Güven Adıgüzel: Dünyanın zehrine karşı bir sığınak: Melankoli Ülkesi

Dünyanın zehrine karşı bir sığınak: Melankoli Ülkesi
Giriş Tarihi: 9.02.2017 16:20 Son Güncelleme: 15.02.2017 15:53
Güven Adıgüzel SAYI:32Şubat 2017
Melankoli ülkesinde ikamet edenlerin iniltileri, yalnızlıkları ve dünyaya karşı mesafeleri, kaybedilen bir şeye karşı duyulan aşırı üzgün olma hali değildir. Ölüm varsa hayat teferruattır ama yine de hayatı/varoluşu savunmaktır melankoli. Kanlı kozalarını sırtlarına alıp kendi içlerine doğru yürür melankolikler.

"Güzelliğin hangi çeşidi olursa olsun,
onun gelişmesi hassas ruhu gözyaşlarına boğar.
Bu yüzden melankoli;
bütün şiirsel tonların en yasal olanıdır."
Edgar Allan Poe

Soruların ve tanımların dünyasında, cevapların ve bizi her durumda şık gösteren o netlik ayarının da bir 'anlamı' olması gerekiyordu, zihinlerimizin ve kalplerimizin uçları gitgide sivriliyor hâlbuki. Anlam, odağından uzaklaşıyor. İçine düştüğümüz gayya kuyusundan Yusuf olarak yeniden doğmanın mümkünatı, aldığımız cevapların içinde değil. Sorular ve tanımlar tam karşımızda duruyor, biz yaşamak tortusunu köpürtmekle uğraşıyoruz, bu uzunca bir süredir ayniyle böyle. Ama muradımız aşkın ve hiç durmaksızın duymaya çalışıyoruz. "İnsan dünyanın anlamına talip olan bir canlı türüdür" derdi eski Mısır'daki filozoflar. Varoluşsal meseleler, o büyük yemeğin üstündeki bir çeşni gibi uyumsuzluk iştahını beslemekle meşgul oysa. Şimdi bir ateşin başında sessizce oturup 'Dersu Uzala' gibi tehlikeli bir türkü tutturmak içimizi ısıtır mı derseniz eğer, pek sanmam. Ateşin başında dünyadan muaf olmadığımız sürece yıkıcı çıplaklık peşimizi asla bırakmayacaktır. 'Bay K' gibi oradan oraya sürüklenip, "İnsan iradi bir kaostur" diye bağırmanın hükmüne tabiyizdir belki de. Kendi ayak izinin peşinde bir ömrü tüketmenin yahut... Kabul, Körfez Savaşı'nı televizyonlardan canlı olarak seyrettiğimizden beri hepimiz biraz İzlandalıyız. Biraz daha İzlanda… Puslu, sisli ve kapalı. Gölgelenmiş bir ufuk çizgisine bakıp dururken gördüğümüz şu; dünya kendi en yükseğinden itilmiş gibi sanki. Aliya İzzetbegoviç'in tasvir ettiği 'o pırıl pırıl mayıs güneşi'ne inanmanın çiçeği yine de. Ve biraz daha İzlanda…

