Nuh Arslantaş-Nurgül Çebi
Tarih boyunca 40'tan fazla kez el değiştirmiş, 50'den fazla muhasara edilmiş, 20'den fazla da işgal görmüş bir şehir Kudüs. Çok uzun bir geçmişe sahip olmasının yanında, serüvenini farklı milletlerin literatüründen takip edebileceğimiz yegâne şehirlerden aynı zamanda.
Kudüs'ün köklü tarihi, arkeolojik bulgular ışığında milattan önce 3'üncü bin yıla kadar uzanıyor. Bu çağda bölgede, halkı yarı göçebe olarak yaşayan küçük şehir devletleri bulunmaktaydı. Kendi siyasi, idari ve askerî yapılarına sahip olmalarına rağmen bu devletçikler, çoğunlukla dönemin öne çıkan devletlerinin hâkimiyeti altında yaşamışlar. Hz. İbrahim'in de yaşadığı erken tunç çağında Kudüs'te Gihon Pınarı etrafında ilk yerleşimin başladığını biliyoruz. Geç tunç çağında ise İsrailoğulları, Yehoşua (Yeşu) önderliğinde Kudüs kralı ve Filistin halkı ile mücadele etmiş. Yehoşua ile Filistin'e yerleşen İsrailoğulları, Davut ile Kudüs'e hâkim olmuş. Kudüs'ün, ilahi dinlerin bilinen tarihlerinde siyasi ve dinî bir merkez olma serüveni de işte bu noktada başlamış. Ancak şehrin İsrailoğulları hâkimiyetindeki serüveninin milattan önceki 586 Babil işgaline kadar 414 yıl devam edeceği; bu tarihten sonra artık farklı devletlerin hâkimiyetinde kalacağını belirtmekte fayda var.
Merkez şehir olma yolunda Kudüs (M.Ö. 1000-922)
Mücadeleci ve karizmatik bir kişiliğe sahip olan Davut, İsrailoğulları içerisinde bir çobanken Peygamber Şumuel'in de desteği ile İsrail kabilelerini derleyip toparlayan bir lider olmuş ve bunlar arasında siyasi ve dini birliği de sağlamış. Bölgedeki diğer milletlere karşı aktif bir siyaset izleyen Davut'un bu başarıları Kudüs'ün fethiyle taçlanmış. Başarılı bir idareci olan Davut, ele geçirmesinin ardından merkez ilan ettiği şehrin imarına da derhal başlamış. Şehrin doğusundaki tepeyi kraliyet merkezi (Davut şehri) olarak seçen Davut, tepenin kuzeyinde Siyon ve Milo Kaleleri ile askerî kışlalar, kalenin aşağısında hazinenin bulunduğu kraliyet sarayı, sarayın yanına kohenlerin ve Ahit Sandığı'nın çadırı, komutanların ve bürokratların köşkleri ile silah deposu ve kraliyet mezarlığı inşa ettirmiş. Sivil halkı ise batıdaki tepelere yerleştirmiş. Şehre Ahit Sandığı'nın konduğu bir mabet inşa etmek istemişse de, bunu Tanrısal bir emir olarak oğlu Süleyman'a bırakmak durumunda kalmış. Böylece Davut, Kudüs'ün düzenli bir şehir olmasını sağladığı gibi İsrail tarihi açısından da önemli bir yerde konumlandırmış kendini.
Babası Davut'a nazaran daha farklı bir kişiliğe sahip olan Süleyman ise, güç ve istikrar bakımından kusursuz olarak devraldığı devlette, siyasi ve iktisadi girişimlerde bulunmuş. Babasının yapmayı planladığı mabedi (Süleyman Tapınağı) de inşa eden Süleyman, şehirde bir de saray inşa ettirmiş. Eski Ahid'de bu mabedin yapılışı en ince ayrıntısına kadar anlatılır. Mabet, şehrin en yüksek noktasında, Davut'un kurbanlarını sunduğu mezbahanın yerinde, bugün Müslümanlara ait olan Harem-i Şerif'in bulunduğu alanda inşa edilmiş. Süleyman, mabedin biraz aşağısına ise ihtişamı dillere destan sarayını yaptırmış. Bilgeliği ile meşhur olan Süleyman, Kudüs'ü dinî ve siyasi merkez olması yanında önemli bir ticaret merkezi yapmayı da başarmış.
