H.Sena Kural: Melankoli depresyonun daha ağır halidir

Melankoli depresyonun daha ağır halidir
Giriş Tarihi: 9.2.2017 15:46 Son Güncelleme: 9.2.2017 16:04
H.Sena Kural SAYI:32Şubat 2017
Melankoli tabiri milattan önce 8’inci yüzyılda Antik Yunan’da ortaya çıkar. O dönemlerden itibaren böyle bir rahatsızlığı tespit etmişlerdir. O tespit nedenini açıklarken safranın vücuda karışması gibi açıklamışlardır. Ve melankoli adını vermişlerdir. Melankoli aslında ilk çağdan bugüne kadar depresyonun bilinen diğer adıdır.

Mesleğinde 40'ıncı yılını tamamlayan psikiyatrist Arif Verimli ile 'melankoli'nin Antik Yunan'a dayanan tarihi, anlamı ve bir hastalık olarak tanımı üzerine konuştuk. Stres içinde geçirdiğimiz şu günlerde fert olarak neler yapmamız gerektiğine dair düşüncelerini de aldığımız Verimli, melankoliyi, 'bir hastalık olarak' tanımlıyor diyor.

Hocam, melankoli bir hastalık mıdır? Nasıl anlaşılır, nasıl tedavi edilir?

Diyelim ki siz, şizofreni ile ilgili bir bilimsel çalışma yapıyorsunuz ve o çalışmayı uluslararası bir kongrede sunacaksınız. Peki, incelediğiniz bu olgunun sınırlarını, dinamiklerini, örneklerini vs. neye göre belirleyeceksiniz? Amerikan Psikiyatri Birliği tarafından yazılan DSM-5 diye bir kitap ve bu kitaptan yola çıkarak oluşturulmuş bir kavram var. Burada ruhsal hastalıkların kodlanmasına, sınıflandırılmasına ve ruhsal hastalıklara tanı konmasına dair birtakım kriterler belirlenmiş uzmanlarca. Bu kitap, dünyanın her yerinde ortak dili konuşabilmek için oluşturulmuş bir sistem aslında. Siz şizofreni üzerine yaptığınız çalışmada, 'hastalarımı DSM-5 sistemine göre seçtim' derseniz, şu şu kriterlere göre hastalarımı seçtim demiş olursunuz. Bu sistem içerisinde özellikle bir alan var. Bu alan İngilizce tabiriyle söylenecek olursa 'mood' başlığı altında incelenir. Bu mood tabirinin Türkçe karşılığına meslektaşlarım 'duygulanım' deseler de bu kavram onu tarif etmeye yetmemektedir. Aslına bakarsanız eski dilde kullanılan 'haletiruhiye' tabiri tam olarak karşılıyor moodu. İlk olarak mood meselesini bir tanımlayalım, oradan melankoliye geçelim. Öncelikle mood meselesi, bir kişide belirli aralıklarla, örneğin üç sene, beş sene, yılda bir, iki ayda bir gibi farklı sürelere bağlı olarak değişir. Bu tekrarlayan bir rahatsızlık halidir ve özel bir durumdur. Bunun içerisinde olanlardan bir tanesi, manik epizoddur. Manik epizodda kişinin enerjisi fazladır, hareketlidir, öfkelidir, sinirlidir, şakacıdır, çok konuşur, uyku ihtiyacı yoktur. Böyle bir kişiyle karşılaştığınızda onun, rahatsızlık içinde olduğunu çok rahat anlayabilirsiniz. Aradan üç ay geçtikten sonra aynı kişi durgunlaşır, içine kapanır, sessizleşir, işe gitmez, kendini değersiz hisseder, dünyanın başına gelmiş felaketlerden kendisini sorumlu tutar. Bir başka hecme daha yaşar. Yani bir paranın iki yüzü gibi. Aynı kişinin kendini değersiz, çökmüş, enerjisiz hissettiği; sürekli yataktan çıkmadığı, hiçbir işi yapamadığı zamanlara biz tıbbi anlamda 'depresif hecmeler' adını veriyoruz. Biraz önce anlattığım 'manik hecme', depresif hecmelerin tam tersidir. Biri aşırı hareketli diğeri ise aşırı içine kapanık ve durgundur. İşte buna 'iki uçlu hastalık' denir. Bu iki uçlu hastalığın depresif formu, içine kapanık, çökkün formunun daha derin, daha ilerlemiş kısmına da 'melankoli' denir. Hastalığın bir formudur melankoli.