Israrla kendi kıyametini çağıran bu dünyanın esaslı muhaliflerinden olan Tarkovski'nin, sanatın insanı ölüme hazırlamak üzere var olduğunu söylemesini göz ardı edemeyiz. Bu da yerine göre bir mayıs güneşidir. Ve işaret fişeği değil, uzun menzilli sarsıcı bir dinamittir. Sanat yoluyla amaçlanan eylemlerin tamamının ölüm duygusunun içinden geçerek bir bütüne ulaşabileceği savı, sanatın anlam evreninde oldukça insani bir yere oturur. Tarkovski, idam mahkûmunun acılarını hafifletmek için söylemez elbette bunları. Bu bir anlama biçimidir. Ölümün olduğu yerde her şeyin daha en baştan 'eksik' sayılması gibi. Sanat bu eksikliğe doğru yapar hamlesini. Ruhun derin acısı 'cennetten kovulmuş' olmaktır. Ölüm varken, hiçbir şeyin bu kadar 'ciddi' olmaya hakkı yoktur. Melankolikler de dünyayı böyle okurlar. Dünya insana hiç durmadan saldırır çünkü. Melankoli ülkesinde ikamet edenler gayet iyi bilirler ki; huzursuzluğun, ölüm duygusuyla yüzleşmenin ve ruhu çepeçevre saran derin acının bir 'anlamı' vardır. Acı, insanı/ruhu yükseltme sanatıdır. Schopenhauer şöyle der; "İnsan hayatı sonsuz bir isteme, tatmin olma, can sıkıntısı ve sonra yeniden isteme döngüsünden başka nedir ki? Bu döngü belki bütün canlı türleri için geçerlidir ama insanlar için daha da kötüdür. Çünkü zekâ arttıkça acının yoğunluğu da artmaktadır."

Melankolinin kökeni

Melankoli kavramının içerdiği anlamlar üzerine yüzyıllar boyunca birçok farklı disiplin tarafından ortaya atılan çeşitli görüşlerle birlikte, hatırı sayılır derecede yorum, tanımlama ve çalışmanın da mevcut olması, melankolinin kökenleri hakkındaki 'döngüye' büyük bir zenginlik kazandırmıştır. Tarih boyunca her defasında yeniden çizilen melankoli resminin 'netlik ayarı' disiplinlerin pencerelerine, en doğal haliyle, çağın dili ve zamanın ruhuna uygun şekilde yansımıştır. Söz gelimi Antik Yunan'da 'deha-hastalık' iken, Ortaçağ'da 'günah-miskinlik', Rönesans'ta 'yücelik-olağanüstülük', Romantik Dönem'de 'başkaldırı' ve şimdilerde 'boşluk ve uyumsuzluk'tur. Melankolinin 2500 yıllık tarihsel yolculuğunun ardından sarahaten günümüze ulaşmış olan bu ruhu, Aristo'nun; "İster felsefede yahut politikada ister şiir yahut sanatta olsun, olağanüstü kişilerin hepsi melankoliktir" sözüyle başka bir anlam kazanıyor elbette. Yaratıcı dehanın sınırları melankolik şahsiyetlerin dünyasında yeniden çizilerek çok boyutlu soyut bir evrene dönüşmüştür. Ruhun ıstırabının ve şiddetli bir taarruzla gelen 'kapanma'nın sonucu olarak ortaya çıkan ifade biçimlerinin 'olağanüstülük' parantezinde değerlendirilmesi, melankolinin insan ruhunda estirdiği fırtınalarla bir bütünlük arz eder. Kopan fırtınaların bir süreliğine dinmesinin kefaleti sanatsal yaratım ve yüksek ruhtur. Melankoli demini yaratıcı dehayla gösterir.

