Lacivert Yazı İşleri: Mezar taşlarını konuşturan adam: Necdet İşli

Mezar taşlarını konuşturan adam: Necdet İşli
Giriş Tarihi: 22.02.2019 15:43 Son Güncelleme: 22.02.2019 15:43
Osmanlı mezar taşlarında dört türlü remiz vardır. Yeniçerilerin ve esnafın kullandığı remizler ile tarikatlarla ilgili remizler bulunur. Bir de cifir, fal ve büyü anlamında yapılmış remizler vardır.

Uzun yıllar İstanbul Vakıflar Bölge Müdürlüğü'nde tarihi mezarlar, mezar taşları ve türbeler konusunda uzman özel bir ekibi yöneten Necdet İşli ülkemizde mezarlar, türbeler ve mezar taşları denilince akla ilk gelen araştırmacı. Bu alanın en yetkin ismi olmasının yanında "mezar taşlarındaki sembolleri çözen adam" olarak da biliniyor. Son olarak Yeniçeriler Remizleri ve Mezar Taşları kitabıyla bu tarihi varlıklarımızın az bilinenlerini ortaya döken İşli, ketum kalmayı tercih ettiği uzmanlık alanını Lacivert'e açmayı kabul etti.

Necdet Bey türbeler, mezarlar ve mezar taşlarının sırlarını çözen adam olarak anılıyorsunuz. Bu ilginizin ne zaman ve nasıl başladığını öğrenebilir miyim?

Cerrahpaşa'da doğup büyüdüm. O yıllarda olağanüstü bir tarihi dokuya sahip tam bir Osmanlı mahallesiydi. Osmanlı Bankası'nın evrak deposu olarak kullanılan Bulgur Palas ve Cerrahpaşa Camii hemen yanı başımızdaydı. O atmosfer 1960'lara kadar eski dokusunu koruyabilmişti. Evimizden dışarı bakınca mezarlıkları görürdük. Çocukluğum oralarda geçti. Oradaki kavuklu mezar taşlarının kırıldığını görünce sünnetimde alınan ilk fotoğraf makinemle fotoğraflarını çekmeye başladım. Aksaray Pertevniyal Lisesi'ne giderken etrafta bol bol da mezarlık vardı çekebileceğim. Mezarlıklara ilgim böyle başladı ama asıl etken Vakıflar Bölge Müdürlüğü'nde uzun yıllar uzman olarak görev yapan yazar ve araştırmacı Fazıl Ayanoğlu'yla tanışmam oldu. 1968'lerin sonuydu; ben hem okuyor hem Cağaloğlu'nda İnsel Kitabevi'nde çalışıyordum. Orada Fazıl Bey'le tanıştık. Onunla mezarlıkları gezip, akşamları Vezneciler'deki evine gidip yardım etmeye başladım. 1975'te Fazıl Bey'in ölümünden sonra vakıflar müdürlüğü, talebesi olduğum için onun yerini teklif etti. Fazıl Bey'in Osmanlı'dan intikal vakıf mezarlıklarının tamiri ve restorasyonuyla uğraşan 12 kişilik bir ekibinin başına geçtim.

Yıllarca çalıştınız ve mezar taşlarıyla ilgili ciddi bir arşiv oluşturdunuz. İçeriğinden biraz bahseder misiniz?

Mezar taşı konusunda birinci dereceden önemli olan şey fotoğraftır. Tarihî mezar taşı fotoğrafları yönünden zengin bir koleksiyonum var. 65 bin parçalık fotoğraf koleksiyonuma kartpostallar da dâhil. Süheyl Ünver beye ait, kendisinin yaptığı dokümantasyonlar, çektiği fotoğraflar ve orijinal malzemeler olan bir koleksiyonum da var. Görseller bence birinci derecede mühim. Sonra konuyla ilgili kitap ve az ama öz bir evrak koleksiyonum mevcut. Mesela Kadirihane diye bir tekke var Tophane'de. Oradan kurtardığım 15 klasör var. Ayşe Bacı diye bir kadın vardı tekkede, bunları sobada yakıyordu. Ben "Gazete getireyim, bunları yakmayın" dedim. Rahmetli Şeyh Misbah Efendi de "Yak yak bir şey olmaz" diyordu. Mani olamayınca onlar yokken kısım kısım aldım da buraya getirdim. Felaket hâldeydiler ütüyle düzelttim. Nusretiye Camii'nin altında muazzam bir arşiv vardı. Vakıflar resmen buradaki tonlarca evrakı hurdacılara satıyordu. Sahaf kardeşim Nedret İşli ile 2003'te gidip 7 ton evrakı bin liraya satın aldık. Bu gibi şeyleri atıyorlardı adamlar. Damperli kamyon getirttik, çuvallarla taşıdık, tasnif ettik. Arşivim böyle oluştu.

