Bir yıl önce dâr-ı bekaya göç eden, akademi hayatımızın önemli simalarından Prof. Dr. Orhan Okay edebiyat tarihi üzerine yaptığı araştırmalar ile Batılılaşma tartışmalarının başladığı ilk yıllardan günümüze kadar bu meseleyi inceleyerek düşünce tarihimize yeni bir bakış açısı getirdi. Düşünce Atlası'nda bu ay, 2017'de 86 yaşında vefatına dek yüzlerce öğrenci yetiştiren, 500'ün üzerinde ilmî makaleye ve 20 kitaba imza atan Orhan Okay'ın entelektüel hayatı, çalışmaları ve akademik camia için önemini öğrencisi, çalışma arkadaşı ve dostu Prof. Dr. Abdullah Uçman ile konuştuk.
Orhan Okay ile tanışmanızdan ve çalışma arkadaşlığınızdan başlayalım isterseniz?
Hocayla bizatihi tanışmam, asistan olduğum 1979 yılında, yaz tatilinde Mehmet Kaplan beyi ziyarete geldiği zaman oldu ve daha sonraki yıllarda devam etti ama asıl beraberliğimiz, hocanın 36 yıl görev yaptığı Atatürk Üniversitesi'nden ayrılıp İstanbul'a dönmesinden sonra mümkün oldu. Hocayla hemen her cuma günü İslâm Ansiklopedisi 'nin Bağlarbaşı'ndaki binasında bir araya gelir, birlikte madde tespiti yapar, yazılmış bazı maddeleri okur, gereken düzeltmeleri yapar, çeşitli konularda uzun uzadıya sohbetlerde bulunurduk. Akşamları da genellikle beraber yola çıkar ve hocaya Levent'teki evine kadar eşlik ederdim.
Kültür ve fikir hayatımızda Orhan Okay'ın öne çıkan yeri ve özellikleri nedir?
Çok geniş kapsamlı bir soru ama kısaca cevap vermeye çalışayım. Bir defa hoca 50'li yılların Türkiye'sinde her biri sahasında isim yapmış, gerçekten büyük sıfatına lâyık kültür hayatımızın önemli simalarını tanımış, onların talebesi olarak kendini çok iyi yetiştirmiştir. Üniversiteye intisap ettikten sonra da özellikle Mehmet Kaplan'ın teşvikiyle çok iyi yabancı dil öğrenmiş ve bu şekilde Batı dünyası ve Batı kültürünü yakından tanımıştır. Hoca sadece yakın devir Türk edebiyatıyla değil, aynı zamanda eski Türk edebiyatı, felsefe, tarih, sosyoloji, estetik, klasik Türk ve Batı müziği ile de yakından ilgilenmiş çok yönlü bir şahsiyetti. Onun Beşir Fuad, Ahmet Midhat Efendi, Mehmed Âkif, Necip Fazıl ve Ahmet Hamdi Tanpınar'la ilgili kitapları dışında, Batılılaşma Devri Türk Edebiyatı ile Sanat ve Edebiyat Yazıları adlı kitaplarıyla çeşitli ansiklopedilerde yayımlanan maddelerine baktığımızda bu geniş kültürel yelpazeyi kolayca görebiliriz.
Bir de hocanın, bugün kısa yoldan ve zahmet çekmeden birtakım unvanlar peşinde koşan akademisyenlerin bulunduğu bir ortamda görmeyi çok arzuladığımız ilmî disiplin sahibi ve ele aldığı konulara yeni ve farklı bir yaklaşımla bakmasını bilen müstesna bir ilim adamı yönü vardır. Onun kitaplarını ve makalelerini bu gözle okursanız, yeni çok şey öğrenirsiniz.
Orhan Okay'ın ilk gençlik yılları Balat semtinde geçmişti, yetiştiği ortam nasıldı, ona neler kattı? Fikrî yapısını ne kadar etkiledi?