Hüzünle melankoli arasında bir fark var mıdır?

Hüzünle depresyon aynı şeyler değildir. Çok farklıdır. Bu günlük hayatta da çok fazla karıştırılır. Hüzün, herhangi bir sebeple kişinin üzülme halidir diyebiliriz. Hüzün gelip geçici de olabilir, uzayabilir de, karmaşıklaşabilir de. Örnek olarak söyleyeyim, hamile bir kadın bebek doğurdu. Bunun arkasından gelen bir hüzün devri vardır. Depresyonun daha da ilerlemiş hali olan melankoliyle akraba bile değildir. Melankoli depresyonun en ağır halidir esasen. Biraz daha ilerisi 'piskotik depresyon'a kadar gider melankolinin.

Ama hocam melankolinin deha ile de yakından bir bağı var.

Evet var. Sizin melankoli dediğiniz hal, bizim 'iki uçlu bipolar hastalık', eskilerin 'psikoz manik depresif' dedikleri şey. Bu, 1980'den önceki ismidir. 1980'den sonra isimler değişti. DSM sınıflaması gündeme geldi, buna 'aklektif bozukluklar' denildi, sonradan da bipolar bozukluklara döndü. Aynı şeylerin isimleri değişti özetle. Bugünkü modern dünyada 'bipolarite', 'bipolar iki uçlu hastalıklar' olarak değerlendiriliyor. Uçlardan biri manik epizotlar, bir tanesi de depresif hecmeler. Depresif hecmelerin ağır haline melankoli denir. Bizim yaptığımız bir çalışma var. Ben bunu bir asistanıma tez olarak vermiştim. Özellikle yaratıcı sanatlar için yapılan bir araştırma bu. Şarkıcılık, türkücülük gibi kavramları sanatçılık olarak kabul etmiyoruz. Zaten o, sanat da değil bize göre. Yaratıcı sanatçılık; heykeltıraşlık, ressamlık, romancılık gibi sanatları icra edenleri kapsıyor. Bu sanatçılar içerisinde bipolar hastalık eğilimi var mı gibi bir düşünce gelişti bir zamanlar bende ve bir asistanıma bu araştırmayı yaptırdım. Asistanım sanatçıları buldu ve onlarla görüştü. Aile öykülerini aldı ve bu kişilerin büyükçe bir kısmında, bir aile öyküsü olanların yüzde 60'a yakınında, bipolarite tespit etti.

Bir makale olarak yayınlandı mı peki, ulaşabilir miyiz buna?

Makale olarak yayınlandı ama nerede yayınlandığını bilmiyorum. Melankolik kelimesi, Sezen Aksu'nun bir şarkısında da kullanılır. Burada asıl bağlamının dışında romantize ederek kullanır Aksu melankoliyi. Melankoli aslında bir hastalık biçimidir, bipoların depresyonudur.

Attila İlhan ortaokul yıllarında bir siyasi soruşturmaya maruz kalıyor. Babası, Attila İlhan'ı hapisten kurtarabilmek için bir doktor arkadaşından melankoli raporu alıyor. Attila ilhan böylece hapse girmekten kurtuluyor. Sanatçıların arasında böyle yoğun bir melankoli hali var gibi.

Zaman zaman insanlar böyle melankoliye girebilir. İnsanların hayatları boyunca bir depresyona girebilme ihtimali yüzde 20'dir.

Enteresan… Sanki hep daha fazlaymış gibi hissederiz oysa…

Yüzde 20 az bir oran değil. Şu var ki, günlük hayatın getirdiği olaylar sonucu ortaya çıkan üzüntüler yani hüzün tablosuyla depresyonu birbirine karıştırmamamız gerekiyor. Onun da kriterleri var çünkü. İnsanların günlük hayatın getirdiği zorluklara bağlı neşesiz hallerini depresyon olarak değerlendirdiklerine sıkça şahit oluyoruz. Oysa o bizim anladığımız anlamda depresyon değildir bu hal.

Kolektif bir melankoliden bahsedebilir miyiz hocam? Yani bir yerde bir bomba patlıyor ve hepimiz aynı anda üzülüyoruz. Hep beraber aynı tepkileri göstermeye başlıyoruz.