Uzmanlık alanınıza gelirsek; defin adetlerinden tutun mezar düzenine kadar bizde bir mezar ve mezar taşı geleneği var değil mi?

Bayağı kapsamlı, kurallı, bir taş için büyük ihtimam gösterilen bir iş. Mezarlık kültürü apayrı bir şey… Orta Asya'dan gelen bir inanış vardır: "Ruh uçar." Bu sebeple mezar taşlarında bu sembolizmi görebiliyoruz. Orta Asya'daki ilk Türk balballarından Anadolu'daki koç tipi mezarlara kadar yani 14'üncü yüzyılın başına kadarki mezar taşı anlayışı başka, Osmanlı'nın anladığı mezar taşı başka bir şey. Mezar taşları hem şehircilik hem de inançtır. Bugünkü mezar taşı anlayışı ile Osmanlı anlayışı arasında korkunç derecede zihniyet farkı var. Bizde yok oluş anlamında ölüm kavramı yoktur. "İntikal etmek" kavramı bizde sıkı bir inançtı bahsettiğim zamanlar. Bu inançla mezara da faklı yaklaşılıyor. Mezar taşında da o insana dair sarık, kavuk gibi bazı özellikler somutlaştırılıyor. Yani ölüden ve ölümden bir kopma, kaçış yok. Eskiler ölüm ile iç içe yaşardı.

Peki, bir mezar taşından neler öğrenebiliriz?

Eski eserler uzmanı merhum Cemalettin Server Revnakoğlu, "Mezarlıklar açık hava arşividir" derdi. Her şeyden önce birer soy kütüğü, kimin soyunun nereden gelip, nereye gittiğini gösteren belge niteliğindeler. Özellikle Osmanlı mezar taşlarında bir rütbe silsilesi vardır. Kimin nereye, nasıl bir mensubiyeti var, gösterir. Bir de kavuk, serpuş, fes gibi başlıklar bulunur taşların tepesinde, bunlar da sosyal statü, vazife ve mensubiyet açısından çok şey gösterir. Bizim mezarlıklarımızın sanatsal değeri de vardır. Taş oyma, hat sanatı ve edebi açıdan şaheser denecek örnekler vardır.

O dönemlerde okuma yazma bilmeyenler çok olduğu için hangi taşın, kimlere ait olduğu anlaşılsın diye sarık, kavuk gibi başlıklar taşa oyulmuş. Herkesin anlayacağı şekilde başlıkların yapılmasına özellikle itina gösterilmiş. Kavuğun, sarığın inanca ve geleneğe dair iki yönü var. Sarık bir kere İslami bir sembol… Osmanlı, peygamber sünneti olarak sarığı baş tacı etmiş. Sarıklarla ilgili ilginç bir nokta var: Sarık bağlama usullerinde "lam-elif" denilen bir şekil var. "Lam-elif" tarzında bağlanmış sarıklı mezar taşlarına sıkça rastlanır. Bu bir semboldür; La İlahe İllallah'ı temsil eder. Sarık aynı zamanda kefenin baş üzerinde taşınmasıdır. Sarık çözülünce kefen bezi olarak kullanılabilir.

Eski mezar taşlarında yer alan semboller de söz konusu sanırım?

Osmanlı'da mezar taşlarında dört türlü remiz (sembol) vardır. Yeniçerilerin ve esnafın kullandığı remizler ile tarikatlarla ilgili remizler vardır. Bir de cifir, fal ve büyü anlamında yapılmış remizler vardır. Osmanlı'da kişinin uzaktan görüldüğünde kıyafetinden mahallesinin neresi olduğunun anlaşılması geleneği vardır. Remizler de böyle bir ayrıştırma ile ilgilidir. Bir nevi sınıflandırma yani.

Bu remizlerden mevta hakkında ne gibi bilgiler edinmek mümkün?

Mezar taşlarında genellikle babanın ve kayınbabanın adı yazılırdı, böylece sülalenin takip edilmesi sağlanırdı. Zaten aile mezarları hep yakın olurdu. Mezar taşlarında genellikle fani dünyadan baki dünyaya intikal etti manasına gelen sözler yazılırdı. 15 ve 16'ncı yüzyılın ortasına kadar bu tabir yaygın olarak kullanıldı. Sonra terk edildi bu gelenek. Kadın ve erkek mezarları da farklıdır. Fark, erkeklerde bulunan kavuktan, kadınlarda genellikle tepesi üçgen şeklinde biten ve daha süslü mezar taşlarından anlaşılıyordu. Erkek taşları düz ya da sarık, fes gibi başlıklı olur, üçgen tepeli olmaz. Eskiden kavuklar pek yaygın değildi. Üç çeşit kavuk vardı, Fatih'ten Kanuni dönemine kadar geçen sürede yaygın olarak kullanılmaya başlandı. Bunların yanında tarikat taçları, neskeb, dardağan gibi özel isimli başlıklar şeklinde mezar taşları vardı.

