Larry ve Andy Wachowski kardeşlerin yazıp-yönettiği bilim kurgu filmi Matrix' de Neo'ya dünyanın son hâlini gösteren Morpheus, "Gerçeğin çölüne hoş geldin" der. Şoka giren Neo'nun yanıtı sadece "Gözlerim acıyor" olur. 1999 yapımı filmde Neo'yu (Keanu Reeves) afallatan içler acısı gerçek, robotlar ve yapay zekânın insanları tamamen ortadan kaldırmaya ramak kaldığı bir dünya manzarasıdır.
Teorik bağlamda aslında hâlâ benzer bir tablo ile karşı karşıyayız. Geçmişte olduğu gibi günümüzde de yine bilim ve teknolojinin dünyaya ve insanlara sağladığı yararlardan ziyade neden olduğu sorunlar ile geleceğe yönelik yol açtığı endişe ve korkuları konuşuyoruz.
Bunun nedeni de tarımdan ulaşıma, ilaç endüstrisinden iletişime, siyasetten ekonomiye, sosyal ve konvansiyonel medyadan modaya kadar aklımıza gelen hemen her sektörde teknolojinin bazı devlet ve istihbarat örgütleri başta olmak üzere kimi şahıs, kurum ve firmalar tarafından kirli bir manipülasyon ve kontrol mekanizmasına dönüştürülmesidir.
Zira insanın vicdanını lekeleyen o kudret tutkusu (will to power) eski çağlardan bu yana hiç değişmedi. Eskiye göre ekonomik sömürü, siyasi manipülasyon ve kültürel/ideolojik endoktrinasyonu daha da kolaylaştıran yeni teknolojiler, insandaki hükmetme arzusunu daha da kamçılamış görünüyor.
Bu anlamda sadece ekonomik ve siyasi terör gibi konvansiyonel saldırılara maruz kalmıyoruz.
Siber saldırılar şemsiyesi altında bio-hacking, fidye yazılımlar (ransomware), fitness bantları, giyilebilir kalp monitörleri, biometrik hareket sensörleri,akıllı telefonlar/evler/arabalar ve hatta kalp pilleri üzerinden bile gerçekleşen karmaşık bir tehdit salgını ile boğuşuyoruz. Dolayısıyla her bilimsel ve teknolojik imkân aynı zamanda bir ekonomik, siyasi, biyolojik, askerî, kültürel veya sosyal tehdide dönüşme potansiyelini de beraberinde taşıyor.
Hard ve soft'tan sonra "wetware"
Oysa 1990'larda Silikon Vadisi'nden dünyaya yayılan en önemli trendlerden biri "transhümanizm" (insana süper yetenekler kazandırma) tartışmasıydı. Yani bilimde nöro, biyo ve nano teknolojilerin devreye girmesiyle insanın sınırlarının aşılacağı; sağlığımızla ilgili fiziksel ve zihinsel birçok köklü soruna çare bulunacağı inancı hâkimdi. 'İnsanın sınırlarını aşması' diye tanımlayabileceğimiz bu eğilimin savunucuları, teknolojik gelişmeler yoluyla özellikle yaşlılık sorununu alt eden insanların sonsuz bir potansiyele ulaşabileceğini iddia ediyordu.
Bu kavramın ilk öncülerinden biri olan Max More, yaşamın ilke ve değerlerine artık bilimin yön vereceğini ileri sürüyordu. Bilgisayar devrimini niteleyen "hardware/donanım" ve "software/yazılım" yanında insanın materyal kodlarına dair "wetware"in de köklü bir değişime uğrayacağı varsayılıyordu. Bilgisayar dünyasında "insanın beyin gücü" anlamında kullanılan "wetware" terimi, bilgisayar yazılımı veya donanıma karşılık insanoğlunun sinir sistemine gönderme yapan bir içeriğe sahip.
1990'larda ismi en fazla öne çıkan uzmanlar ise kriyoniklerdi. Yani tedavisi mümkün olmayan bir hastalığa sahip olan canlı vücudunun gelecekte tedavi edilmek üzere dondurulması sürecinin uzmanları... Böylece ölümden sonra dondurulan bedenler, bilim ve teknolojinin beklenen düzeye eriştiği bir çağda yeniden hayata döndürülecekti.
Organ yerine bilinç nakli
1990'lardan 2018'lere geldiğimizde, en çok speküle edilen bilimsel projelerin zekâ veya bilinç nakli olduğunu görüyoruz. İddialara bakılırsa bu tür operasyonların altı milyon dolarlık bir maliyeti varmış. Tıpkı 2019'da gösterime girmesi planlanan Replicas filminde olduğu gibi.