Orhan hocanın doğduğu ve ilk gençlik yıllarını geçirdiği Balat, günümüzde de camileri, mescitleri, kilise ve havraları ile "kültürler mozaiği" diye nitelenen ve Osmanlı toplumsal yapısını yansıtan bir semttir. Bu semtte Balkan Savaşı ile Cumhuriyet'ten sonraki yıllarda Balkanlar'dan, Kırım'dan, Girit'ten, Romanya'dan gelen Müslüman muhacirler ve İran'dan gelen, Acem denilen Azeri Türklerle bu mozaik tamamlanır. İşte 30'lu, 40'lı yıllarda Balat, farklı kültürlere sahip olmasına rağmen dostça ve samimi bir havada karşılıklı komşuluk ilişkilerinin sürdüğü, fakir ama huzurlu bir hayat tarzının yaşandığı bir semttir. İrsî faktörler dışında, hocanın bir bakıma "mutedil", yani her şeye hoşgörüyle bakan çelebi mizacını böyle bir muhitte doğup büyümüş olmasıyla izah edebiliriz.
Orhan Okay'ın fikirlerinin oluşumunda hangi isimler etkili oldu?
Orhan hocanın yetişmesinde ve fikirlerinin oluşmasında kendisinin Silik Fotoğraflar kitabında teker teker anlattığı birçok şahsiyetle birlikte devam ettiği bazı kültür muhitleri de etkili olmuştur. Bu şahsiyetlerin başında, ona idealizmi aşılayan Nurettin Topçu gelir. Topçu'dan sonra Zeyrek Camii imamı Abdülaziz Bekkine, Celâl Hoca, Mehmet Kaplan, Milliyetçiler Derneği'nde tanıdığı Rahmi Eray, Remzi Oğuz Arık, Cahit Okurer, Fethi Gemuhluoğlu, sahaf Râif Yelkenci, Fatih Camii'inde Mesnevî dersleri veren Tâhir'ül-Mevlevî gibi isimler gelir.
Bir de hocanın fikrî oluşumunda yukarıdaki isimlerle beraber asıl, çok erken yaşta keşfettiği Sahaflar Çarşısı ile Bâbıâli etkili olmuştur. Hoca biriktirdiği harçlıklarla sık sık gittiği sahaflardan yetişmesinde büyük rolü olan çeşitli kitaplar ve dergiler alır; Râif Yelkenci, Hulûsi Efendi, Râşid Efendi, Ekrem Karadeniz, Yenişehirli Avni'nin yeğeni Nizamettin Aktuç ve Muzaffer Ozak'ın sahaf dükkânlarında kitap ve başka konularda yapılan sohbetleri dinler, bu sohbetlerden çok şey öğrenir. Elbette bütün bunlar hocanın fikrî ve kültürel bakımdan yetişmesinde önemli hususlardır.
Nurettin Topçu'dan etkilenip felsefeye yönelmek istemişti fakat şartlar hocayı edebiyata yönlendirdi. Hocanın felsefeyle ilişkisi devam etti mi?
Evet, Nurettin Topçu, Orhan hocanın Vefa Lisesi'nde hocası olmuş ve onun dersleriyle fikirlerinin tesiri altında felsefe tahsili yapmaya karar vermiştir. 1950 yılında liseden mezun olunca kaydını İstanbul Edebiyat Fakültesi'nin Felsefe Bölümü'ne yaptırır. 50'li yıllarda Felsefe Bölümü Von Aster, Mustafa Şekip Tunç, Takiyettin Mengüşoğlu, Vehbi Eralp, Macit Gökberk gibi hocaların ders verdiği bir bölümdür. Hoca bu bölüme bir sömestr devam eder, ancak ailesinin maddi durumu dolayısıyla, fakülteden mezun olunca en azından öğretmenliği garantilemek için öğrenimini Yüksek Öğretmen Okulu talebesi olarak fakülte ile birlikte yürütme söz konusu olunca, 1950-1951 öğretim yılında ikinci sömestre kaydını Felsefe Bölümü'nden alıp Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü'ne geçer. Buradan mezun olunca da önce Artvin ve Diyarbakır'da öğretmenlik, arkasından Erzurum Atatürk Üniversitesi'nde asistanlıkla akademik hayatı başlar. Fakat hocanın felsefeyle münasebeti bir felsefeci gibi olmamakla beraber hayatı boyunca devam etmiş, edebî konularda yaptığı bütün araştırma ve incelemelerinde felsefî bakış açısını daima göz önünde bulundurmuştur.
Doktora tezi, Türk düşüncesi açısından oldukça ilginç bir isim olan Beşir Fuad üzerineydi. Hocanın Beşir Fuad üzerine çalışmasının sebebi neydi?
