Dijital şehir, sürdürülebilir şehir, bağlı şehir, yeşil şehir, sakin şehir, zeki şehir, inovatif şehir ve dirençli şehir gibi kavramların hepsi akıllı şehir ile ilişkilendirilebilir ancak hepsinin ortak bir noktası var: Bunların tamamı Batılı şirketler tarafından ekonomik kaygılarla oluşturulmuş kavramlar. Sürdürülebilir şehir ve yeşil şehrin isim babası Siemens. Tıpkı akıllı şehir kavramının IBM tarafından ortaya atılması gibi. Bu kavramların Batılılar tarafından üretilmesi onları bu topraklara uygun hale getiremeyeceğimiz anlamına gelmiyor elbette.
"Akıllı şehir" kavramının tek bir tanımı yok ama günümüz şehirleri için giderek daha anlamlı hale geldiğini görüyoruz. Örneğin Avrupa Birliği, şehirlerin zorlukları akıllı bir şekilde yenmesinde bilgi ve iletişim teknolojisinin (BİT) önemli rol oynadığını belirtiyor ve "akıllı yönetişim, akıllı insan, akıllı yaşam, akıllı mobilite, akıllı ekonomi ve akıllı çevre" gibi en az altı alanı içeren bir girişimi kapsayan şehirleri akıllı şehir olarak tanımlıyor. Akıllı şehre dair bizim de bir tanımımız var: "Akıllı şehir, yaşam kalitesini yükseltmek, kaynakları etkin ve verimli kullanmak amacı ile teknolojik imkânlardan ve verilerden en ileri seviyede yararlanılan, şehrin tüm paydaşlarının şehir yönetimi ile uyumlu olduğu, sürdürülebilir bir şehirdir." Akıllı şehir olmanın bir formülü yok ve bir gecede de ortaya çıkmıyor; akıllı şehir bir projeden ziyade bir yolculuk olarak görülmeli. Dünyada kendisini akıllı şehir olarak ifade eden bütün şehirler bu yolculuğa, belediyesinin öncülüğünde bir bütün olarak çıkıyor. Türkiye'de bu yolculuğa ilk çıkan ise İstanbul Büyükşehir Belediyesi.
Şehirlerde artan nüfus yoğunluğu doğal olarak konut, ulaşım, altyapı, eğitim, sağlık, güvenlik, çevre ve enerji alanlarında sorunları da beraberinde getiriyor. Yine yaşlanma, iklim değişikliği, istihdam, artan rekabet, hızlı büyüme gibi sorunların odak noktasını da şehirler teşkil ediyor. Bugünün ve yarının zorluklarını aşmada en çok başvurulan kavramlardan biri bu bağlamda "akıllı şehir" oluyor. Nüfusları hızla artan İstanbul gibi büyükşehirlerin yaşanabilir şehirler olarak kalabilmesi, kaynaklarını sürdürülebilir bir şekilde kullanarak sakinlerine iyi bir hayat kalitesi sunması, yatırımcıların gözdesi olmaya devam edebilmesi ancak akıllı şehir stratejileri ile mümkün olabilir.
Yapılan hesaplamalara göre 2021 yılına kadar dünyada akıllı şehirler için 1,5 trilyon dolar kaynak ayrılacağı düşünülüyor. Yaygın toplu taşıma sistemleri, enerji tasarrufu sağlayan binalar, dijitalleşen üretim gibi daha verimli metotlar sayesinde 2050 yılına kadar tüm dünyada 22 trilyon dolar tasarruf sağlanması bekleniyor.
Sadece teknoloji yetmez
Ancak birçok şehrin konuya salt teknoloji açısından bakarak insan odaklılıktan uzaklaştığı görülüyor. Teknoloji akıllı şehir girişimleri için bir meta-faktör olarak görülebilir zira diğer faktörlerin her birinin ağırlığını etkileyebilir. Ancak akıllı teknolojik gelişmelerin ve akıllı altyapıların sağladığı olanaklar önemli olsa da akıllı şehirler için öncelikle akıllı yönetimler ve akıllı insanlar gerekiyor. Şehirli insanların, birlikte akıllı olabilmeleri ancak ortak yaşayabilecekleri bir gelecek hayali ile sağlanabilir. Akıllı şehir yöneticileri böyle ortak bir hayali, kapsayıcı bir şekilde hemşerileri ile paylaşarak geliştirebilirler. Şehrin geleceğine ilişkin hedefler ve politika önerileri ancak bundan sonra ortak akıl haline gelebilir.