Ancak internet üzerinden korsan "replicas"ı şimdiden izlenebilen ve metafizik bir bilim kurgu şeklinde tasarlanmış filmde başarılı bir nörobilimciyi oynayan Keanu Reeves, geliştirdiği algoritma modeli ile bir insanın hafıza ve beynini robotlara nakledebiliyor. Ancak trajik bir kazada ailesini kaybedince, yapay zekâ robotları için geliştirdiği nakil yöntemini bu kez karısı ve çocukları üzerinde deniyor. Bu sayede ölen aile bireylerini teker teker klonlamayı başarıyor.
Daha çok film ve teorik öngörülerde karşımıza çıkan bu tür projelerin bazıları neredeyse hayata geçmiş durumda. Örneğin dış omurga teknolojisi ile felçlileri yeniden yürütme veya beyin tarafından gönderilen sinyallerle protez el ve ayakları kontrol etme gibi. Baş döndüren teknolojik ve tıbbi gelişmelerle paralel kaygılar da ilerliyor. Bilgisayarlaşmış bir gelecek veya akıllı zekânın hâkim olduğu bir çağın duyma, görme, konuşma ve dokunma duyularımızı kökten değiştireceği ileri sürülüyor.
"Makine insan"
Düşünür, siyasetçi, hukukçu, bilim ve din adamları insanın fizikî ve zihnî melekelerinin değişmesine yol açma potansiyeli taşıyan teknolojilerin ne tür sonuçlara yol açacağı konusunda hararetli bir tartışma içinde. Cevabı aranan soruların başında ise şunlar var: "Geleceğimiz nasıl olacak? Bu değişim ve dönüşümler nasıl bir hızla geliyor? Biz ne istiyoruz? Bu sorunlarla nasıl baş edeceğiz? Bu tür ihtimallerin zararlarını en aza indirecek bir siyaset var mı? Bu teknolojileri kim kontrol edecek ve bundan kimler yararlanacak? Daha üstün zekâ veya fiziksel forma sahip bir kesim mi ortaya çıkacak? Yeni bir yoksullar ve yoksunlar sınıfı mı oluşacak? Beynimiz ve düşüncelerimiz hack'lenirse ne olacak?"
Zaten sosyal medya ile düşünce kontrolünün masrafsız ve maliyetsiz bir şekilde tamamlandığı iddiaları var. Birçok uzman, teknolojide "if/eğer" aşamasının tamamlandığı ve "when/ne zaman" dönemine girdiğimiz kanısında. Ne var ki siyasi, hukuki ve sosyal sistemimiz bu tür köklü teknolojik değişikliklere hazır değil. Bu nedenle insanlardaki kaygı had safhada… Fütüristlerden Gerd Leonhard, yeni politik sistemimizin geleceğe acilen uyarlanması gerektiğini söylüyor. To be a Machine kitabını yazan Mark O'Connel ise Francis Fukuyama'nın dünyadaki en tehlikeli düşünce olarak nitelediği "transhümanizm" tartışmalarına yeniden dönmüş.
Fakat sorun ilerlemede değil "server"ların kimin kontrolünde olacağı ile ilgili. Yani bilginin, verilerin, kişisel özellik ve ulusal sırların depolandığı hizmet vericileri kimin kontrol edeceğinde düğümleniyor mesele. Ayrıca teknolojinin ilerlemesi popüler anlamda kıyametle eşdeğer bir gelişme olarak da görülüyor. Her teknolojik buluşun insan veya çevrenin sonunu getirecek bir potansiyel barındırması insanlığın en büyük endişe kaynaklarından biri. Unutmamak lazım ki bu anlamda medeniyeti bitirme kapasitesine sahip bir kıyameti de temsil ediyor her teknolojik devrim.
His ve düşüncelerin hack'lenmesi
Emperyal kapitalist ilkelere göre hareket eden Batı dünyası, gelecekteki üretim araçlarına ve iş gücüne sahip olmak isteyecektir. Nitekim 6 Kasım'da Lizbon'da yapılan İnternet Zirvesi'nde konuşan Avrupa Adalet Komisyonu Başkanı Vera Jourova, enformasyon teknolojileri ile sosyal ağların daha fazla kontrol edilmesi gerektiğini vurguladı. Diğer konuşmacılar da son yıllarda başta ABD'deki 2016 seçimleri dâhil 18 ülkedeki sandık sonuçları üzerinde online manipülasyonlar, dezenformasyon stratejileri, üretilen sahte haber (fake news) ve siber taktiklerin belirleyici rol oynadığını hatırlattı.
