Zeynep Temizer Atalar: Annemin hayalleri ve benim gerçeklerim

Annemin hayalleri ve benim gerçeklerim
Giriş Tarihi: 19.09.2018 11:05 Son Güncelleme: 19.09.2018 11:07
Çocukların hayatın her zaman istedikleri şekilde gitmeyeceğini, bazen canlarının çok sıkılabileceğini ama bunun için bir şeyler yaptığında pekâlâ kendini iyi hissedebileceğini deneyimlemesi gerekir.

Her anne baba, çocuğuyla ilgili geleceğe yönelik duygusal bir yatırım yapar. "Kızım olsun, oğlum olsun, onu giysin, bundan uzak dursun, okusun, falanca mesleğe sahip olsun, hep mutlu olsun, çok parası olsun, örnek olsun…" Her çocuk, işte bu yatırım üzerine doğar. Doğar ama zaman ilerledikçe hayaller başka, gerçekler başka bir hikâyeye dönüşür. Kimi anne-baba bu "farklı" hikâyeyi kabul eder, bağrına basar ve yoluna devam eder; kimilerinin ömrü, çocuklarıyla ilgili hayalleri ile gerçekler arasında gittikçe büyüyen farkın çatışmasıyla geçer; kimi aile ise savaş, deprem, sel, yangın gibi hayatı derinden etkileyen bir olay yüzünden farklı bir yola doğru savrulur çünkü hayat öngörülemez, çoğu zaman planladığımızdan bambaşka gelişir.

Yaşı kaç olursa olsun insanı en zorlayan şeylerden biri de bu öngörülemezliktir. Belirsizlik genellikle hepimiz için korkutucu olur. Yapılan çalışmalar kimilerinin depresyondan çıkamayışını, kendini mutlu ve yaşam dolu hissettiğinde ne yapacağını bilememesiyle, dolayısıyla daha tanıdık olduğu o sıkıntılı ruh halinde kalmayı seçmesiyle açıklıyor. Zira çoğu zaman daha yakından tanıdığımız karanlığı, muhtemel aydınlığa tercih ederiz.

Başka bir araştırma ise anne-babaların belirsizliğe karşı ne kadar tahammülsüz oldukları ile ilgili. Bu araştırma da günümüzde hızla gelişen teknoloji sayesinde anne-babaların çocuklarına istedikleri an ulaşabilmelerine rağmen eskiye oranla çok daha endişeli olduklarını gösteriyor. Zamane ebeveynleri çocuklarının nerede ve kiminle olduğunu, ne yaptığını -tabiri caizse- her adımlarını bilmek istiyorlar. Bu konudaki en ufak bir boşluk, akıllarına en kötü senaryoları getiriyor. Bir başka ifadeyle ne kadar biliyor ve kontrol edebiliyorlarsa o kadar rahat hissediyorlar.

Bu durumun çocuklara da bir yansıması oluyor elbette. Çocuklar ise bazen kendileri için belirlenen gelecek planına karşı çıkıyor, kendi yollarını kendi tercihlerine göre çizmek istiyor, bunun için gerekirse aileleriyle çatışıyorlar. Üstelik bunun için yaşlarının çok da büyük olması gerekmiyor artık. Konuşamasalar dahi yemeyen, uyumayan, tuvalete çıkmayan çocuklar aslında ebeveynleriyle bir çeşit çatışmanın içinde olduklarının sinyalini veriyorlar. Onlar, yetişkinlere nazaran farklı olana çok daha açıklar; denemek, keşfetmek istiyorlar ancak bu anne-babanın "denemeye açıklığı" ile sınırlı kalabiliyor. Eğer ebeveynleri yeniliğe tahammülsüz, alternatif üretme konusunda zorlanan ve alıştığı sistemin dışına çıkmakta endişeli ise çocuk da aynı çemberde kalmaya devam ediyor. Anne babanın yoğun engeliyle karşılaşan çocuk bir süre sonra kendi kendini de engellemeyi öğrenmiş oluyor.

Çocukların neden canı sıkılmıyor?

Peki, ebeveynlerin kontrol tutkusu ve belirsizliğe tahammülsüzlüğünün karşılığı ne oluyor dersiniz? Yeni neslin çocukları da bir o kadar boşluğa tahammülsüz yetişiyor. Güne her sabah belli bir program dâhilinde başlıyorlar. O gün kiminle olacakları, nereye gidecekleri, ne yapacakları önceden belirlenmiş oluyor. Günlerini bir atölye programıyla, bir aktivite çalışmasıyla, en kötü ihtimalle televizyonla yahut tablet oyunlarıyla geçiriyorlar. Hayatlarında hiç boşluk olmadığı için canlarının sıkılmasına da fırsatları kalmıyor. Azıcık mızıldanan çocuğun eline emzik niyetiyle hiç olmazsa bir telefon tutuşturuluyor. Dolayısıyla çocuklar boşta kalmanın, evde veya sokakta tek başına veya arkadaşlarıyla eğlenecek bir aktivite üzerinde düşünmenin, problem çözmenin ve keşfettiği eylemin hazzını ıskalayarak büyüyorlar.