Bu bir melankoli değil. Yani bu şekilde kolektif bir üzüntü hali yaşanabilir toplumsal anlamda. Örneğin en son terör saldırısında toplumun düştüğü psikolojik durumu buna örnek olarak verebiliriz. Herkes neşesizdi, herkes düşünceliydi, üzüntülüydü. Ama bu bir melankolik tablo değil, bir 'akut stres' tablosudur.

'Akut stres' denildiğinde tam olarak ne anlamalıyız?

Stres insanın omuzlarına normalin ötesinde duygusal yük bindiren yaşam değişiklikleridir. Bu yaklaşık 66 tür hayat olayını kapsar. Hatta bunun bir listesi var. Mesela, bu liste içerisinde, evliliklerin ayrılmayla sonuçlanması bir stres tablosudur. Anne ölümü, baba ölümü, çocuk ölümü, çocuğun hastalanması, iş değişiklikleri, göçler, çalışmak için yer değiştirme gibi olaylar bir yaşam değişikliğidir ve insan üzerinde stres oluştururlar. Akut stres tablosu başka bir şey, o toplumsal anlamda yaşandığı zamandır ve bu kolektif bir şekilde olur.

Bu sizin daha önceki konuşmalarınızda söylediğiniz: "Hayat bize sunulan acılarla ne kadar baş edebileceğimizi de ölçer" sözüyle de bağlantılı sanırım.

Evet, tam olarak o.

Kendimizi sevmezsek yaşayamayacağımızdan, mutlu olamayacağımızdan bahseden gazetecilerin ve yazarların kurduğu bir üst dil var. Son dönemde herkes kendimizi çok sevmemiz gerektiğinden bahsediyor. Bu konudaki yorumunuzu merak ediyoruz.

O, romantize edilmiş ve sanatsal bir ifade biçimi. Aslı o değil. Aslı, özgüven duygusudur.

Biz o zaman kendimizi sevmekle özgüveni birbirine karıştırıyoruz diyebilir miyiz?

Özgüven duygusu çok artarsa narsizm gelişmeye başlar. Onun daha da yukarısı, 'Ben Allah'ım, ben peygamberim' söylemlerine kadar gidebilen bir hastalık boyutudur. Bu da manik hecmedir. Bu melankolinin tam tersi bir tablodur. İkisi de aynı kişide yaşanabilir. Bir sene depresyon, bir sene manik olabilir bir kişi. Bu özel türde bir hastalıktır.

Hocam peki, melankolik olduğumuzu veya melankolik birini nasıl tespit edebiliriz?

Gerçek melankoli ile romantize edilmiş 'gündelik melankoli' aynı anlamda kullanılmamaktadır. Hüzünlü bir hali, melankoli olarak tarif eder insanlar. Bu da profesyonellerin sanıldığı kadar bilgisi olmamasından kaynaklanır. Bunu zihninizde şu şekilde bir tablo çizerek anlayabilirsiniz: Örneğin düz bir haleti ruhiye çizgisi düşünün. Çizginin üst tarafına doğru yükselen bir 'enerji artışı parabolü', alt tarafında da melankolik çöküş parabolü olsun. Bir dönem geldi, bir yükselme tablosu kendini gösterdi. Aradan bir sene sonra da çöküntü tablosu kendini gösterdi. İşte buna bipolar bozukluk denir. Şimdi biz buna hastalık da diyebiliriz ama hastalıkla bozukluk arasında tanımlama farkı var. Hastalık dediğiniz zaman kelime, kullanımı bakımından bir başka boyuta geçiyor. Buna bilim felsefesi bakımından bozukluk diyoruz. Melankoli, depresyonun daha da ağırıdır.

Yani melankoli, depresyonun ulaşabileceği en uç nokta mıdır?

En uç noktanın bir altı. En uç nokta psikozdur.

Yıllarca 'dehanın üretici gücü' olarak bilmişiz hep melankoliyi.

İşte bu romantizm. Romantize edilmiş kullanımı bu…

Mesela melankoliyi işleyen resimlerde ayna figürü çok belirgindir. Örneğin; Albretch Durer, Salvador Dali gibi isimlerde… Bunun hakkında neler söylemek istersiniz?

