağın Müslümanlarının, dinlerinin nişanesi olan ama şimdi büyük ölçüde unutulan erdemlerle yaşamalarını hatırlatmayı gaye edinmiştir. İslam tasavvufu açısından bakıldığında, Meryemîyye tarikatının kurucusudur ve aralarında Martin Lings ve Seyyid Hüseyin Nasr gibi Tradisyonel Ekol'ün önde gelen temsilcilerinin de bulunduğu pek çok müridi olmuştur.
1907'de İsviçre, Basil'de doğan Schuon, I. Dünya Savaşı başladığında henüz yedi yaşındaydı, çevresinde olup bitenlerin çoğunluğuna bir anlam verememekle beraber kendini gündelik hayatın keşmekeşinden çekmeye küçük yaşında başladı ve o zaman yazdığı gibi "aslolan"a, "kutsal"a, "güzel"e ve "muhteşem"e ulaşmak için şiddetli bir arzu duydu. Babası Paul Schuon'ün kitapları arasında Bhagavad Gîtâ 'yı, Kuran-ı Kerim 'i, Vedaları bularak okudu. Bu yaşlarda, hayvanat bahçesinde rastlaştığı Senegalli yaşlı bir ermişle yaptığı kısa konuşma, "dinlerin aşkın birliği" fikrinin ortaya çıkmasına sebep olmuş olabilir. Ermiş, kuma bir daire çizmiş ve dairenin merkezini işaret ederek "Tanrı merkezdir, bütün yollar O'na çıkar" demiştir.
Babası erken yaşta vefat edip abisi Trappist keşişi olunca, ailenin geçimi kendisine düşen Schuon'ün resim yapma kabiliyeti, on altı yaşından itibaren kendisinin ve ailesinin geçimini kumaş desinatörlüğünden kazanmasını sağlamıştır. Oldukça yetenekli olmasına rağmen Schuon bir sanat kariyerinin hayalini kurmamış, tam tersine Avrupa'yı sonsuza dek terk etme, dünyadan el etek çekip Himalayalar'da yahut Sahra Çölü'nde bir mağarada, kendi heva ve hevesini tamamen yok ederek Tanrı'nın rehberliğini bekleme kararı almıştı. O tarihlerde bir arkadaşına "Kişi ancak kendi arzularını yok etmekle Tanrı'nın isteğinin ne olduğunu bilebilir" diye yazmış ve eklemiştir: "Cenab-ı Hakk'ın istemediği bir şeyi yapmaktansa ölmeyi tercih ederim."
Doğu ile özellikle Hindistan ile alakalı her şeyle çok ilgili olan Schuon, bir gün bir arkadaşı vesilesiyle René Guénon'un Doğu ve Batı başlıklı eseriyle tanıştı. Schuon bu kitapta zaten insiyaki olarak hissettiği her şeyin kağıda dökülmüş halini buldu. Bundan sonra, coşkuyla Guénon'un eserlerini okumaya başladı. Guénon'da "sevdiği her şeyin derin ve güçlü teorisyeni"ni gören Schuon, henüz bu karşılaşmanın ona ve diğer birçok insana hangi kapıları açacağından habersizdi.
Her şey takdir-i ilahi
20'nci yüzyılın Batı'sının içinde olduğu buhran, hikemî arayış içinde olan, vicdan ve insaf sahibi birçok Batılı için göz açıcı mahiyette olmuştur. Maddi büyüklük debdebesinin ve eşyaya tahakkümde ileri olma iddiasının manevi bir yoksunluğu da yanında getirdiğinin farkına varan bu kişilerden olan Frithjof Schuon, "Modern insan, muazzam bir tiyatroya dâhil olduğundan habersizdir. Öyle bir tiyatro ki bize çok sağlam gelen dünya, bu tiyatroda bir örümcek ağı hükmündedir" der. 1930'lu yılların başlarında, henüz yirmili yaşlarının ilk yarısındayken bir arkadaşına yazdığı, Arapça hatlı besmele-i şerif ile başladığı mektupta içinde bulunduğu ortamın bereketsizliğinden bizâr olduğunu şu şekilde anlatır: "İslam altından gözleri ile bana bakıyor. Beni zehriyle kemiren bu iğrenç atmosfere dayanmaktan bîtab düşmüşüm, İslam'ın içine dönüşü olmayacak bir şekilde dalacak mıyım? Her şey takdir-i ilahi."
