Lacivert Dergi'nin son sayısında siyasal yenilginin melankolisini yazmayı düşünüyorum, dedim. HDP'li (Halkların Demokratik Partisi) bir arkadaşımdan şöyle bir tepki geldi: "Yine mi CHP'ye vuracaksınız? Yazıktır, günahtır. Bitiremediniz."
Aslında Cumhuriyet Halk Partisi geçmiyordu aklımdan, açıkçası adına toplumsal muhalefet denen, zaman zaman kendini gösteren fakat organize olup taleplerini siyasallaştırmak yerine sürekli homurdanmayı tercih eden bir zümre geçiyordu. Zaten o âna kadar sohbet de toplumsal muhalefetin örgütlenme sorunu üzerine gelişmişti. Türkiye'nin iyi yönetilmediğini söyleyenlerin bir türlü organize olup, örgütlenip, ortaya koydukları ilke ve değerlerle halka gidememeleri üzerine… Halka gitmek gibi bir dertlerinin olduğunu da düşünmüyorum, dedim. "İzin verilmiyor" dedi. Böyle bir dertleri yok, Erdoğan ve Erbakan'ın bu örgütlenme işini çok daha zor şartlarda yaptılar. Böyle bir oluşuma çok ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum, diye ekledim. Dindarların kazanımlarını kaybedecekleri korkusu yaşamayacakları, toplumu ilgilendiren meselelerde bir ajandası olan ve kriz zamanı ortaya çözüm koyabilecek siyasi yapılanmanın önemine ve gerekliliğine işaret ettim.
Sabah kalktığında gündeme dair neler olduğu hakkında fikir sahibi olmak için sosyal medyada kısa bir gezinti yaptıktan sonra; 'Arkadaşlar hayır diyoruz', 'Allah kahretsin memleketi tecavüzcülerle doldurdunuz', 'Bu FETÖ'cülerle iş tutarken aklınız neredeydi' minvalinde paylaşımlar yapıp, bu klişeleri, 500 takipçisinin okuduğunun eminliğiyle görevini yaptığına ikna olurken, ülkesinde her şeyin gittikçe kötüleştiği düşüncesinin bıraktığı yeis hali, çok sevdiği kafede çok sevdiği arkadaşları ile buluştuktan sonra dalga dalda dağılmaya ve bir sonraki sabahın 'Allah kahretsin…'li paylaşımına kadar huzurdan çekilmeye başlayıverir…
Bu zümrenin genellikle, okullaşma oranı ile ilgili bir fikri vardır. Daha çok kız çocuğunun okumasını, herkese eşit fırsatlar verilmesini filan ister. Samimidir ama bir köyden kızların çıkarılıp, merkezdeki liseye nasıl gönderileceği, nerede kalacakları, ailelerin nasıl ikna edileceği ile ilgili herhangi bir fikri yoktur. Sadece sonuçlarla ilgilenir.
Savaş çıksın istemez, mülteci olunsun istemez, mülteci gelsin istemez, şehit olunsun istemez… Bu konularla ilgili yapılan her şeyin en baştan itibaren yanlış yapıldığını söyler. Aslında tam olarak ne kadar başa gideceğini de bilemez, her şey yanlış yapılmıştır bir şekilde.
Hoşuna gitmeyecek mağduriyetler bilinsin, konuşulsun istemez. Muhtarların Beştepe'ye gitmesi ile dalga geçer. Üretilmiş bütün seçim sloganlarını ve vaatlerini alaya alır. "Diyanet diye bir kurum niye var anlamış değilim" diye söylenir, oraya giden vergilerinin hakkını haram eder. Taşra siyaseti bir mizah konusudur, zaten kendisi siyaset üstüdür ve siyasi duruş olarak 'zorbalığa karşı olmak' gibi bir pozisyon belirlemiştir. Milletvekilleri cahildir, ortada büyük bir entelektüel kriz vardır, lümpenlik alıp başını gitmiştir, halkın sağduyusu biat kültüründen ibarettir: Ülkenin halkın seçtiği siyasi partilerle yönetildiğini sık sık unutur.
Sosyal medya örgütlenmesini, kendilerine yurt dışından verilen desteğe rağmen 'Şimdi İstanbul'da Olmak Vardı' şarkısını, 'TOMA'ya karşı durmak vardı' olarak yorumlayan Gezi edebiyatının önüne geçemeyen, gittikçe kendinden nefret eden, yeis içinde, mutsuz ve çözümsüz bir zümreyi yazmayı planlıyordum.