Melankoliklerin, uyum sorunu yaşadıkları dünyanın albenili şenliğine dâhil olmayı reddederek sanat ve hissiyat yoluyla nefes almalarını sağlayacak 'başka bir dünya' inşa etmeleri, içten içe ruhlarını kaplayan dünya ağrısına bir ilaç bulma çabasıdır aslında. Çaba anlamlıdır çünkü dış dünya yaralayıcıdır. Salinger'e göre; "Dışarısı cehennemdir" mesela. Melankoli, içe dönük bir acı ve sessiz bir iniltidir. Acı çekmenin asaletidir. Yalnızlığa övgü değil, kanlı bir kozadır. Kierkegaard'ın; "en yüksek yaşam formu" olarak kodladığı acı, melankolinin savunma sanatları arasındadır. Acının içinden doğan haz, melankolinin ruhuna dâhildir
.
John Milton'a göre melankoli; "Şiirsel ve düşsel esrimenin ve derin tefekkürün koruyucu tanrıçasıdır." Bu bakımdan felaketi değil de, içe dönük erdemli bir yalnızlığı çağrıştırması anlamlıdır. Melankoliye tedaviye muhtaç bir hastalık değil, bir duygu durumu, ruh hali ve kişilik özelliği olarak bakan birçok filozof-düşünür mevcut. Melankolinin hüzün ve depresyonla eş değer olarak görülmesi tepkisel dışa-vurum ve kendine dönüş benzerliği sebebiyledir. Oysa hüzün 'üzüntü'nün, depresyon ise tıbbın/hastalığın konusudur. Depresyon psikiyatrik bir rahatsızlıktır, semptomları belli ve tedavisi mümkündür. Melankoli, tartışmaya açık olmakla birlikte, daha çok felsefenin ilgi alanına girer. Derinden bir duyuş, varoluşsal bir acı ve uzunca bir duyarlılık biçimidir aslında. Depresyon hırkası ile melankoli hırkası birbirlerine pek benzemezler bu yüzden. Depresyon hırkası yıkıcı bir çaresizlikten örülmüştür, melankoli hırkası ise iradi duyarlılıktan yapılma daha 'derviş meşrep' bir kumaşın ürünüdür. Depresyon duygu kırılmasıdır, melankoli ise hissi bir mesafedir dünyaya karşı.

Melankoli ülkesi

Sabahattin Ali şiiri olduğunu bilmek kaydıyla, o Nükhet Duru şarkısının içindeki mesele de melankolidir mutlaka. Okuduğumuz kitaplar, yaşadığımız şiirler, izlediğimiz filmler ve dinlediğimiz şarkıların neredeyse tamamının üretim safhasının 'kırgınlık ve dünyayla mesafe' gibi iki başat unsurla ilgili olduğunu söylemekte bir sakınca yok. Melankoli ülkesinin sakinleri birbirlerini tanırlar. Uzaktan akrabalığı aşar hatta bu.

Hipokrat'tan İbn-i Sina'ya, Freud'dan Parker'e kadar uzanan tıp tarihinde melankoliyi bir 'hastalık' çeşidi olarak okuyan birçok hekim olsa da, tartışmaya açık bir konu formunda kalarak 2500 yıllık varlığıyla 'gizemini' post-modern dönemlere taşımayı başarmıştır. Freud "Yas ve Melankoli" makalesinde şunları söyler; "Yas kaybedilen kişinin yerine konan soyut bir kavramın yitirilişine verilen tepkidir. Yasta, dünya yoksul ve boş bir hal alır, melankolide ise yoksullaşan ve boş hale gelen 'ben'in kendisidir. Hasta, kendi 'ben'ini bize değersiz, beceriksiz olarak sunar, kendini eleştirir, aşağılar, kovulmayı ve cezalandırılmayı bekler." Melankolinin, safra kesesinin salgıladığı suyun kuruması sonucunda oluşan bir zehrin, vücudun diğer organlara saçılmasıyla ortaya çıkan kaygı, karamsarlık, bunaltı özelliklerine sahip bir hastalık olduğu da düşünülmüş, Satürn gezegeninin yaydığı auranın etkisinde kalarak değişen bir ruh hali olduğu da. Melankoli ülkesinde ikamet edenlerin iniltileri, yalnızlıkları ve dünyaya karşı mesafeleri, kaybedilen bir şeye karşı duyulan aşırı üzgün olma hali değildir. Ölüm varsa hayat teferruattır ama yine de hayatı/varoluşu savunmaktır melankoli. Kanlı kozalarını sırtlarına alıp kendi içlerine doğru yürür melankolikler. Shakespeare Hamlet'te son sözü söyler; "Kendi çölüne yollandığında, kim kurtulabilir kırbaçlanmaktan?"

BİZE ULAŞIN