Bölünen krallıkla küçülen şehir (M.Ö. 922-722)
Süleyman'ın vefatından sonra devlet hemen bölünmüş; kuzeydeki 10 kabile Yeroboam öncülüğünde Şekem (bugünkü Nablus) merkezli İsrail Krallığı'nı kurmuşlar. Güneydeki iki kabile ise Süleyman'ın oğlu Rehoboam önderliğinde, merkezi Kudüs olan Yahuda Krallığı'nı devam ettirmiş. Bu siyasi ve coğrafi ayrılık Kudüs'ün debdebeli günlerini kaybetmesine sebep olmuş. Nitekim dönemin güçlü devletlerinden Asur, M.Ö. 722'de kuzeydeki İsrail Krallığı'na son vermiş ve buradaki 10 kabileyi sürgüne yollamış; güneydeki Yahuda Krallığı'nı ise vergiye bağlamış. Bu dönemde yaşanan başarısızlıklardan ötürü bazı Yahudilerin Tanrı'dan umudu kesip Asur putlarına tapmaya başlaması ve kuzeydeki 10 kabilenin dünyanın farklı yerlerine sürgün edilmesi Yahudalılarda kaybolma telaşı yanında manevi bir uyanış da sağlamış.
Bu dönemde Peygamber İşaya ve Kral Hizkiya'nın (Hezekia) siyasi ve dinî reformlar gerçekleştirdiğine şahit oluyoruz. Kral Yoşiya ve Peygamber Yeremya ile de Kudüs, Süleyman'dan sonra ilk büyük çaplı yenilenmesini yaşamış. Ancak bu süreçte Asur tehlikesini çeşitli manevralarla güç bela atlatabilen Kudüs, M.Ö. 602 senesinde kuzeyden başladıkları istila dalgalarıyla Suriye ve Filistin sınırlarına kadar gelen Babil'e karşı duramamış ve Babil'in vassalı haline gelmiştir. Bu yeni yönetimi benimsemek istemeyen şehir halkı isyan etmiş; İmparator Nebukadnezzar (Buhtunnasır) bu defa Kudüs'ü yerle bir etmiştir. İşgal sırasında mabedin ve sarayın yıkılmasıyla çöküntüye uğrayan şehir halkı ise M.Ö. 586'da Babil'e sürülmüş. Bu sürgünden 50 yıl kadar sonra Babil İmparatorluğu, Persler tarafından yıkılınca Pers Kralı Koreş'in (Cyrus) izniyle Babil'den geriye göçler başlamış, yarım asır boyunca sessiz, harabe ve kimsesiz kalan Kudüs kısmî de olsa canlanmıştır. Pers kralının vermiş olduğu dönüş iznine rağmen çoğu Yahudi'nin Kudüs'e dönmemesinin sebebini Yahudilerin gittikleri yerlere entegre olup buralarda düzenlerini kurmaları olarak açıklayabiliriz. Koreş'in izni ve yardımlarıyla Kudüs'e gelenler ise Süleyman'ınki kadar gösterişli olmasa da, M.Ö. 516'da ikinci mabedi inşa etmişler. Mabedin inşasına rağmen Kudüs'ün içler acısı halini duyan Ezra ve Nehemya, Babil'den Kudüs'e gelmişler. Pers Krallığı'na bağlı bir vali olan Nehemya şehrin maddi imar ve inşasını; Ezra ise manevi imar ve inşasını sağlayarak Kudüs'e kısmen de olsa eski canlılığını kazandırmayı başarmışlardır.
