Geçmişimizi elimizden almaya yeltenenler, geleceğimizi de bizden çalmaya çalışıyorlar. Yirminci yüzyıl, geçmişimizi karalamak üzerine çalışanların yüzyılıydı. Özellikle ülkemizdeki bazı kültürel faaliyetler bizi köksüzleştirme amacı üzerine kuruluydu. Bir nevi başarılı da oldular kendilerince. Zaten dil olarak koptuğumuz geçmişimizi her türlü tezviratla, yalanla karalamaya çalıştılar. Tarihimiz öcüydü, geleneğimiz tu kaka…
Yirmibirinci yüzyıl bu anlamda geçmişimizi elimizden almaya çalışanlarla ödeştiğimiz bir zaman dilimi olarak başladı. Din, millet ve vatan kavramlarının birbirinden ayrılamaz bir bütün olduğunu bizzat yaşayarak öğrendik. Bir anlamda geçmişimizi anlamaya, ondan utanmamaya, onunla gurur duymaya başladık. Ne zaman bu gururla önümüze baksak yenilmez bir gövdeye döndük Türkiye olarak. 28 Şubat'tan, 17/25 Aralık operasyonuna, 15 Temmuz darbe girişiminden bugünlerde yaşadığımız dolar krizine kadar kan aynı kandır; yıkılmaz, esir alınamaz…
Şimdi tıpkı sufilerin zamana baktığı gibi bakacağız yaşadığımız günlere. Geçmiş, gelecek aynı anın bir parçasıdır. 2071 hedefi, yalnızca geçmişimizle kurduğumuz bağın bir yansıması değil; aynı zamanda bu yüzyılın "Büyük Türkiye" hayalinin yüzyılı olacağının da bir delilidir bizim için.
Geleceği düşündüğümde aklımda hep geçmişteki bir sahne canlanıyor. Selçuklu akıncıları Üsküdar sahiline kadar sürmüşler atlarını. Gün yeni doğmakta, güneş azar azar kendini gösteriyor şehrin üzerinde. Birden karşı yakadan göz kamaştırarak parıldamaya başlıyor Ayasofya'nın insanı kendine hayran bırakan kubbesi. Selçuklular o hayali kuruyorlar işte o zaman; Ayasofya'nın bizim olacağı hayalini… Kan aynı kandır. O kan aynı damarda akmaya devam edecek, hayal kurabilen son Türk kalıncaya kadar…