Schuon kendisini zehriyle kemiren bu atmosfere uzun süre tahammül edemeyecek, 1932'de Avrupa'nın tadına yeteri kadar baktığını düşünerek parasız ve ümidini yitirmiş bir şekilde Cezayir'e çekilmeye karar verecektir. Yine yazdığı bir mektupta şunları söyler: "Biskra'ya ölmek için değil, Tek'in muradı doğrultusunda arınmak için gidiyorum. Artık hiçbir şeye ihtiyacım yok. Belki de hiç duyulmamış bir şarkı gibi buharlaşır uçarım. Batı bir tekerlek gibi üstümden geçti ve kaburga kemiklerimi kırdı. Bundan sonra artık daha fazla taviz yok. Sadece yaşayanların ve ölülerin efendisi Yüce Tanrı var."
Batı'nın tekerlek gibi üzerinden geçtiği ve zehriyle kemirdiği, irfani, hikemî arayışlar içinde olan birisi için, günümüzde dayanak noktası neresi olabilir? Aramakla bulunmaz ama bulanlar ancak arayanlardır sözü fehvasınca Frithjof Schuon, Cezayir'e varışıyla, indiği limanda Şeyh Ahmed el-Alavî'nin müridleri ile karşılaşır, onların teşvikiyle Vehran'a gider. Ahmed el-Alavî'yi ilk gördüğü andan itibaren onun manevi kudretinden etkilenen Schuon, onunla karşılaşmasını "Bu medeniyetin yüzyıllardan beri hayat damarı olan bir ideali temsil eden biri. Böyle biri ile karşılaşmak, hem de 20'nci yüzyılın ortasında, bir Ortaçağ azizi yahut Yahudi bilgesiyle yüz yüze gelmek gibi" sözleriyle anlatır. Schuon, 1933 yılının Şubat ayında Alaviyya tarikatına kabul edilir. Şeyhinin yanında dört ay kalır, onun eliyle halvete girer ve seyrusülûkunu tamamlayarak istemese de Fransız devletinin Cezayir'de bir Fransız'ın Arap bir şeyhin yanında uzun süre kalmasından rahatsız olup soruş
turmalara başlaması neticesinde şeyhinin yanından ayrılır.
Böylelikle, İslam'ın "tamamıyle fıtrî yalınlığı" sayesinde Schuon'ün hararetle istediği "yeniden doğuş"u başlar. Bunda, İslam'ın fıtrat dini olmasının önemi büyüktür. Seyyid Hüseyin Nasr, İslam'ın evrensel ve kuşatıcı hususiyetlerine dikkat çekerek Schuon'ün de, Guénon'un da, eğer Hıristiyan kalsalardı evrensel mesajlarını tam anlamı ile ifade edemeyeceklerini ifade eder.
Her ne kadar İslam dini fıtrî yalınlığı ile kulun manevi ihtiyaçlarına cevap verme özelliğini ihtiva etse de bu, İslam medeniyetinin duraksama devrinde olmadığını göstermez. Schuon, her medeniyetin çöküşte olduğunu öne sürer fakat bu çöküş farklı şekillerde kendisini gösterir. Doğu'nun çöküşü pasif, Batı'nınki aktiftir. Doğu'nun çöküşünün nedeni artık düşünemiyor olmasıdır, Batı'nınki ise haddinden fazla ve yanlış düşünüyor olmasıdır. Doğu hakikatin üstünde uyurken Batı hatalarda yaşamaktadır. Schuon'ün Batı'dan kastı geleneksel Hıristiyanlık değil, Hıristiyan olarak etiketlensin etiketlenmesin modernizmdir. Bu manada Batılı etiketinin altına, sahte-gelişmenin psikozu ile bozulmuş Doğulular ve diğer Avrupalı olmayanlar da girer. Kadim medeniyet tarafından sunulan hürriyet nitelikli ve gerçekçidir. Nicel ve idealist modern hürriyet kavramı anlam itibariyle kötülüğe özgürlüğü ve bütün hürriyetleri lağvetme özgürlüğünü ima eder.
Çöküşün başlangıcı
İnsani kıymetin tek kesin kriteri kişinin Kâdir-i Mutlak'a karşı tavrıdır. Schuon'e göre bu bakış açısından değerlendirildiğinde söylenebilecek en ılımlı şeyin Batılı insanın hiçbir üstünlüğünün olmadığıdır. Yaratıcı dehâ ve özellikle Batılı insanın mucit, kâşif dehası saf akılla yahut asaletle karıştırılmamalıdır. Bazı insan topluluklarının bir Dante'si yahut Tac Mahal'i olmayabilir ama onların arasında da Allah'ın veli kulları vardır ve Allah indinde önemli olan da budur.
Spiritual Perspectives and Human Facts isimli eserinde Schuon Hıristiyanlık ile İslam arasında şöyle bir ayırım yapar: Hıristiyanlık eşsiz ve menentsiz gerçeği öğretmek amacıyla yola çıktığından mucize üstüne kurulmuştur. İslam ise bütün dinlerin özde öğrettiğini öğretmek için yola çıkmıştır, mümkün her dinin şeması gibidir. Form itibariyle Hıristiyanlığın sevgi yolunu desteklemesi öngörülmüştür. İslam ise formu itibariyle irfanla işbirliği içindedir çünkü mihveri kevnî hakikat, şehadettir ve Allah sevgisini tevhidî irfan aracılığı ile kapsar. Bu sebeple Müslüman "ârif billâh"tır ve burada aşk bilginin yarı-insani, yarı-semavi zevki şeklinde ortaya çıkar.