İstanbul'un en ilginç mezar taşları hangileri acaba?

Birkaçını söyleyeyim. Fatih devri taşları haricinde Karacaahmet'te meşhur hattat Şeyh Hamdullah'ın taşı var. Bizans sütunundan keskiyle o hâle getirmişler. Fevkalade güzel bir taştır. Karacaahmet'te iri, yuvarlak taşlar var. Onlardan birini almışlar, üst kısmını taç gibi bırakmışlar. Reis'ül Hattatin'in bu taş. Topkapı'nın girişindeki, Beyazıt Camii'ndeki büyük yazıları yazan adam… Mezar taşlarını yazan hattatlar var. Yaklaşık 254 hattat bulabildim. Çoğu hakkında hiçbir bilgi yok mezar taşından başka. Bir de İstanbul'da "Hurufi" taşı var. O taş, belki Türkiye'de tek. Yaklaşık 1 buçuk metrelik bir taş. Onu ben Eyüpsultan'da Pierre Loti'nin önünde dozerin kepçesinin altından aldım. Dozeri kullanan adam bana bağırıyordu, neredeyse üzerime atlayıp dövecekti. Dozerin çalıştığı yerin arka tarafında kapağı açılmış bir mezar vardı. Taşı o kapağı açık olan mezara attım. Adam dozerden hemen inebilseydi tepeleyecekti beni ama kapıyı açamadı. Sonra gidip o kırılan taşı aldım, çuvalın içine koydum. Bir de adam tutup taşıttım. Taşı kurtardım ama şimdi orijinalinin yerinde asfalt var.

Alışılmışın dışında gizemli semboller bulunuyor bazı taşlarda. Onlar hakkında biraz bilgi verir misiniz?

Bu konularda sekiz kitap yayımladım. Damatzade Feyzullah Efendi'nin Sütlüce sırtlarında bir hazirede 17'nci yüzyıldan kalma bir mezarı var. Yuvarlak ayak taşı ve yuvarlak baş taşı var. Taşa saplı bir armut gibi bir figür yapmışlar. Bir sır ama çözemedim. 56'ncı bölüğün yeniçeri mezar taşları da çok ilginç semboller taşıyor. Bu bölüğün ileri gelenlerinin mezar taşlarında gemi motifi bulunur. Ancak bu bir kara ordusudur, denizle alakası yoktur. Bunların mezar taşlarında, kollarında, dövmelerinde ve flamalarında gemi motifi kullanılıyor. Aslında bu adamlar gemi motifini ve gemiciliği bahane ederek limana giriş çıkışlara ve gümrük sistemine el koymuşlar. Bunları yasadışı yapıyorlar; eşkıya zümresi gibi yeniçeri. Bu bir remizin, işaretin kötü niyetle kullanılmasıdır. Daha 61 bölük, 101 cemaat var. Her birinin ayrı sembolü var. Rütbelilerin mezar taşlarına da bu remizleri işliyorlar.

Bir de mesela üzerinde "vefk" bulunan mezar taşları var. Bunların ne anlama geldiği çözülmüş değil. Vefk denilen şeyi tarikat ehli de kullanmış, tarikat mensubu olmayanlar da. Vefki koruyucu bir muskaymış gibi koyunlarında saklamış, elbiselerine dikmişler. Bunların mezar taşına işlenmiş olanları da var. İstanbul'da üç tane vefkli mezar taşı var. Şair Nef'i için Karacaahmet'te dikilmiş taşın üstünde bir desen vardır; kementle boğdurulmuş bir kelleye işaret eder.

Bazı mezarlarda gördüğümüz kılıç, bayrak, kuş, balık, fener, keser, hurma ağacı, gemi gibi motifler yeniçerilere mi aitti?

