Gökhan Ergür: Hipokrat ve İbn Sina’da Melankoli

Hipokrat ve İbn Sina’da Melankoli
Giriş Tarihi: 9.02.2017 16:28 Son Güncelleme: 9.02.2017 16:29
Gökhan Ergür SAYI:32Şubat 2017
Hipokrat, insanların karakterlerini belirleyen dört temel özsu olduğunu söyler. Bunlar; kan, salgı/phlegma (yahut balgam), sarı veya kırmızı safra ve kara safradır. Bunlardan kara safra, melankolinin karşılığıdır. Öyle ki ‘melankoli’ kelimesi de Yunancadaki melas (kara) ile khole (safra) kelimelerinden oluşmaktadır.

Melankoli üzerine bugüne kadar yüzlerce hatta binlerce tanım yapıldı ve geldiğimiz nokta sanırım Bernard Delvaille'in şu sözlerinden öteye gidemedi: "Melankolinin doyurucu bir tanımı yahut en azından, bugün beni doyuran bir tanımını bilmiyorum." Fransızca bir sözlükteki melankoli tanımı diğerlerinden daha şairane ve yakın gelmiştir hep bana: "Derin bir üzünç ile genelleşmiş bir kötümserliğin kök salıp şekillendirdiği patolojik durum" ve ikinci bir anlamından daha söz ediliyor 18'inci yüzyıl Fransız saray kültürüne gönderme yaparak: "Düşe dalıp gitmelerle birlikte yıkılmışlık ve üzünç hali." Mutluluk putlarımızın, kibir kulelerimizin ve güçlü profillerimizin yıkılmasına, sarsılmasına ve düşüp düşlere dalmamıza hiç olmadığı kadar çok ihtiyacımız olduğunu düşündürüyor bu ikinci anlam bana.

Her şeyi bilen, dünyaya hükmeden, evrenin sırrına vakıf insanlar arkasına yaslanıp tembelliği yeğlerken; şüphe edebilen, çaresizliğe düşen, kaybeden insanlar büyük ve fevkalade şeylerin peşinde koşacak olanlardır. Yenilgiler, başarısızlıklar, kızgınlıklar, münakaşalar ve ters giden işler, kimsenin sevmediği ama yine de kaçınılmaz olan hoşnutsuzluk zamanlarına kapı açarlar. Bu hoşnutsuzluklar bizi, çivisi çıkmış dünyada ileriye doğru bir adım atmaya, yanlış olanı doğruyla yer değiştirmeye sevk edecek yegane güçtür.

W. Schmid'in de ısrarla belirttiği gibi melankoli, insanın var olmasının tarz ve biçimlerinden birisidir, ruhun bir oluş tarzıdır, insan varoluşunun asli bir unsurudur, bunu herhangi bir biçimde marazi sayamayız. İnsan hayatında sadece hayat sevincini bilmez, hayat kederini de bilir, sadece gülmeyi değil ağlamayı da bilir, hepsinin bir yeri ve zamanı vardır. Eski Ahit'te Süleyman'ın Meseller'indeki hikmetlerde; (7'nci bap, 3'üncü cümle) "Yas tutmak gülmeye yeğ tutulur, zira bu tecrübe kalbi iyileştirir." Fazlasıyla hırpalanan kalplerimizin birazcık iyileşmeye ihtiyacı yok mu sizce de?

Melankoli toprağa benzer

Melankoli üzerine kapsamlı ilk tıbbî araştırmalar M.Ö. 4'üncü yüzyılda, Kos Adası Tıp Okulu'ndan Hipokrat tarafından yapılır ve İnsanın Doğası isimli kitabında melankoliyi ilk olarak şöyle tanımlar: "Çökkün, umutsuz, bütün cesaretini yitirmiş bir durum. Üzüntülü. Acı içinde kıvranma. Işıktan ve insandan kaçma. Karanlığı sevme. Konuşmaktan, herhangi bir şeye, soruya muhatap olmaktan kaçınma. Karın ve diyafram bölgesinin dışarıya doğru çıkmış gibi görünümü. Buraya dokunulduğunda burasının ağrılı olduğu görülür. Bu insanlar korkulu bir şey görmek, üzüntülü bir haber duymak istemezler. Hastalık genellikle sonbaharda ortaya çıkar. Hastalar çok halsiz görünürler. Çok az yemek yerler."