Lakin…
HDP'li arkadaşımın neredeyse acıma duygusu ile söylediği; "Yeter şu CHP ile uğraştığınız" sözleri zihnime kıymık gibi battı. O âna kadar hiç CHP geçmemişti sohbette. Dedim ya, aklımda bile yoktu. Demek ki Türkiye'de siyasal yenilginin adı CHP olmuş, asıl buna yazık… Az bir çevre değil, az bir oy değil, sürekli parlamentoda bulunmak, ana muhalefet partisi olmak ama hiçbir politika üretememek, enerjiyi tüketmek, kendilerinden bekleneni boşa çıkarmak, hiçbir pozitif katkı yapmamak, asıl buna yazık, diye söylendim durdum…
CHP, siyasetsizliğin öyle bir ismi ve adresi olmuş ki, insanlar nerdeyse merhamet duyma noktasına gelmiş, 'CHP'ye vurmak' tabirinin cazibesi bile kalmamış.
Hâlbuki ben ne AK Partiliyim ne de CHP karşıtı söylemlerle siyaset yapan birisiyim. Düşündüm, neden CHP'ye 'vurmak' veya 'vurmamak' gibi bir ajandam olsun diye. Arkadaşım doğrudan böyle bir kabul de yapmıştı, siyasal yenilginin merkezine CHP'yi koymuş ve üzerimden bir yorum yaparak, 'siz-biz' tanımlamaları ile benim CHP'ye karşı mutlak olumsuz bir tutum içinde bulunup, bir siyasetçi gibi vuracağımı farz etmişti. Arkadaşım, benimle bu konuşmayı, bir üniversitenin; 'kutuplaşmayı nasıl aşarız çalıştayı'ndan çıkışımızda yapmıştı üstelik ve çalıştay esnasında ne çok kutuplaştığımıza dair bol bol örnek vermişti. Lakin beni hemencecik bir kutba koymaya, bir şeyin karşısında konumlandırmaya, bir yenilgiden bahsedeceksem onun CHP olacağına hükmetmişti.
Aynı çalıştayda insanların birbirini dinlemediği, peşin hükümlü olduğu son zamanlarda kutuplaşmanın çok tehlikeli boyuta geldiği konuşulmuştu. Bütün bunlar konuşulurken hep sosyal medyadan örnekler verilmişti. Birkaç yüz bin insan arasında dönen bir muhabbet, bir kısmı sahte kimliklere gizlenen hesap sahipleri üzerinden toplum ve kutuplaşma okuması yapmak… Artistlerin siyasetçilerden çok takipçisinin olduğu, "şuna var mısın buna var mısın", "buna evet diyoruz şuna hayır diyoruz", "yaptırmayacağız", "arkasındayız", "oradayız" , "buradayız" diye her an pozisyonların sorgulandığı mini referandumların yapıldığı ve evet, asla ve asla kişilerin yüz yüze söyleyemeyecekleri hakaretleri birbirlerine nezaketsizce boca ettikleri kopuk bir gerçeklik algısı üzerinden memleket analizi yapmak… Zygmunt Bauman'ın bahsettiği 'online' hayatımızın zaten yapısı gereği otoriter olduğunu unutarak sosyal medyada asıp kesmeleri toplumun tahammülsüzlüğü ile açıklamak… Bauman, 'offline' hayatında bir kafeye giden, tanımadığı bir sürü insanla oturan, bu inanların hoşlanmadığı fikirleri olup olması ile ilgilenmeyen veya kendine çok zıt insanlarla bir mekanı paylaşan bireylerin, 'online' hayatlarında kendilerinden sorulan alanda (profillerinde, hesaplarında, yönetilebilir alanda) müthiş otoriter ve dışlayıcı olduklarını, serbest konuşma zeminine, itiraza, eleştiriye tahammüllü olmadıklarını ve en çok da kendileri gibi düşünmeyenlerle iletişimi engellediklerini söylüyor. Sosyal medya veya 'online' hayatımız yapısı gereği böyle. Buradan 'çok kültürlülük hali eksikliği' analizi çıkmaz. Bir arada yaşayamadığımız göstergesi hiç çıkmaz. Zaten Richard Senett'in dediği gibi çok kültürlülük bir haldir, tepeden aşağı toplumda yeşertilecek, büyütülecek, yürütülecek bir politika değildir.