Bazen de insan, kendini çok daha zor bir imtihanın içinde bulabiliyor. Çocuklarının geleceğine dair anne-babaların yaptığı planlar, hesaplar bir yangınla, bir selle, bir depremle yahut çıkan bir savaşla bambaşka bir yola sürükleyiveriyor aileleri.
Kısa bir süre önce beş yaşında bir kız çocuğuyla tanıştım. Ortadoğu'nun kaynamakta olan bölgelerinin birinden göçüp bu şehre gelmiş ailesiyle. Gelene kadar üç farklı ülkede kaldıktan sonra buraya yerleşmişler. Bu ülkelerin dilleri, kültürleri, ona verdikleri ve ondan aldıklarıyla karmakarışık olmuş küçük kız. Belki korkunç, vahşet içeren savaş sahneleri görmemiş ama bu savrulma, bu karmaşayla beraber ne okulda ne de evde bir düzen tutturabilmiş. Bir zamanların gelecek planları, küçük kızın başından geçenlerle hiç örtüşmemiş. O, geçmişten bu güne bambaşka bir yoldan gelmiş.

Zamanın ne getireceğini ve neyle karşılaşacağımızı çok iyi bildiğimizi zannederek yapıyoruz bazen geleceğe dair planlarımızı. Hâlbuki bir saat, hatta daha kısa bir süre sonra ne olacağına dair hiçbir garantimiz yok. Bunun anlamı; her an tetikte kalmak, olası bir tehlike üzerinde yoğunlaşmak ve sürekli kaygılanmak olmamalı elbette. Ortaya çıkan her rahatsız edici "yeni", belli bir huzursuzluk, iç sıkıntısı, endişe, hatta acı hissetme şeklinde karşılık bulabilir ama önemli olan kişinin buna ne kadar tahammül edebildiği ya da edemediğidir.
Bu kız çocuğu da evinden, alışık olduğu çevreden, oyuncaklarından ayrılmak zorunda kalmış. Karşılaştığı her yeni ortam, o ve ailesinde güvensizlik hissi oluşturmuş ve tekrar ayrılmak zorunda kalmışlar. Bu yeni durumun onda birçok olumsuz duygu barındırması kadar doğal bir sonuç olamaz. Dolayısıyla böylesi travmatik bir etki yaratacak bir duruma kolayca tahammül edebilmesini beklemek haksızlık olur ama gündelik hayatta çoğu zaman ortaya çıkabilen başka "yeniler" üzerinde düşünmek, hem zihnin hem de ruhsal alanın bu konu üzerinde egzersiz yapmasını ve böylece farklı durumlarla karşılaşıldığında çözüm üretebilmesini kolaylaştırabilir.

Armut piş ağzıma düş

Mesela bir çocuk keyifli bir şekilde televizyon seyreder ve uzun bir süre daha izlemeyi arzu ederken çizgi film bittiğinde televizyonun ebeveyni tarafından kapatıldığını farz edelim. Çocuğun muhtemel tepkisi buna karşı çıkmak olur zira onun planında bu eğlenceli aktivitenin bitmesi yoktur.
Dolayısıyla devam etmesini ister, hatta bu konuda ısrarcı bile olabilir. Bu durumda ebeveyni, onun söylenmelerine dayanamayıp televizyonu tekrar açabilir. Bunun sonucunda her ikisi için de sıkıntı veren durum ortadan kalkmış ama aynı zamanda her ikisi de bu durumla baş edebilme tecrübesini kazanamamış olur. Ebeveyn çocuğun ağlama, isyan etme, söylenme gibi tepkilerine, çocuk ise yokluğa dayanamamış olur. Hâlbuki her ikisi için de bu durum, bir süre tahammül edildikten sonra ortadan kalkar. Bunun yerine ebeveynin verdiği karardan emin olduğunu ve çocuğunun her türlü ısrarına rağmen sevecen ama net bir duruş sergilediğini farz edersek; çocuk da bir süre sonra kendine alternatif haz kaynakları aramaya, bunun için kafa yormaya, uzun zaman önce bir kenara koyduğu oyuncağını yeniden görmeye başlar.

Olabildiğince düzenli, istikrarlı bir yaşam alanı sağlamak çocuğun kendini güvende hissetmesini sağlar. Evini, eşyalarını, kendine ait alanını, anne-babasını ve onların aşağı yukarı hangi durumda nasıl tepkiler vereceğini bilmek çocuk için rahatlatıcıdır fakat hayat her zaman aynı rahatlıkta devam etmeyebilir. Bu nedenle çocuklara televizyonun kapandığı, tabletin ortadan kalktığı ya da canı sıkıldığında eğleneceği fırsatlar oluşturmak için çaba göstermesi gereken zaman dilimleri vermek gerekir. Çocukların hayatın her zaman istedikleri şekilde gitmeyeceğini, bazen canlarının çok sıkılabileceğini ama buna rağmen bu duygunun sonsuza kadar sürmeyeceğini ve bunun için bir şeyler yaptığında pekâlâ kendini iyi hissedebileceğini deneyimlemesi gerekir. Aksi durumda çok daha derin hayal kırıklıkları yaşayan, sürekli hazıra konmayı bekleyen ve problem çözmekten aciz yeni bir nesil ortaya çıkar.

BİZE ULAŞIN