Nitekim İslam'ı seçişinin nedenini Kızılderili reisi Kara Geyik'in oğluna yazdığı 1947 tarihli bir
mektupta aşağıdaki gibi özetler: "Tanrı'da yaşamak istemiştim. Tanrı'yı sadece sevmek değil, aynı zamanda da bilmek istemiştim oysa bizim zamanımızın Hıristiyanlığı bize sadece Tanrı'yı sevmeyi öğretiyor, asla bilmeyi değil."
Bu mevzu ile alâkalı olarak Seyyid Hüseyin Nasr'ın tespiti şudur: "Eğer Schuon'ün basılmış kitapları ve makalelerinin yanı sıra basılmamış metinlerini sayarak bütün yazılarını dikkate alırsak, bakış açısı her zaman evrensel ezoterizm ve Sophia Perennis merkezli olsa da İslami gelenek hakkında diğer dinlerden daha fazla yazdığını görürüz. Yazılarının ana metni sadece geleneksel metafiziğin tefsirini ve dinlerin bâtıni çalışmasını içermez, aynı zamanda İslam'ın sayısız yüz ve yönünün, ana manevi ve entelektüel akımlarının en derin bâtıni bakış açısından emsalsiz açıklamasını da verir. Açıkça görülür ki bütün dinlerin kalbindeki cihanşümûl hakikati açıklama hususunda üzerine evrensel bir yükümlülük almış görünmesine rağmen Schuon İslami gelenekte, hususen de tasavvufun toprağında kök salmıştı. Bu kök olmadan, kitaplarında ve yazılarında belâgatle bahsettiği hakikatleri idrak edip uygulayacağı bir tarikatı asla kuramazdı."
Schuon'ün dinlerin aşkın birliğine olan vurgusu, onun dinî formları hafife almasına sebep olmamıştır. Aksine, şekillerin bazılarının zaruri olduğunu düşünür ve zaruri olmaları hasebiyle ruhun evrenselliğini yeniden birleştirdiklerine inanır. Schuon'e göre arif insan, formdan beri değildir ama önyargıdan beridir; arif haniftir ve dini fıtrattır. Bu sebeple İslam'a girdiği andan itibaren, dininin ekzoterikten en ezoteriğine kadar pratiklerini yerine getirerek Müslüman olarak yaşamıştır. Ezoterizmin ve evrensel metafiziğin en büyük sözcülerinden olması, formlar sathında Müslüman olmasını etkilememiştir.
İbadete ve zikrullaha büyük önem veren Frithjof Schuon, insanın olmanın kaydını "İbadet etmediği müddetçe insan insan değildir" diyerek düşer. Kulun Allah ile olan ilişkisini "Dünyanın özü insandır. İnsanın özü dindir. Dinin özü duadır. Duanın özü zikirdir. Kuran ayetinin manası burada yatar: Allah'ı zikretmek her şeyden üstündür," şeklinde formüle etmiştir. Kul dua eder ve dua kulu şekillendirir, duada yaşayan boşa yaşamamıştır diyen Schuon, Allah'ı zikir etmenin iman etmek ve tevekkül göstermektir olduğunu dillendirir çünkü Allah, her şeyin cevabıdır; ruh bir sorudur ve ism-i ilahi cevaptır; ruh bir yara, ism-i ilahi merhemdir. Schuon, arif kulların Allah korkusunu vazıh bir şekilde açıklamıştır: Kişi Allah'tan korkmadan onu sevemez, komşusuna saygı duymadan onu sevemeyeceği gibi. Allah'tan korkmamak O'nun rahmetinin tecellisine engel olmaktır. Özünde, temelinde Allah korkusu olmayan, manen hiçbir şey değildir çünkü korkunun noksanlığı bilginin noksanlığındandır. Bu bilgi noksanlığı sebebiyle kâfir dünyada, sadece gördüğüne inanır. Mümin, cennette inandığı her şeyi görür. Cennet ise Allah'ın olduğu yerdir. Hayatı boyunca hakikati anlatmak, hakikati resmetmek, hakikati yaşamak isteyen Schuon'ün bize tavsiyesi budur: Allah'a yakın olun ki olduğunuz yer cennet olsun çünkü "Tanrı varlıktır. Bizde sevdiği de varlığın veçhesidir. Tanrıyı tefekkür ettiğimizde var olmaktan sükûn ve güven bulmalıyız."