Kudüs'ün yabancı kültürlerle imtihanı (M.Ö. 332-M.S. 63)
Kudüs, Pers yönetiminde oldukça rahat bir yaşam sürerken Makedonya'dan, tarihin en hızlı fetih hareketleriyle gelen Büyük İskender, Yahudalıların kendisine tabi olmasını istemiştir. Kohen Gadol, İskender'in teklifini kabul etmeyerek şehri savunma kararı almıştır. Rivayete göre savaşın olacağı günün gecesinde, Tanrı Kohen'e rüyasında görünmüş; beyaz elbiseler giyerek İskender'i karşılamasını emretmiştir. Ertesi gün savaş hazırlığında olduğunu düşündüğü Kudüs halkının kendisini bu şekilde karşılamasına şaşıran İskender, kendisinin de Kohen'in rüyasına benzer bir rüya gördüğünü ve Perslere karşı zafer elde edeceğini söylediğini anlatmıştır. İskender daha sonra şehre girmiş ve Kudüs M.Ö. 332'de Makedonyalıların hâkimiyetine girmiştir. Ancak İskender'in saman alevi gibi harlanan bu başarısı, ani ölümüyle bitmiştir. Ölümünden sonra yapılan toprak paylaşımında Kudüs, M.Ö. 332'de Mısır merkezli Ptolemi Hanedanlığı'nın hâkimiyetine girmiş. İlerleyen süreçte ise Selevki Hanedanlığı, M.Ö. 198'de Ptolemilere galip gelince bu sefer Kudüs'ün yeni hamisi Selevkiler olmuş. İlk dönemlerinde şehir halkına karşı samimi politikalar takip eden Selevkiler, liderlerle yakın ilişkiler kurarak Helen etkisinin Kudüs'te yayılmasını sağlamıştır. Fakat sonraki kralların Helenleştirme yolundaki radikal adımları halk nezdinde isyanlara yol açmıştır.
Selevki Kralı Antiyohus'un, Kohen Matatya ve oğullarını çağırarak domuz kurban edip putların önünde diz çökmesini istemesi, bardağı taşıran son damla olmuş, Matatya dağa çıkarak bir isyan hareketi başlatmış. Matatya'nın ölümüyle isyanı Makabi devralmış ve yerel bir kurtuluş hareketine çevirerek Haşmonaylar dönemini başlatmıştır. Mabet Helen putlarından temizlenip de ibadete açıldığı zamanda menkıbevi bir olay gerçekleşmiştir. Rivayete göre; mabetteki şamdanları yakmak için yalnızca bir günlük yağ bulunabilmiş, bu yağ ise sekiz gün boyunca mucizevi bir şekilde yanmış. O yıldan sonra her sene bu sekiz gün Hanuka Bayramı olarak kutlanmış. Özgürlükten sonra Kudüs'te kraliyet sarayı ve mabet ile saray arasında bir köprü inşa edilmiştir. Birtakım sosyo-ekonomik gelişmelere de şahit olan Kudüs, yeniden canlanmaya başlamış. Bu gelişmelerin yanı sıra çeşitli görüş ayrılıkları oluşmuş; Ferisi ve Saduki denen Yahudi cemaatlerinin ve yönetimdeki kardeşlerin çekişmeleri M.Ö. 63'te Kudüs'ün Roma hâkimiyetine girmesine sebep olmuştur.