Şimdi nasıl yaratıcı sanatlarda bipolaritenin genetik yük olarak çok fazla olduğunu söylediysem, Salvador Dali'de de o genetik yük oldukça belirgindir. Edward Hume var mesela. O apaçık bir bipolardır. Mesela bende bir kitap var, Viyana'daki müzeden satın almıştım. Psikiyatrik hastaların yaptığı resimler ve bir de psikiyatrik hasta olan ressamlar. Ressamların büyükçe bir kısmı psikiyatrik hastadır.

Bunu kabul etmezler ama değil mi?

Etmezler tabii ki ama biz de söylemeyiz ki.

Ayna soruma geri dönersek... Selfie çekmek ayna ile melankoli arasındaki ilişkinin günümüzde güncellenmiş hali midir?

Şimdi melankoli ile ayna arasında pek bir ilişki yok. Narsizm ile ilişkisi var. Narsistik kişi çoğu zaman aynaya bakar ve kendisini beğenir. Ama bu çok enderdir, çok rastlanan bir şey değildir. Ben bu sene 40'ıncı yılımı dolduruyorum meslekte. Bu tarif ettiğim tablodan sadece bir kere falan gördüm. Selfie çekmekle arasında çok ciddi bir soyut fark var. O teşhircilik denen hadiseyle kendini gösterebilir. Bu da 'eksibisyonizm'.

Eksibisyonizm nedir?

Eksibisyonizm kendisini teşhir etmekten hoşlanan kişiler için kullanılır.

Bu bir hastalık değil herhalde?

Hastalık sayılabilir.

Ne gibi bir altyapısı var, sonrası nereye varıyor bu teşhircilik durumunun?

Güzel bir soru bu ve içinde çok derin anlamlar barındırıyor. İçinde ağır bir hastalık olanları var, belli bir sınırı aşanlar var ama sınırı aşmayanları da var, hafif bir özellik olarak taşıyanları var. Hepsi derece derece özetle. Örneğin bir öykü vardır. Ada vapurunun Üsküdar'dan her geçişi sırasında vapur, sağ tarafa doğru yatar. Bu her geçişte yaşanır. Ne oluyor diye merak eder herkes. Kaptan bir bakar bütün yolcular sağ tarafa gelmiş. Sol tarafta hiç kimse yok. Meğerse sağ taraftaki yalılardan birinde soyunmuş vücudunu gösteren bir kadın vardır. Bu çok meşhur bir öyküdür.

Melankolinin bir yaş sınırı var mıdır? Görülme sıklığı nedir?

Herhangi bir yaş sınırı yok. Görülme sıklığı bakımından daha çok orta ve ileri yaş gruplarında yoğunlaşır. 20-45 yaş aralığına kadar gidebilen bir vakıadır. 80'e doğru da çıkabilir.

Eğitim durumuyla bir bağlantısı var mıdır peki?

Eğitim durumuyla pek bir bağlantısı yok. Bu biyolojik ve genetik bir olaydır. Ailenizde varsa size de yansır.

Tedavisi ilaçla mı olmalıdır?

Kesinlikle, başka hiçbir tedavisi yoktur. Melankolinin kelime anlamı kara safra demektir. Bu tabir milattan önce 8'inci yüzyılda Antik Yunan'da ortaya çıkar. O dönemlerden itibaren böyle bir rahatsızlığı tespit etmişlerdir. Bu tespitin nedenini, safranın vücuda karışması olarak açıklamışlar ve adına melankoli demişlerdir. Melankoli aslında ilk çağdan bugüne kadar depresyonun bilinen diğer adıdır.

Bugünlerde toplumsal travma yaşadığımızı söyleyebiliriz. Her yerde patlayan bombalar, yaşanan birtakım olaylar... Fert olarak bununla nasıl mücadele edebiliriz?