Mesela kılıç şaman âdeti… Şöyle bir inanç var; tabutun üzerine konulan kılıç ölen kişinin payesidir. Asker olanın, vatan kahramanının üzerine kılıç koyarlar. Kuş konulan kişi daha çabuk cennete ulaşırmış. Böyle basit inançlar var. Üç balık, keser gibi şeyler ise yeniçerilikle ilgili. Kuran-ı Kerim'de geçen dört meyve var; nar, hurma, zeytin ve üzüm. Bunlar kabir taşlarına çok işlenmiş çünkü cennette yenileceğine inanılan yiyecekler. Ölümü yumuşatma ile ilgili kullanılan süsler. Mezar taşındaki fener, o kişinin denizci, kaptan-ı derya olduğunu gösterir. Armaların tamamı Osmanlı askeri ve hanedanına ait... Balık yeniçeri işaretidir.

Bir de bol miktarda ne olduğu çözülemeyen gizemli remizler var sanırım?

Selimiye'de gömülü Abdullah Ramiz Paşa'nın mezar taşındaki vefk mesela çözülememiş şifrelerden biridir. Benim hiç bilmediklerim var. Bende esnaf remizleriyle ilgili yayımlanmamış bir katalog var. Orijinal çizimleri var, kronolojik olarak da dizdim. Şimdiye kadar ben bunları çok kişiye gösterdim ama hiçbirinin mantıklı bir yaklaşımı olmadı. Mesela bu esnaf remizlerinin ne olduğuna dair hiçbir bilgim yok. Hz. Davut'un yıldızı gibi olanı da var, güneşe benzeyeni, lam-elife benzeyeni de var. Bir de hiçbir şeye benzetemediklerimiz var. Lam-elif var ama ortasına bir de çizgi koymuşlar, bir elif daha gelmiş. Lam-eliften çıkmış artık o. Bir iki tanesinin tarikatla ilgisi olabilir. Ama bu esnaf remizlerinin deşifresini şu ana kadar yapan olmadı. Bunlar yeniçeri ve esnaf teşekküllerinin kullandığı işaretler ama gizemlerini hâlâ koruyorlar. Sembolizme kaçmış bir sürü taş yapmışlar. Onlardan biri karnında bebeğini taşıyan bir kadın figürü mesela… Bazı mezar taşlarında ise çalgı aletleri var. Bazı müzisyenlerin taşlarına müzik aletleri işlenmiş. Genelleme yapılırsa devede kulak kalır ama yine de remizler çok kullanılmış.

Peki, mezar taşlarındaki sarıklar, kavuklar ne ifade ediyor?

Rahmetli Ziyad Ebuzziya'nın ilginç bir tespiti vardır bu konuda. Şöyle derdi: "Dünyada hiçbir millet yok ki, hayatta başında taşıdığı sarığı veya kavuğu mezar taşına koysun." Yeniçerilerin serpuşundan rütbesini anlayabilirsiniz: yeniçeri ağası, çorbacı, çavuş, bölükbaşı ya da nefer. Yeniçeri ağaları, çorbacılar ve zabit mezarlarının tepesi çatalkalafat denilen başlık türünde yontulmuş. Taşlardaki "kef" harfi ile yanındaki rakamlar bölük numarasını veriyor. Bu serpuşların da çeşitleri var: Dağdağan, kalafat, börk gibi değişik başlıklar bunlar. Börkü herkes tanıdığı, diğerlerinin hepsi tanınmadığı için yeniçeri mezarı çok az deniliyor. Hâlbuki farklı başlıkları olan birçok yeniçeri mezarı var. Kallavi denilen koni şeklinde bir kavuk var; bu hangi mezar taşının tepesindeyse bilin ki orada bir sadrazam yatmaktadır. Hocaların taktığı "örf" denilen sarık ve bunun çeşitleri var. İlmiye sarığı denilen üç tür sarık var; şeyhülislamın, müftünün, kadının veya müderrislerin sarıkları. Sultan II. Mahmut'tan sonra ise mezar taşlarının tepesi fes şeklinde yapılmış. Bir de tarikat başlıkları şeklinde yapılmış mezar taşları var. Bu başlıklar da merhumun hangi dergâha, meşrebe mensup olduğunu gösterir.

Türbelere gelirsek; mesela Eyüp Sultan…

Osmanlı'da makamın işareti tek taştır. Tek taş koyarsın, makam olur. Eyüp Sultan Camii avlusunda ortada çınarların olduğu toprak bir bölge var. Eyüp Sultan'ın kabri orada aslında… Şimdiki yeri sembolik. Çınarlar da mezarın başına ve ayakucuna dikilmiş. Kabrinin orası olduğu kesin.

Türbeler, doğru ya da uydurma olsun, oradaki yeri sahiplenmek için siyaseten de kullanılmış, türbelerle toprağa mühür vurmak istemişler.

Tabii. Bu bir Osmanlı politikasıydı. "Orası bizimdir" demek.