Yahudilerin Kudüs'e adım atamadığı dönem: Roma-Bizans (M.S. 70-638)
Kudüs'ün iç işlerindeki karışıklığını fırsat bilen Roma, şehrin kuşatılmasında başarılı olmuş; askerler şehri yağmalamak istemişse de Herod'un kendilerine yüklü miktarda para vermesi üzerine yağmadan vazgeçilmiş. Bu dönemde Roma valisi olarak atanan Herod, Kudüs'ü yeniden imar edip kalkındırmaya çalışmıştır. Bir kraliyet sarayı ve hisar inşa eden Herod, mabedin Davut'un tarzına uygun yenilenmesini ve etrafının büyük taşlarla çevrilmesini sağlamış. Günümüze kadar intikal eden, Yahudilerin "Batı Duvarı" (Kotel ha-Ma'aravi) olarak adlandırdıkları bu taş duvarlar, Herod'un yaptırdığı mabedin avlu duvarıdır; dolayısıyla mabetle doğrudan ilgisi yoktur. Bu dönemde Beytüllahim'de Hz. İsa doğmuş ve müneccimlerin uyarısı üzerine doğan çocukları öldürme kararı alan Herod, hastalanarak ölmüştür. Valinin ölmesi üzerine ayaklanan Kudüs halkının isyanını bastırmak üzere Roma ordusu Kudüs'e gelmiştir. Roma'nın stratejik hataları, merkezdeki iktidar kavgaları, bir yıl içerisinde dört imparatorun değişmesi, ordunun Kudüs halkıyla karşılaşmasını geciktirmişse de isyan bir şekilde bastırılmıştır. Merkez fonksiyonunu kaybeden Kudüs, bir süre Kayseriye'de bulunan valiler tarafından yönetilmiştir. Bu dönemde Kudüslü Yahudi gruplar, Hz. İsa'nın öğretisinden rahatsız olup, onu krallık hazırlığında olduğu iddiasıyla Roma'ya şikâyet etmişlerdir. Roma valisi Pilatus, onun masumiyetine inansa da Yahudi grupları karşısına almak istemediği için 33 yılında çarmıha gerilmesine karar vermiştir.
Bu olay, sadece Kudüs'ün değil, bütün dünyanın tarihinde büyük bir dönüm noktası olmuştur. Bu tarihten sonra Yahudiler için dinî merkez olan Kudüs, Hıristiyanlar için de kutsiyet arz etmeye başlamıştır. Roma valisinin kötü yönetimini bahane ederek ayaklanan halkın küçük çapta başlayan isyanı dalgalar halinde yayılmış ve büyük bir harekete dönüşmüştür. 70 senesinde Komutan Titus'un öncülüğünde Kudüs'e giren Roma askerleri şehri yerle bir etmiş mabedi de yakıp yıkmışlardır. Mabedin sadece avlu duvarından küçük bir kısmına ise Roma'ya isyan edenlerin ne hale geleceğini göstermek amacıyla dokunulmamıştır. Mabedin yıkılmasının ardından bu şehir, yaklaşık yarım asır boyunca sessiz, kimsesiz ve harabe olarak kalmış. 117-138 yılları arasında hüküm süren İmparator Hadrian ise Kudüs'ü ziyaret ettiği bir tarihte şehrin Roma mimarisine uygun olarak yeniden inşa edilmesini emretmiş ve şehrin adı da 'Colonia Aelia Capitolina' olarak değiştirilmiş. Bunlardan Aelius'un Hadrian'ın aile ismi; Capitolina'nın ise Roma'nın baş tanrısı Jüpiter'in adı olduğu belirtilir. Arapça 'İliyâ' olarak telaffuz edilen 'Aelia' ismi, İslami döneme kadar kullanılmış. Kudüs'ün isminin ve sokaklarının putperest unsurlarla doldurulmasına karşı çıkan halk, 132 yılında Bar Kohba liderliğinde ayaklanmış. Üç yıl süren ayaklanma boyunca Kudüs, putperest unsurlardan temizlenmiş ve Yahudiler kısa süreli bir özgürlük yaşasalar da Roma şehre yeniden hâkim olmayı başarmıştır. Bu büyük çaplı isyanın sonucunda Yahudiler Kudüs'ten sürülmüş ve yalnızca senede bir gün, şehre girmeksizin uzaktan yas tutmalarına izin verilmiştir. Yahudilerin şehre giriş yasağı ise, Hz. Ömer zamanında Müslümanlar tarafından sonlandırılacaktır.