Aynı kimseler, çok uzun zaman tek sesli olan, kendi ülkesinde milyonlarca insanı kutuplaştıran, yabanileştiren, hor gören ve kendi âleminde bambaşka gündemlerle yaşayan ana akım medyada yıllarca bir tane kutuplaşma tartışması yapmamışken bir anda bugün iyi kötü çok kutuplu olan bir medyayı toplum için en büyük tehlike olarak arz etmekteler… Medyanın meselelerini, sosyal medyanın dertlerini, genel bir iyileştirmeyi değil, kendilerine dokunan yanlarını konuşmak istiyorlar, çözüm değil, yeis süreci arıyorlar yahut sadece homurdanmak…
Ayrıldık. CHP ile ilgili düşünmeye devam ettim. Sadece siyasal yenilgi mi mesele? Sanmam, ondan daha fazlası, kayıplardan gelen, yenilgilerden tevellüt butik bir siyasi dernek havası, bu havaya sinmiş ağır bir melankoli… Kayıplar sonrası yas, yas sonrası melankoli… Mete Tunçay Hoca'nın Türkiye Cumhuriyeti'nde Tek Parti Yönetiminin Kurulması, 1923-1931 kitabında donmuş bir süreç…
***
Çok saçma. Sanki kıyıda köşede kalmış, kendini ifade edemeyen, medyası olmayan, seçmeni olmayan, birkaç maceracının kurduğu ve genç çocukların heyecanına hitap eden bir taşra derneğinden bahsediyoruz da, hem fikrimiz yok hem acıma duygumuz var. Yav, bırakın şu CHP'yi…
Politik bir örgütlenmenin bize söyleyecek, bizi konuşturacak, coşturacak, kızdıracak bir gündeminin olmaması… Melankolik, grotesk bir hava! chp.org.tr'ye bakıyorum, günümüz CHP'si ile ilgili bir şey bulurum diye. Çeşitli raporlar var: "DÜNDEN BUGÜNE CUMHURİYET HALK PARTİSİ." (Raporun ismi büyük harfle yazılmış. Aslında bu rapor, CHP'nin neden siyasal yenilginin simgesi olduğunu ve dünde donup kaldığını apaçık anlatıyor. Çünkü 40 sayfalık raporun 35 sayfası 1933'te bitiyor, altı ok ilkeleri ile… Son iki sayfanın resim olduğunu düşünürseniz, bugünkü CHP'yi anlatmak ve anlamak için elinizde sadece üç sayfa kalıyor.
CHP, bugün işe gitmesin!
Hayır, raporun ismi yanlış filan konulmuş değil. CHP tam da budur. 1933'te kalmış ve orada donmuş bir partidir. 1977 seçimlerinden sonra bir 'malihulya' içinde yaşamaktadır. Geçmişin güzelliklerini hatırlayan ve kayıplarının üstesinden gelmek yerine onları hatırlayarak, acı çekmenin hazzı ile Freudvari bir melankoli içindedir. Durgun, içine kapanık, geçmişe dönük, kendini değerli, ötekini değersiz hissetmek isterken sürekli kaybeden ve kaybettikleri ile yüzleşmeyi reddeden bir ruh hali içindedir. Geçmiş zamanlara ait altın çağlarını, kurtarıcılığını, liderinin üstünlüğünü düşünerek 'olağanüstü olamama melankolisi' içinde kıvranmaktadır.
Hiçbir stratejisi yoktur, hakeza toplumsal bir olay çıkıp da rüzgâr yön verirse peşine takılıp gider, olaylar gerçekleşmeden değil, olduktan ve hatta biraz zaman geçtikten sonra inisiyatif alır. Ergen zıtlaşması içindedir. En temel sorunlarda bile uzlaşma becerisi gösteremez, temel sorunları saptayamaz.
Umudu örgütleyemeyen, umutsuzluğu hiç örgütleyemez. Daha doğrusu siyasetin bütün bunları örgütleme biçimi olmasının farkında bile değildir. Bol bol kötü haber, kötü niyet ve kötü gidişat saçar, bu uğursuz yayılmacılığın topluma verdiği zarardan çıkmak için ürettiği herhangi bir stratejisi de yoktur. Yorganı başına çekip, gözlerini kapar.
Türkiye'nin yönetilme krizine işaret ederken, yönetme potansiyelini kaybeder. 10'uncu Yıl Marşı ve İzmir Marşı ile kendini tekrar ederken, 15 Temmuz için bir marş yapmak aklına bile gelmez. 17-25 Aralık gibi CHP'liler için bulunmaz 'nimet' olan bir süreci dahi lehine kullanmayı beceremez, Fuat Avni'nin tivitlerini referans kabul ederek siyaset belirler, basın açıklamaları, paneller ve üst düzey destek ziyaretleri en yaygın örgütlenme biçimi olarak kendini belli eder.
Sahi, biz CHP'yi aslında konuşmamız gerekenden az konuşuyoruz… Belki de konuşmadan geçip gidiyoruz. Türkiye'nin ikinci büyük partisinin bu alternatifsizlik hissini beslemesinin, sürekli kurucu parti psikolojisinden çıkamadığı için baştan savma siyasetlerle yol almasının demokrasimize ne çok zarar verdiğini konuşmuyoruz pek. Siyasetle yol almanın gerekliliğini göre göre siyaset üretmek yerine, kutuplaşmadan şikâyet edenlerin bu ağlamaklı yeis halinden sıkılıyoruz çünkü. Şikâyet eden bir dil, oynamıyorum diyen bir siyaset, üst üste aldığı siyasi yenilgileri bize de içselleştirmiş sanki. Yazık diyoruz, hayret…