3 Sütun

3 Sütun
Giriş Tarihi: 7.8.2018 12:41 Son Güncelleme: 11.8.2018 11:37
SAYI:48

Muzaffer Serkan Aydın / Şair - "Ölüm"

Açıklayabilirim.

1961. Babaannem Emine Aydın. Cerrahpaşa'da; 33 yaşında, 33 kilo. Doktorlar, kısıtlı imkânlarla yapılan tıbbi müdahaleyi de sonlandırıp - dedem Muzaffer Aydın daha önce vefat ettiği için- ailenin en büyüğü Abdurrahman Emice'ye, son kez görmek isteyenlerin hastaneye gelebileceğini söylüyor. Abdurrahman Emice, Kuran kursundan hocayı alıp getiriyor. Babam 8-9 yaşlarında. Ayaklarına kapanmış annesinin, ağlıyor. Ölüm döşeğindeki hastayı, başını bekleyen yakınlarını teskin ediyor hoca.

Abdurrahman Emice vefat etti.

Babam da vefat etti.

Sonradan duyduk ki hoca da hakkın rahmetine kavuşmuş. Ailede birinin yüzü asılınca, dünyalık bir şeye canı sıkılınca, birimiz, benzer kelimelerle aynı hikâyeyi anlatıyoruz.

Hep birlikte gülüyoruz.

14 Şubat 2015. Mide kanaması geçirip akşama kadar penceresiz bir odada, perde dikmeye devam eden babam, bunu da anlamamış tabii. Sırtında bir ağrı var. Annemin zoruyla doktora gidiyoruz. Röntgen, MR, BT ve diğer garip kelimeler. Biraz kıvrandıktan sonra ağzındaki baklayı çıkarıyor doktor: Akciğer Kanseri. Ben doktoru anlamaya çalışırken babam her şeyi çözüyor: "E napayım, öleyim mi?" Hep birlikte gülüyoruz.

Hepimizin ortak noktası olmasının yanında, hayatta hep bir şeylere geç kalan biri olarak, ölümün sevdiğim bir diğer yanı da şu: Tam vaktinde orada olacağım. Gerçi bir kitapta, Eski Mısır'da ortalama ömrün 29 yıl olduğunu okumuştum. Bazılarına garip gelebilecek bir hesapla şu an -2 yaşında olduğumu düşünüyorum. Bir daha düşünüyorum geç kalmak meselesini.

Bundan pek hoşlanmasak da bizi bu hayattan yine ve yalnızca ölüm kurtaracak. Tüm bu sebeplerden, diyebilirim ki en büyük arzum; sağ salim ölebilmek, en sevdiğim kelime; "ölüm".

Dikkatli okur için not: Evet, doktor da...

Zeynel Yaman - "Manipülasyon"

İnsan olmanın en değerli erdemi ve imtiyazıdır hikmet. Akletmek ve onaylamak isteyen hikmet dolu zihnin kudretiyle birlikte ebedi huzura ulaşma yolculuğu kelimelerle tarif bile edilemez.

Her şeyi görürüz, her şeyi biliriz. Sorgularız da… Çünkü biz, kabul veya inkâr eden bir varlık olarak dünyaya geliriz.

Ancak kabul ettiğimiz gerçekler aslında ne kadar az. Mesela ölüm, mesela çaresizlik…

Kabul edemediklerimizi, bize bahşedilen aklımızın içinde dönüştürüp başkalarının da bizim gibi düşlemesini arzulayarak kendi düşlerimizden örülü dünyanın kapılarını açarız. Onlara neyi mi sunarız? Zihnimizden dilimize dökülürken tasarladığımız kendi gerçekliğimizi!

Kendi bildiğimizi inandırmak için gizleyerek hayaller satmak…

Modern dünyanın kavramlarından doğan kitlelere, enformatik kaos soslu hayal dünyasında yalancı düşler kurdurmak…

Nereye, ne zamana kadar?

Bazen bir kelebeğin ömrü kadar kısa. Bazen dipdiri görünen bir çınar gibi ömürlüce…

Hâlbuki gerçek küçük bir kurt kadar bile olsa elbet o görüneni sona erdirendir…

Gerçeği örterek sunduğumuz yalancı mutluluk, hakikatin yüzüyle karşılaşınca kıvranan bir ipin hükümsüzlüğüne bürünür. Ahh ahhh keşke hakikati arzulayabilseydik hep! O zaman süslü kelimelere kanmazdık hiç.

Gülcan Tezcan - "Hakikat"

Gözümüzün gördüğünden ibaret değildir her şey. Hakikat tektir elbet ama baktığınız her noktadan farklı görülebilir. Buna rağmen öyle kolay kolay eğilip bükülmez. Gazetecinin görevi hakikati bütün veçheleriyle görmek ve buna göre hareket etmektir. Bu yüzden soruları bitmez, merakla beslenir, "acaba mı" demiyorsa eksiktir.

Haberci iseniz önünüze gelen bilginin doğruluğundan emin olmak birincil görevinizdir. Kendi görmek istediğinizi kadrajlayıp gerçeğe muhalif bir haberi okura servis etmek, bir yanıyla şirke düşmüş demektir. Derdiniz gerçeğe yol almak ise kurduğunuz her cümle, attığınız her başlık, sorduğunuz her soru, gazeteye ya da ekrana taşıdığınız her görüntü sorumluluk yükler size. Değilse serbestsiniz, manipüle edebilir, algı operasyonlarının değirmenine su taşıyabilir, eğriyi doğru, doğruyu eğri diye allayıp pullayabilirsiniz. İletişim literatüründe 'vebal'in karşılığı yok ama Allah'a verilecek hesaba dair bir kaygınız varsa hele de "kul hakkı" diye bir büyük sorumluluktan haberdarsanız işiniz daha da zorlaşır.

Medya, onlarca "etik" ilkeye rağmen "ahlak" sınırlarının zorlandığı, insani ölçülerin ayaklar altına alındığı bir cangıla dönüşmüş durumda. Kötülüğün haber değeri taşıdığı, "kötü"nün makbul olduğu bir mecrada "iyi"den ve "iyilik"ten yana sözleri çoğaltmak, hakikate taraf olmaksa inat ve sabır işi.

BİZE ULAŞIN