Beşir Fuad bir edebiyatçı değildir ama 1883 yılından itibaren Cerîde-i Havâdis , Envâr-ı Zekâ , Hâver ve Güneş gibi gazete ve dergilerde yayımladığı yazılarıyla Türk okuyucusuna Emile Zola, Alphonse Daudet, Charles Dickens, Gustave Flaubert, Auguste Comte, Ludwig Büchner, Herbert Spencer, D'Alembert ve Claude Bernard gibi Batılı yazar ve fikir adamlarından ilk defa bahseden, her türlü skolastik düşünceye karşı çıkan karizmatik bir şahsiyettir. 1885 yılında yayımladığı Victor Hugo adlı kitabı dolayısıyla başlayan ve o günün edebiyat dünyasında birkaç yıl süren "Hayâliyyun-Hakikiyyun" tartışması etrafında Türk edebiyatının da artık romantizmden kurtulup realizme, yani gerçekçiliğe yönelmesinde son derece etkili olmuş oldukça önemli bir isimdir.
Hocanın Beşir Fuad'ı tez konusu olarak almak istemesi bir Osmanlı aydınını intihara sürükleyen sebepleri araştırma gayretinden ileri gelmiştir. Neticede, Beşir Fuad'ın içine düştüğü ve intihara sürükleyen açmazın, kültürünün kaynağını meydana getiren materyalist ve pozitivist düşünce sistemlerine âdeta bir din gibi inanmasından ileri geldiğini ortaya koymuştur.
Hocanın Batılılaşma meselesine bakışı ve duruşu nasıldı?
Orhan Okay hocanın doçentlik çalışması olarak hazırladığı Batı Medeniyeti Karşısında Ahmet Midhat Efendi adlı kitabı da, bir bakıma Batılılaşma meselesine kendi bakışını ortaya koyacak mahiyettedir.
Ahmet Midhat Efendi'nin Batı dünyasını okuduğu kitap, gazete ve dergilerden tanıdığı dönemde yazdığı Felâtun Bey'le Râkım Efendi romanında alafrangalığa bakışı ile 1889'da Stockholm'de düzenlenen Şarkiyatçılar Kongresi dolayısıyla üç ay kadar dolaştığı Avrupa hakkında edinmiş olduğu izlenimleri birbirinden çok farklıdır.
Batılılaşma Devri Türk Edebiyatı adlı kitabının yayımlanışından sonra kendisiyle yapılan bir söyleşide şunları söyler: "Batılılaşmak gerekiyor muydu, Batılılaşmalı mıydık? Bu bir tarihî zarurettir. Tarih konusunda biraz kaderci/determinist bir görüşüm var. Şartlar buna zorlamıştır. Hem coğrafî sebeplerle hem de Osmanlı tarihinin genel yapısı itibariyle bir gün Batı'yla karşı karşıya gelecek ve Batı'dan bir şeyler almaya mecbur kalacaktık. Hatta geç kalınmıştır. Belki bir zaruret olmuştur, belki Tanzimat ve Islahat Fermanları'nda olduğu gibi yaptırım şeklinde girmiştir. Neticede gerçekleşmiştir; bence olmalıydı da. Olması gerektiğini tabii bir denge içerisinde düşünüyorum. Tamamen Batılı olmak değil, tamamen Doğulu kalmak manasında da değil; bir çeşit telif düşünüyorum."
Akademik anlamda iyi bir yol göstericiydi sanırım. Hocanın gençler üzerinde nasıl bir etkisi vardı?
Hoca hayattayken hakkında yayımlanan üç hatıra kitabında yer alan hayat hikâyesi ve yaptırmış olduğu akademik çalışmalara baktığımızda, onun bir taraftan kendi eserlerini hazırlarken diğer taraftan idare ettiği akademik çalışmalarla da ne kadar verimli olduğunu kolayca görebiliriz.