Hipokrat yazınında melankoli/kara safra tanımı temelde; 'içeride', 'göğüs içine gömülü', 'içkin' bedensel bir sağlık bozukluğunu (hastalık) anlatmaktadır. Bu durum safra kesesinin salgıladığı suyun kuruyup koyulaşarak, bir tür zehre dönüşmesiyle ortaya çıkan bir sağlık sorunudur. Kurumuş, soğumuş safra kesesinin salgıladığı kara safra, bedenin diğer öz sularının karışımını bozabilmekte ve zehirlenen bedende baş, mide, bağırsak, karaciğer ağrıları ve bilinç bulanıklıkları ortaya çıkabilmektedir.

Hipokrat insanların karakterlerini belirleyen dört temel özsu olduğunu söyler. Bunlar; kan, salgı/phlegma (yahut balgam), sarı veya kırmızı safra ve kara safradır. Bunlardan kara safra, melankolinin karşılığıdır. Öyle ki 'melankoli' kelimesi de Yunancadaki melas (kara) ile khole (safra) kelimelerinden oluşmaktadır. Bu dörtlü şema, İyonya doğa filozoflarının, evrenin, toprak, hava, su, ateş gibi dört temel maddeden oluştuğu yolundaki savlarından esinlenerek düşünülmüştür ve bu dört özsu aynı zamanda yaş dönemlerine ve mevsimlere de denk düşmektedir. Bu düşünceye göre insanda çeşitli elementlere benzeyen dört özsu vardır, her biri yılın bir mevsiminde çoğalır, her biri yaşamın bir döneminde baskınlaşır. Kan havaya benzer, ilkbaharda artar ve çocuklukta baskındır. Kara safra yahut melankoli toprağa benzer, sonbaharda çoğalır ve olgunlukta baskındır. Sarı safra, ateşe benzer, yazın çoğalır ve gençlikte baskındır. Salgı, suya benzer kışın çoğalır ve yaşlılıkta baskındır. Eğer bunlar bedende çok fazla yahut çok düşük miktarlarda değilse insanın bütün güçleri tam demektir. Yani, sağlık dört suyun dengesiyle tanımlanırken, hastalık sulardan birinin baskın çıkmasından kaynaklanır.

Ahlat-ı erbaa (Dört sıvı)

İslam tıbbında; ateş, hava, toprak, ve suya anasır-ı erbaa, bu dört elementin insan bedenindeki karşılığı olarak kabul edilen dört sıvıya da ahlat-ı erbaa (dört hılt) denilmiştir. Ateş-sarı safra-kuru ve sıcak, Hava-kan-nemli ve sıcak, Toprak-sevda(kara safra)-kuru ve soğuk, Su–balgam - nemli ve soğuk şeklinde bir tanımlama ve sınıflandırma yapılmıştır.

İbn Sina bu dört hılt'ın (sarı safra, kan, sevda, balgam) her insanda özel ve benzersiz bir şekilde karıştığını, kişiye özel bir denge oluşturduğunu söyler ve kişiye özel ortaya çıkan ruhsal, bedensel, zihinsel özelliklerin bütününe mizaç der. İbn Sina bu çerçevede 'ahlat-ı erbaa'da dört temel mizaçtan bahseder: Safravi, demevi, sevdavi, balgami. Bu mizaç tiplerinden tarih boyunca en çok bahsedilen ve ilgi çeken şüphesiz ki, sevdavi mizaç olmuştur. İbn Sina'nın "Melankolinin Teşhisi ve Tedavisi" başlıklı makalesinde bu mizaç türünü melankoliyle ilişkilendirilir. Büyük âlime göre düşünce ve zanlar tabiî mecrasından saparak korku ve çaresizliğe dönüşür ve buna 'malenkolia' denir. Sevdavi mizaç kişiye egemen olup beyindeki hayat merkezini içerden sarmayı başararak karanlık etkisiyle onu korkuya sevk eder, yalnızlık ve endişe kaynağı oluşturur. Beyni mesken tutan sevda, ağırlıklı olarak kalpten neşet eder ve tedavisinde hem kalp hem beyin dikkate alınmalıdır. Eğer sevdavi mizaç bedenin bütününü istila ederse bu madde bütün bedene yayılır ve verem riskini arttırır.

