Peygamber Efendimiz dışında kimse erkek değildir
Süheyb Öğüt: Öncelikle, erkek ve kadının birer pozisyon olduğuna inanıyorum. Sadece farklı biyolojik özelliklerin isimleri olduklarını düşünmüyorum. Diyebilirsiniz ki biyolojik kimlikle hiç alakası yok mu? Var. Ama erkekten ve kadından bahsettiğimiz zaman biyolojik kimlikleri aşan bir unsurdan bahsediyoruz. Dolayısıyla, ben erkek/lik ve onun ifâsı deyince efendilikle özdeş bir pozisyonun müdafaasını ve muhafazasını yapmaya çalışan ve bu pozisyonun icabı kuralları uygulamaya çalışan kişiyi anlıyorum. Bu yüzden erkeklik bugün özellikle 'sadece' erkeğin meselesi değil, o pozisyonu işgal eden herkesin meselesi haline geldi.
Şöyle ki; erkek dediğimiz zaman, en azından ilk aklımıza geleni konuşursak nedir, yasa koyandır değil mi? Yasa koyar, hüküm koyar, çocuklara der ki bu saatte eve gireceksin, bu saatte çıkacaksın, ders çalışacaksın, şu işe gideceksin, hanımına der ki bu yemek yapılacak. Buyurgan, sürekli emir veren, kontrol eden bir figürdür erkek ataerkil kültürlerde. Psikanalizde de genel olarak bu şekilde adlandırılıyor. Yani bizler, doğruluğun ve yanlışlığın mercii olan, norm, hüküm, yasa koyan bu figüre erkek diyoruz. Kraliçe Elizabeth mesela, bu erkeklik tanımına göre pozisyon olarak erkektir. Yani efendi makamındaki kişi dişi de olsa bütün efendiler erkektir. Bir anda doğruluğun ve yanlışlığın kriteri haline gelen örf, erkeğe dönüşür çünkü. Hukuk başlı başına bir erkek pozisyonu oluyor. Sanki bir anda müspet olan her şey erkek olmuş oluyor; yani din, örf, hukuk, ahlak… Peki normla, hukukla, yasayla irtibatlı olan her şey erkek ise kadın ne tarafta? Kadın her zaman istisnanın tarafında. Yani tam da bu yasalara angaje olamayan, bu yasaların dışına çıkan, bu yasaları ihlal eden, bu yasaları bir şekilde askıya alan, manipüle eden, ya da delmeye çalışan, yani bizim semptom ya da istisna dediğimiz bir figür olarak kadın ortaya çıkıyor. Biz bütün bu örf, hukuk, baba, kral vesaire bütün bunların hepsine toplam olarak 'büyük öteki' diyoruz. Büyük öteki erkektir. Bunun karşısında da 'küçük öteki' olarak kadın vardır. Erkek efendinin, kadınsa kölenin pozisyonudur.
Psikanalizde insanlara büyük öteki diye bir şeyin gerçekte mevcut olmadığı, sadece fantezide farz edildiği anlatılır. Burada dini bir yere koyarak söylüyorum, daha çok dünyevi teşkilatlardan bahsediyorum. Devlet, örf, kültür, içerisinde herhangi bir efendi pozisyonu işgal eden müesseselerden ve kişilerden bahsediyorum. Bunu derken 'büyük öteki yoktur'dan kastımız şu; biz büyük ötekini yani 'erkek pozisyonunu', âlim-i mutlak ve kadir-i mutlak olduğunu farz ederiz. Zira bize doğruluğun ve yanlışlığın kriterini koyan erkeklere, babaya, ataya, devlete vs. başka türlü nasıl itaat edebiliriz ki?
Nasıl yemek yiyeceğimize mesela örf karar veriyor. Ben çayımı karıştırıyordum çocukken, dedem hemen geldi, "çay öyle karıştırılmaz" dedi. "Ses yapıyorsun, yandakileri rahatsız ediyorsun" dedi. Ve ben çayı usulca karıştırmanın doğru olduğunu ondan öğrendim. Şimdi buna ben yıllardır itaat ediyorum ama nasıl itaat ediyorum, fantezide dedemde bir eksik olmadığını, bu kararın tam da olması gereken karar olduğunu düşünerek yapıyorum. Bunu tahayyül ederek yapıyorum. Halbuki bir açıdan bakarsanız bu rastgele bir karardır. Arızi bir karardır, tesadüfi bir karardır. Başka bir kültürde de terbiyesizlik olabilir, mesela bizde çayı höpürdeterek içmek ayıptır ama başka kültürlerde böyle içmemek ayıptır. Çünkü ne kadar höpürdetirseniz o kadar beğendiğinizi karşı tarafa izhar etmiş oluyorsunuz. Şimdi bu iki karardan hangisi doğrudur hangisi yanlıştır bizim meselemiz bu değil. Din açısından bunlara dair her zaman bir şey söyleyebilirsiniz belki bir ölçüde ama asıl mesele şu; bu iki karar da tesadüfi veriliyor, bu iki kararı veren merciye de biz büyük öteki diyoruz ve bu iki büyük öteki de Allah değil, en önemli nokta bu. Bunlar tarihin içerisinde tahakkuk ediyor. Dolayısıyla şimdi bizim için, Müslüman bir erkek olarak benim için bir tarafta Allah var, Allah'ın ihdas ettiği hükümler dışında, onun vahyi dışındaki bütün normlar, her şey arızi, tesadüfî, keyfî. İşin kötüsü bugün hayatlarımızı biz vahye göre değil örfe göre, popüler kültüre göre, mevcut kurumsal yapılara göre, onların inşa ettiği olan normlara göre belirliyoruz, sıkıntı da burada.