Yapmış olduğu çalışmalarıyla akademik hayatta Yahya KemalAhmet Hamdi Tanpınar-Mehmet Kaplan ekolünün temsilcisi olarak görülen ve vefatına kadar sayıları yüzlerle ifade edilebilecek sayıda talebe yetiştirmiş, 500'den fazla makale ile yirmi kitabın üzerinde imzası bulunan, yirmi beş yüksek lisans, on altı doktora tezi yöneten hocanın şu anda Türkiye'nin çeşitli üniversitelerinde profesör unvanıyla görev yapan on kadar da öğrencisi bulunmaktadır. Bütün bunlar nasıl bir hoca olduğunu, ilim yolunda çalışmak isteyenlere nasıl yol gösterdiğini ortaya koyan örneklerdir.
Orhan Okay hocamızla ilgili olarak ayrıca eklemek istediğiniz başka yönleri, özellikleri, çalışmaları var mı?
Yakından tanıyanlar çok iyi bilirler; hocanın hiçbir zaman misafiri eksik olmazdı. Çeşitli seviyeden akademisyenler, öğrenciler, yüksek lisans veya doktora talebeleri, tez konusu arayanlar, hatta hocanın bir kısım okuyucuları, eski arkadaşları veya meslektaşları, gazeteciler, röportaj yapmaya gelen televizyoncular ve daha birçok ziyaretçi… Hocanın, vefatına kadar kendisiyle görüşmeye gelen ve bir şeyler talep eden hiç kimseyi geri çevirdiğini hatırlamıyorum.
Orhan Okay hoca gibi zarif, kibar, derviş meşrep ve gerçek anlamda bir İstanbul beyefendisini tanımak, onunla konuşmak, onunla aynı mekânı paylaşmak ve onun sohbetinde bulunmak, her türlü insani ve manevi değerin giderek kaybolduğu, her şeyin maddi ölçülere vurulduğu günümüzde gerçekten bir ayrıcalık, bir iftihar vesilesi ve bence bu dünyaya ait zevklerin en değerlisi.
Bir hadis-i şerifte: "İnsanların en hayırlısı başkalarına faydalı olandır" denilmektedir; işte hoca da böyle herkese yardım eden, eskilerin tabiriyle "insan-ı kâmil" örneği biriydi.
Orhan Okay kimdir?
Akademisyen, araştırmacı, yazar Orhan Okay; 26 Ocak 1931 yılında İstanbul'da dünyaya geldi. İstanbul Üniversitesi'nde önce felsefe eğitimine başladı, Türk Dili ve Edebiyatı bölümünden mezun oldu ve Arap-Fars Dilleri ve Edebiyatları bölümünden sertifika aldı. 1963'te doktor, 1975'te doçent ve 1988'de profesör olan Okay, uzun yıllar Atatürk Üniversitesi'nde çalıştıktan sonra İstanbul 29 Mayıs Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünün kurucu hocalarından oldu. 13 Ocak 2017 tarihinde kitaplığından bir kitap almak için uzanırken dengesini kaybetti ve kalbi durarak 86 yaşında vefat etti.
Eserleri:
Sanat ve Hayat (1956), Beşir Fuad: İlk Türk Pozitivist ve Naturalisti (1969), Abdülhak Hamid'in Romantizmi (1971), Batı Medeniyeti Karşısında Ahmed Mithad Efendi (1975), Hüsn ü Aşk, Şeyh Galib (haz. Hüseyin Ayan'la) (1975), Ahmet Haşim'in Şiirlerinin Sembolizm Açısından Yorumu (1977), Necip Fazıl Kısakürek (1987), Tanzimat Edebiyatı (1990), Safahat, Mehmet Âkif Ersoy (1990), Edebiyat ve Sanat Yazıları (1991), Edebiyat ve Kültür Dünyamızdan: Makaleler Denemeler (1991), Cumhuriyet Devri Hikâye ve Romanı (1992), Ders Geçme ve Kredili Sisteme Göre Türk Dili ve Edebiyatı (1993), Mehmet Âkif: Bir Karakter Heykelinin Anatomisi (1998), Ahmet Hamdi Tanpınar (2000), Bir Başka İstanbul (2002), Mehmet Kaplan'dan Hatıralar, Mektuplar (2003), Poetika Dersleri (2009), Edebiyat ve Edebi Eser Üzerine (2014), Kâğıt Medeniyeti (2014), Necip Fazıl, Sıcak Yarada Kezzap (2014), Mehmed Akif, Kalabalıklarda Bir Yalnız Adam (2015), Anadolu'dan Hatıralarla Nurettin Topçu'nun Mektupları (2015), Bir Başka Paris (2016)