Roma'nın Batı ve Doğu Roma (Bizans) olarak ikiye ayrılmasından sonra Kudüs, Bizans hâkimiyetine geçmiştir. İmparator Konstantin'in Hıristiyan olmasıyla Kudüs'te Hıristiyanların ağırlığı söz konusu olmuştur. Bu dönemde İmparator Kudüs'te Hıristiyanlara ait kutsal mekânların tespit edilmesini emretmiştir. İsa'nın doğduğu yere Doğuş Kilisesi; havarileri ile oturup sohbet ettiği mağaranın üzerine Havariler Kilisesi; çarmıha gerildiği yere Kutsal Mezar Kilisesi; mezarının bulunduğu yere ise Anastasis Kilisesi inşa edilmiştir. Kiliselerin yanı sıra dünyanın dört bir yanından Kudüs'e gelen Hıristiyan nüfusun ağırlanması ve dini eğitimleri için de misafirhaneler ve manastırlar inşa edilmiştir. Böylece Bizans döneminde Kudüs'e Hıristiyan bir kimlik kazandırılmıştır. İmparator Justinyen zamanında Kudüs Hıristiyan teolojisi için önemli iki konsile ev sahipliği yapmıştır. Bu dönemde II. Keyhüsrev komutasında Sasaniler, Yahudilerle iş birliği yaparak 614 yılında şehre girmiş, Hıristiyanları öldürmüş ve kiliseleri de yıkmıştır. Beş yıllık Sasani hâkimiyetinden sonra Heraklius şehri geri almış ve gösterişli bir törenle şehre yeniden girmiştir.
Bizans, Sasanilere karşı kazandığı zaferinin sarhoşluğunu yaşadığı sırada Mekke'de Hz. Muhammed de İslam'ın evrensel mesajını dünyaya ulaştırmakla emrolunmuştu. İslam, yani eskimez tevhit mesajı çok değil kısa bir süre sonra 638 senesinde Halife Ömer döneminde Kudüs şehrine de ulaşacak ve Müslümanların hâkimiyetine giren Kudüs, Hz. Davut ve Süleyman peygamberler dönemindeki tevhit geleneğini yeniden yaşama fırsatı yakalayacaktır.
Roma döneminde yaşanan Bar Kohba İsyanı'ndan sonra şehrin inşasını tamamlayan Hadrian, Yahudilerin Kudüs'e girmesini yasaklamış, yasağı çiğneyenler ise idamla cezalandırılmıştır. Hatta sadece Yahudiler değil, Hıristiyanlığı kabul eden Yahudi kökenli dönmelerin de Kudüs'e girmelerine müsaade edilmemiştir. Yahudilerin sadece senede bir kere, o da Av ayının 9'unda şehre girerek Süleyman Mabedi alanına yakın bir yerde yas tutmalarına müsaade edilmiştir. Bu durum Bizans dönemi de dâhil, Müslümanların şehre hâkim olmalarına kadar beş asırdan fazla bir süre devam etmiştir (135-638).
Bizans'la yapılan Ecnâdeyn (634) savaşından sonra Müslümanlara Suriye ve Filistin kapıları açılmış; Yermük (636) zaferiyle Suriye Bizans'tan alınmış ve ardından Filistin'in fethi başlamıştır. O sırada Hıristiyanların merkezi olan ve Bizans adına şehri yöneten bir patrikliğe sahip olan Kudüs'ü, Hz. Peygamber'in "ümmetin emîni" olarak tarif ettiği "Ebû Ubeyde b. Cerrâh" fethetmiştir. Kararlı kuşatma sebebiyle şehri teslim etmekten başka çare bulamayan Kudüslü Hıristiyanlar, Müslümanlara Suriye şehirleriyle yaptıkları anlaşmalara benzer bir anlaşmanın kendileriyle de yapılmasını teklif etmiştir. Ancak tek şartları vardır: "Şehri bizzat halifenin teslim alması." Peygamberler şehrine yakışan da aslında budur. Hz. Ömer 638 senesinde, Ebû Ubeyde'nin daveti üzerine Kudüs'e gelerek şehrin patriği Sophronius'tan teslim alarak anlaşmayı imzalamıştır. Döneminde pek çok fetih yapılmasına rağmen Hz. Ömer, Kudüs hariç başka hiçbir şehrin fethinde bizzat bulunmamıştır.Müslüman Kudüs'te Yahudisi ile Hıristiyanı ile kentte yaşayan her dinden halk, kendilerine tanınan geniş dini özgürlüklerle varlıklarını devam ettirme imkânı bulmuş; kimliklerini koruyabilmişlerdir. Bu erdemli siyasetleri sayesinde şehre asırlarca barış hâkim olmuştur.