Diğer tedbirlerin yanında birçok ülke Fransa'da geçen hafta çıkarılan "fake news yasası" benzeri önlemlerle güç, teknoloji ve bilgi dünyasındaki tekellerini korumak istiyor. Bütün bu gelişmeleri 21'inci Yüzyıl İçin 21 Ders isimli eserinde etraflıca dile getiren Kudüs İbrani Üniversitesi Ortaçağ ve askerî tarih uzmanı Yuval Noah Harari, "İnsanların da yakında makineler gibi hack'lenebileceğini" söylüyor. Sapiens isimli kitabında da "Yapay zekâ bizi kölesi yapmaz çünkü işine yaramayız" diyor.
Modern dünyada yaşanan krizin sadece akıllı telefonlar ile bilgisayarların değil insanların da ele geçirilebileceği gerçeğinden kaynaklandığını vurgulayan Harari, bir söyleşisinde "Tutkular, hisler ve düşüncelerin kontrol edilebileceği aşamaya geldik. Eğer birisi göçmenlerden nefret ediyorsa, ona Fransız veya Alman kadınlarına tecavüz eden göçmenlerle ilgili bir haber gösterilebilir; haber doğru olmasa bile bu kişi kolayca inanacaktır. Yalan haberler kamu söyleminin çöküşünü kışkırtmak ve insanları aşırılık yanlılarına doğru kaydırmak için üretiliyor" tespitinde bulunuyor. Zira veriler, öyle çok önem kazandı ki onları kontrol edenler gerçek gücü ve iktidarı temsil ediyor artık.
Dünyayı bekleyen tehlike: Israil paradoksu
Öte yandan bu teknolojileri insanları daha iyi anlamak için de kullanabiliriz fakat burada ise karşımıza "İsrail paradoksu" çıkıyor. Tıp, tarım, ilaç ve savunma endüstrisinde yaptığı inovasyonlarla dikkat çeken İsrail, diğer taraftan ise dünyadaki en ilkel, ırkçı ve ayrımcı bir siyasi formasyona sahip. Özellikle işgal altında tuttuğu Filistin topraklarında işgalci güçlerin uyması gereken en temel hukuka bile riayet etmiyor. Elindeki bütün teknolojiyi Filistin halkını sindirme, kontrol, sürgün, katliam gibi devlet terörünün en insanlık dış manipülasyon yöntemlerini devreye sokmakta kullanıyor. Bu bağlamda, eğer gereken önlemler alınmazsa Gazze ve Batı Şeria'daki Filistin halkının maruz kaldığı manipülasyon, terör ve kontrol vahşeti gelecekte dünyanın diğer bölgelerindeki milyarlarca insanın kaderi hâline gelebilir. Batı Şeria veya Gazze'de şu an olduğu gibi gelecekte kimsenin filme çekilmeden ve konumu tespit edilmeden telefonla görüşebilmesi ya da arkadaşlarıyla buluşabilmesi veya bir semtten diğerine gidebilmesi imkânsızlaşacaktır. Bireylere dair sayısız bilgi akışından oluşan her tür veri, algoritmalar ve akıllı teknolojiyle bütünleşmiş hâlde güç sahiplerinin elinde büyük bir silaha dönüşmüş durumdadır.
İşte burada sosyal, kültürel, ekonomik ve siyasal hayatımızı yönlendiren teknolojilerin kendisi kadar, bu teknolojilerin nasıl ve ne amaçla kullanıldığı da önümüzdeki süreçte çok büyük önem taşıyor. Cambridge Risk Araştırmaları Merkezi Direktörü Dr. Sean O Heigeartaigh, "Yapay zekâ bir oyun değiştiricidir" derken teknolojik bir imkân kadar teknolojik bir tehlikeye de dikkat çekiyor çünkü kendi kendine çoğalabilen moleküler makineler denilen "otonom nanobotlar" çağında, atomik seviyede maddeleri manipüle edebilecek nano makinelerin inşasından ve dünyamızın en küçük parçalarına kadar kontrol altına alınabileceğinden bahsediliyor.
Kuşku yok ki gelecekte daha fazla teknolojik ve algoritmik manipülasyonlara maruz kalacağız. Otomatik hesaplar ile insan varlığı arasındaki farkın neredeyse ortadan kalktığı bir döneme giriyoruz. İşte burada çözüm için önümüzde sadece tek bir yol var. O da tükettiğimiz bilgi ve kullandığımız teknolojilerin tarafsız olmadığı ve sıklıkla manipüle edildiğinin farkında olmaktır.