Peltekler, keskin zekalı olup çabuk konuşanlar, yüzü kızıla çalan aceleciler, kıllı esmerler, damarları dışarı fırlamış olanlar, kalın dudaklılar İbn Sina'ya göre melankoliye yatkındırlar. Zira bu nitelikler kalpteki hararetin ve beyindeki nemin bir göstergesidir. Melankolinin kışın azaldığı, yazın ve sonbaharda çoğaldığı gözlemlenmiştir. Çünkü bu mevsimlerde bedenin salgı ve karışımları kana daha fazla pompalanır ve kan dolaşımındaki bu hız ve heyecan sevda hıltını körükler.

İbn Sina melankolinin tedavisi için şöyle bir yol haritası çizer: "Her halükârda hasta sevindirilmeli, eğlencelere katılmalı, mutedil iklimin hâkim olduğu yerlerde yaşamalı, kaldığı meskeni sık sık havalandırmalı, yattığı yer ve çevresine güzel kokular sürülmelidir. Gezerken, otururken daima kaliteli hoş kokular kullanmalı, iyi malzemeden yapılmış lezzetli ve hafif yemekler yemeli, yaş-taze meyve usaresi emmeli, mizacına uygun besinlerle bedenini güçlendirmeli, yemekten önce kısa bir hamam sefası yapmalı, başına ılık su dökmelidir. Hasta, aşırı terlemekten, baklagiller familyasından, kuru etten, mercimekten, lahanadan, aşırı tuzlu, asitli, acı, ekşi yiyecek ve içeceklerden kaçınmalıdır. Zaman zaman tatlı ve kaymak yemelidir."

Melankoli gerçeğe karşı bir tepkidir

Her çağda varlığını sürdüren melankoli kavramı, her dönemde çeşitli yan anlamlar kazanmıştır. Antik Çağ'da tıp alanında Hipokrat'ın da etkisiyle hastalık yönü ele alınarak incelenmiş; Theophrast/Aristoteles'in yazılarıyla birlikte entelektüellik ve sanatçılıkla ilişkili olarak ele alınmış; Orta Çağ'da bu olumlu yaklaşımlardan uzaklaşarak 'ölümcül yedi günahtan' biri olarak kabul edilip tembellikle ilişkilendirilmiş; Rönesans ve Aydınlanma Çağı'na bakıldığında melankoli, insanı merkeze alan hümanizm ile ön plana çıkmış, delilikle ilişkilendirilmiş ve psikolojik bir boyut kazanmıştır. Antik Çağ'dan günümüze devam eden süreçte yaşanan dünya savaşları, soykırımlar, kitlesel göçler, işkenceler, toplumsal travmalar sonucu yaşadığımız korku, öfke, güvensizlik hali ve bu kayıplardan doğmuştur melankoli.

İnsan kaybetmek için dünyadadır. Düşünsenize, dünyada sevdiğiniz kim varsa onları kaybetmek için buradasınız, hepsinin ölümü (kaybı) kesin, istisna yok. Ve bunlara rağmen yaşamaya, ait olmaya, dengede kalmaya çalışıyorsunuz. Melankoli biraz da tarih boyunca bu gerçeğe karşı ruhumuzun ve bedenimizin verdiği bilinçli ya da bilinçsiz bir tepki halidir. Akıldan çıkarmamak gerekir, modern dünyanın bütün karalamalarına rağmen melankoli, yaşadığımız ve yaşayacağımız kayıplara karşı bizlere sunulmuş bir hazinedir.

BİZE ULAŞIN