İsterseniz biraz daha somut konuşalım. Türkiye bir 15 Temmuz yaşadı. Bu sarsıcı bir travmadır. Kimse bunu inkâr edemez. Arkasından gelen terör olayları tam bir travmadır. Bütün bunlar üst üste gelince, toplumsal streste de doğal olarak bir artış görülür. Stres, 'stressed' diye kullanılır. 'Zorlanma ve yüklenme' olarak çevirebiliriz Türkçeye. Türk halkının zorlandığı ve yüklendiği günler oldu. Son günlerde de bu yüklenmeyi devam ettirecek durumlarla karşı karşıya kalıyoruz. Bundan dolayı toplum düşünceli, neşesi kaçık ve daha hesaplı yaşıyor. Başına gelebilecek felaketlerden kaygılanıyor ve endişeleniyor. Ben şöyle değerlendiriyorum hadiseyi, ferdî anlamda teker teker mücadele etmek pek mümkün değil bu işle. Sadece aklınızı kullanın demek geliyor içimden, sadece aklınızı kullanın. Örnek olarak söyleyeyim; İsrail haksızdır ya da haklıdır, o ayrı mesele ama İsrail kurulduğu tarih olan 1945'ten beri bizim yaşadıklarımızı yaşıyor halk olarak. Altı buçuk milyon Yahudi her Allah'ın günü bomba patladı, her Allah'ın günü saldırıya uğradım diye düşünüyor. Dolayısıyla biz, bir İsrailli gibi yaşamak zorundayız. Alışmak bir kenara bu olayın içinde olacaksın, günlük yaşamında bir değişiklik yapmayacaksın. Günlük yaşamında yapacağın planlamaları akılcı olarak yapacak ve önlemini alacaksın. Kaçmak, uzaklaşmak kesinlikle çare değil.

Çevremizden duyduklarımıza göre bazı insanlar toplu taşımaya binmiyorlar, evden çıkmak istemiyorlar…

İşte bu günlük yaşantımızın etkilenmesi anlamına gelir ki, bu çok yanlıştır. Mesela otobüse sırt çantasıyla binen ve şüpheli hareketleri olan biri olursa hemen ihbar edeceksin. Artık ihbar mekanizması mutlaka işlemek ve çalışmak zorunda. Ayıp olur meselesini bırakacağız bir tarafa. Ayıp olur derken canımızdan oluyoruz.

Uzun süredir Müge Anlı ile program yapıyorsunuz. Burada yaşadıklarınız size ne gibi tecrübeler kazandırdı?

Müge Anlı'yla beraber başladık programa. Bu sene 10'uncu yılımızı dolduruyoruz. Ama itiraf etmeliyim ki Müge Anlı'nın programında yaşanan olaylara ben hiç şaşırmıyorum. Zaten günlük hayatta yaşıyordum ben onları. Örneğin, ben onunla birlikte çalışmadan önce 10 yıl adli heyetin başkanlığını yaptım görevli olduğum hastanede. Daha çok örnekleri vardı bu gördüklerimin. Meslek ahlakı gereği bunlar konuşulmaz, yazılmaz. Olaylar orada görünür hale geldi sadece. Bu programın çok büyük önemi var. Bu olaylar olduğu zaman halka nasıl önlem alması gerektiğini anlatabilmek ve halkı bu konularda düşündürebilmek için çabalıyoruz.

Bakın, bunlar da varmış diyoruz hepimiz.

Evet, bunlar zaten vardı. Olanı göstermek, bir de böyle olayların olmaması için halkı eğitmek lazım. Bunun temel sebeplerden bir tanesi, Türkiye'de halkın bu konularda eğitimsiz olması. Benim yapmam gereken şey, medyayla halk eğitimini yapmak. Bu programdaki mantık da bu.

Vakit ayırdığınız için çok teşekkür ederiz.

ARİF VERİMLİ KİMDİR?

1 Haziran 1954 yılında Antalya'da dünyaya gelen Arif Verimli ilk, orta ve lise eğitimini bu şehirde tamamladıktan sonra 1977 yılında Bursa Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi'nden mezun oldu. Mezuniyetin ardından yüksek ihtisasını psikiyatri alanında yapan Verimli, 1982 senesinde bu alanda uzman oldu. 1983 yılında zorunlu hizmet ataması ile Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesine Başasistan olarak atanan Verimli, o günden bugüne kadar Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi'nin modernizasyonu ve bilimsel düzeyinin arttırılmasında büyük bir emek sarf etti. Emekli olan Arif Verimli, 2005-2011 yılları arasında Yeditepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı Öğretim üyesi olarak görev aldı. Şimdilerde kendi muayenehanesinde serbest hekimlik yapmakta ve Müge Anlı'nın ATV ekranlarında sunmuş olduğu Tatlı Sert programında psikiyatrist olarak yer almaktadır.

BİZE ULAŞIN