Mezarlıklarda mizah da tamamen dışlanmamış. Mizahi ifadeler taşıyan, aynı zamanda da orada yatan şahsın hayatının özetini veren ifadeler var.

En meşhurlarından biri Edirnekapı'da "Zalim avret elinde ölen merhum mağfur Kazancı El Hac Mehmet ruhuna..." ibaresi yazılı bir mezar taşı. Bunlardan birkaç tane daha var. Ancak genelde sembolik işaretler oluyor. Karacaahmet'te bir mezar taşı var. Süs olarak ay yıldız ve bir de kuyruklu yıldız yapmışlar. Taşa baktığınızda bir çocuk mezarında bir kuyruklu yıldız var, ruh kaydı gitti gibi. Bir mezar taşında da "Sakal tıraşı yapmayan berber" ibaresi yazılıydı. Bu taş artık yok. Bir başkasında ise "Evail-i Ramazan-ı Şerifte kara sevdaya müptela olup piştov ile kendini helak eden Okmeydanı şeyhinin ruhuna fatiha" yazıyormuş. Aradım ama bu taşı bulamadım. Molla Gürani'nin kabrinin taşı yok olmuş. O taş yerine başka bir taş koymuşlar, üstüne de bir kitabe yazmışlar, ama bu bir kadın taşı aslında.

Mizah bir yana, yakın geçmişte büyük bir tarihi mezar tahribatı oldu İstanbul'da değil mi?

Eskiden rahat ettikleri, temiz havayı teneffüs ettikleri bir mesire alanı olarak görüyorlarmış mezarlıkları. Bizde mezar korkusu cumhuriyetin ilk yıllarında telkin edilmiş... Kasıtlı yapılmış. Mezarlıkları dümdüz ettiler. Kartpostallara bir baksanız, şaşırırsınız. Tablolarda, kartpostallarda bambaşka bir İstanbul var. Mezarlıkların dörtte üçü yok artık.

Amaç acaba tarihî mirasla olan bağlantıyı kesmek miydi?

Mezar taşı onlara rahatsızlık veriyordu. Mezar taşı görmek istemiyorlardı. Bir gün Fazıl Ayanoğlu hocamın evinde oturuyoruz. Mezar kaldırmalarının başında da o var. Abartılı gelecek ama 30 bin civarında mezar kaldırmış. Kaldırdıkları da büyük büyük taşlar, vinçlerle taşımak gerek. Günde 80-90 mezar kaldırıp müzeye götürüyorlar. Sene 1971- 1972. Artık dayanamadım, sordum: "Hocam kusura bakmayın ama nasıl yaptınız da o mezarları kaldırdınız? Hiç mi bir şey hissetmediniz?" Yaşlı adam tabii, kızdı bana: "Çocuğum şimdi sen bana ne sordun?" diye dövünüyor adeta. 15 dakika sonra tekrar konuşmaya başladı: "Çocuğum, emir büyük yerdendi, çok büyük yerdendi" dedi. Belli ki sorum içine oturmuş. O 30 bin mezarlığın içinde dehşetli mezar taşları vardı. Edirne müzesinde görünen taşların hepsini o kaldırmış. Hoca sonra bana şöyle dedi: "Çocuğum vakit geç oldu. Hadi sen artık evine git." Her gün gittiğim evine 15 gün boyunca beni almadı. 30 bine yakın mezar taşı kaldırılmasının affedilir hiçbir tarafı yok.

Necdet İşli Kimdir?

1951 İstanbul doğumlu Necdet İşli, Pertevniyal Lisesi ve İ.Ü. Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü'nden mezun oldu. Fazıl Ayanoğlu ve Şinasi Akbatu ile uzun yıllar eski eserler ve mezarlar üzerinde çalışmalar yaptı. 1974-2004 arasında Vakıflar Bölge Müdürlüğü'nde tarihi abideler ve mezarlıklarla ilgili görev yaptı. Alaylı olarak uzmanlaştıktan sonra vefat eden Ayanoğlu'nun yerine geçen Necdet İşli emekliliğinden sonra da yazar ve koleksiyoncu olarak araştırmalarını sürdürdü. Tarihi mezar ve mezar taşları konusunda 65 bini aşkın fotoğraf, kitap ve eski belgeden oluşan büyük bir arşive sahip. İşli, Yeniçeri Mezarları, Börk ve Börklü Yeniçeri Mezarları, İstanbul'da Sahabe Kabir ve Makamları, Osmanlı Serpuşları, Yeniçeriler Remizleri ve Mezar Taşları gibi 8 kitaba imza attı.


BİZE ULAŞIN