Fetih sırasında şehrin valiliğini yapan Patrik Sophronius, Yahudilerin Kudüs'e yerleşmesine şiddetle karşı çıkmıştır. Ancak Hz. Ömer, Hıristiyan patriğin bütün karşı çıkışına rağmen, Taberiye'den getirttiği 70 veya bazı rivayetlere göre 100 Yahudi aileyi şehrin güneyindeki mahalleye yerleştirmiştir.
Yahudi tarihçilerin kaleme aldığı İbranice kroniklerdeki bilgiye göre fetihten sonra Hz. Ömer, Süleyman Peygamber'in yaptırdığı mabedin yerini öğrenmek istemiş; Yahudilerin "Mabed Tepesi" (Har ha-Bayt), Müslümanların "Harem-i Şerif" olarak adlandırdıkları bu yere özel bir önem vermiştir.
Osmanlı döneminde Mısır'da yaşamış Yahudi tarihçi Yosef Sambari (1640-1703), İbranice kaleme aldığı tarih kitabında (Sefer Divrey Yosef) Kudüs'ün Müslümanlar tarafından fethini ve Hz. Ömer'in Mescid-i Aksa'nın yerini keşif çabalarını şöyle anlatmıştır:
"…[Hz.] Ömer, Kudüs (Yeruşalayim) üzerine yürüdü ve şehri kuşattı. Tanrı, Kudüs'ü onun eline verdi. [Hz.] Ömer, Kudüs şehrinde hükümranlığını kurup şehirde yeni yerler inşa ederken, övünç yerimiz ve mukaddes mabedimizin neresi olduğunu sordu. Mabedin yerinin neresi olduğunu kimse bilmiyordu.
Bir süre böyle devam etti. Bir gün [Hz.] Ömer pazardan geçerken, elinde çöp torbasını taşıyan bir fahişe (işa zona) ile karşılaştı. Fahişe gitti, elinde taşıdığı çöp torbasını bir tepeliğe attı. Bunun bir tesadüf olduğunu düşünen [Hz.] Ömer o gün konuyla ilgili kimseye bir şey söylemedi (sormadı).
İkinci gün, bazı kadınların da çöplerini getirip buraya attıklarını görünce, Melik [Ömer], yöre halkına kadınların çöplerini neden getirip buraya attıklarını sordu; ancak kimse neden böyle yaptıkları konusunda bir şey söylemedi.
Bu durum birkaç kez tekerrür edince, şehir ileri gelenleri, [Hz.] Ömer'e gelerek konuyu kendilerinin de, baba ve atalarına sorduklarını, onların, evlerini temizleyen Hıristiyanların pisliklerini buraya, yani Yahudilerin kutsal mabetlerinin bulunduğu bu alana getirip [bilinçli şekilde] attıkları şeklinde cevap verdiklerini söylediler.
Durumu hayret eden [Hz.] Ömer, alana baktı, [mabedin] biçimini merak etti ve öğrenmek istedi. Çöplerin bulunduğu yere bir kese altın saçtı. Altın saçıldığını gören işsiz ve avare insanlar altınları bulmak üzere buraya üşüştü. [Hz. Ömer] Mabedin alanın açıldığını görünce çok sevindi. Mabedin yerini araştırdı ve oraya bir mihrab (bema/mescid) inşa ettirdi.
İlginçtir, Yahudilere Kudüs'e girişi yasağı Haçlılar tarafından yeniden yürürlüğe sokulacaktır. 1099 yılında Kudüs'ü ele geçiren Haçlı orduları Müslümanlar gibi Yahudileri de katliama tabi tutacaktır.
Haçlıların Kudüs'e hâkim oldukları dönemde şehirle ilgili bilgi veren Yahudi seyyah Tudelalı Benyamin, Kudüs'te kumaş boyacılığı yapan tek bir Yahudi'den bahseder. Bu bilgi, Selahaddin Eyyübî'nin şehri geri almasına kadar Yahudilere şehirde tekrar ikamet etme yasağı konduğunu göstermektedir.