Akıllı şehir projelerinin şehir yöneticileri tarafından yönlendirilmesi ve farklı şehir paydaşlarının bir araya getirilip akıllı şehir amaçlarına ulaşmak için birlikte çalışmalarının sağlanması gerekir. İlgili paydaşlar; yerel yöneticiler, hizmet sağlayıcılar, yatırımcılar, çözüm sağlayıcılar ve son kullanıcılar yani vatandaşlar… Bu grupların her birine akıllı şehrin gelişiminde söz hakkı verilmesi, değişiklikler için gerekli fikir birliği sağlanması açısından önemlidir. Şehirlerini akıllı şehir yapmak isteyen şehir yöneticileri, klasik hizmet veren belediye, hizmet alan vatandaş ve farklı farklı uzmanlıklara odaklanan, bağımsız hareket eden ve içine kapanık hizmet birimleri (dikey silolar) anlayışıyla yetinmeyip yenilikçiliği desteklemek için çıtayı daha yukarı koymalı.
Akıllı şehrin geleceğinde birçok çözümden bahsedebiliriz. Bunlardan birkaçını burada zikretmenin faydalı olacağını düşünüyorum: Yapay zekâ, büyük veri, siber güvenlik, blockchain, nesnelerin interneti, güvenlik teknolojileri, hibrit bulut, açık veri, araç paylaşımı, otonom araçlar, giyilebilir teknolojiler, robotik süreç yönetimleri ve insansız hava araçları geleceğin teknolojileri olarak öne çıkmaktadır. Bu teknolojilerin tamamı şehir yönetiminde kullanılmasa da geleceğimize şekil vereceğini ve hepimizi etkileyeceğini söylemek çok yanlış olmaz.
Gelecek nesiller için
Şehrin sorunlarını çözmek ve ihtiyaçlarını karşılamak için, bütün paydaşların katılımı ile birlikte oluşturulan vizyon doğrultusunda; doğru stratejik planlama, doğru çözümler için, doğru teknoloji kullanımı ile akıllı şehir yaklaşımı şehirde çok olumlu bir ekonomik dönüşümü başlatacak, şehrin üretim potansiyellerini daha iyi kullanmasını sağlayacak, şehir operasyonlarında maliyetleri azaltırken, şehirlilerin profesyonel yetkinliklerini geliştirecek. 2020 yılına dek dünya çapında yaklaşık 20 milyar dolarlık dinamik bir pazar oluşması söz konusu. Bu nedenle şehirde geliştirilmiş çözümlerin global pazara açılması, oluşacak akıllı şehir ekosisteminin en önemli gündemlerinden biri olacak. Dijital dönüşüm için gereken Ar-Ge çalışmaları, kamu staj programlarıyla desteklenen yeni yeteneklerle donatılmış nesillerin oluşturulması, şehrin test alanı imkânları sunarak uluslararası çapta tekrarlanabilecek uygulamaların üretilmesi ekonomi alanında göreceğimiz etkilerin bazıları olabilir.
Akıllı şehir finansman modelleri arasında en çok kullanılan modellerden biri olan Kamu-Özel İşbirliği (KÖİ) için proje dâhilinde tematik iş birliği platformları tasarlanmalıdır. Bahsedilen iş birliği sadece belediye odaklı değil, bütün şehre yayılmış bir ekosistem olmalıdır. Bu ekosistemin içinde kamu kurumları, ilçe belediyeleri, Ar-Ge merkezleri, teknokentler, akademi, sivil toplum kuruluşları, özel sektör ve yeni girişimciler de kendilerine yer bulabilmelidir. Ancak bu şekilde şehrin sorunlarının üstesinden gelebilir, gelecek nesillere kaygılardan uzak daha yaşanılabilir bir çevre bırakabiliriz.