Haşmet Babaoğlu: Bana düşman verin! Öteki’nin günahı ne?

Bana düşman verin! Öteki’nin günahı ne?
Giriş Tarihi: 11.4.2017 15:07 Son Güncelleme: 11.4.2017 15:07
Haşmet Babaoğlu SAYI:34Nisan 2017
Bazı kavramlar, terimler var, neredeyse ışık hızıyla yayılıyor; hiç akla gelmeyecek kıyılara köşelere kadar sokuluyorlar. ‘Ötekileştirme’ de öyle bir şey… Biraz konuşsak mı? Nereden, nasıl çıktı bu?

Bence ilk önce "Öteki diye biri var mıydı?" şeklinde sormalıyız? Başkası vardı mesela, başkaları… Bir diğeri vardı, diğerleri… Hatta iyi hatırlarım; 1980'lerin sonlarında E. Levinas'ın metinlerinden söz ederken 'başkası' demek nasıl hoşumuza giderdi. Hele bizi ahlak ve adalete çağıran 'başkasının yüzü'nden söz etmek… Yahut Sartre'ın "l'enfer c'est les autres"unu, yani "cehennem başkalarıdır" sözünü düşünün… Orada 'başkaları' sözcüğü heyecan verici bir yakınlık ve tanıdıklık duygusu taşır. Bu 'öteki' nedir yahu? Nasıl soğuk ve itici! 'Ö' var bir kere! Öğğğ! Sonra o 't' ve 'k' ne kadar keskin. Geçmişte küçümsemek için 'öteki beriki' diye bir deyim kullanılıyordu. Yani daha bir kavrama karşılık bulurken yaptığımız kelime seçiminde işin rengi değişiyor; farklı olana yabancı ve tatsız bir anlam katıyoruz. Bilmem anlatabildim mi? Dalga geçmiyorum; hiç masum değildir bu işler! 'Öteki' böyleyse, 'ötekiler', hele hele 'ötekileştirme' ne olur, bir düşünün!

Doğru; 'ötekileştirme' neredeyse viral bir yaygınlaşma özelliği gösterdi. Kullanmayan kişi, kullanılmayan alan kalmadı. Dokuz yaşındaki çocuğa; "Senin orada ne işin var, otur dersini çalış" diyorsun, cevabı yapıştırıveriyor; "Beni ötekileştirme" diye.

Birisini yahut birilerini ötekileştirince ne yapıyoruz? Kesinlikle kötü bir şey yaptığımız kanaatini taşıyorum artık ama tam olarak ne yaptığımızı da anlayamıyorum. Mesela açıkça 'düşman' diye tarif etmemiz gereken birilerini 'ötekiler' olarak tarife kalkışmak yanlış, hatta tehlikeli değil mi? Yahut sırf benden farkını vurguluyorum diye niye birini 'ötekileştirmiş', yani tatsız bir işe kalkışmış olayım.

Bir dakika! Soruları biz soralım… Düşman dediniz az önce. Bu unuttuğumuz yahut açıkça adlandırmaktan kaçındığımız bir şey sanki. 'Öteki' ile 'düşman' kavrayışı arasındaki fark belirsizleşiyor mu? Eğer öyleyse bu ciddi bir problem değil mi?

Elbette… Kötü, 'farklılığın' adı oluyor. Ne saçma, nasıl adaletsiz. Ama daha beteri şu ki; fark da kötü bir şey olup çıkıyor. Ancak gelin size, belki şimdi derginin bu sayısını da dolduracak olan 'ötekinin belirsizliği' hakkındaki problemlerden değil de, düşman kavramına duyduğumuz ihtiyaçtan söz edeyim. Lawrence Durrell'in İskenderiye Dörtlüsü'ndeki kahramanlarından biri şöyle der: "Onunla bir daha bir araya gelmedik. Zaten istediğim buydu. Bu bir sanattır: Gerekli düşmanları kazanma sanatı!"

Severim bu lafı! Kötü birini ezilip büzülerek kabul edilir hale getiren, nefret edilmeye değer şeyleri "hayatın tadı tuzu" diye sunan popüler kültür atmosferine keskin ve estetik bir kılıç darbesidir bu. Hak edene hak ettiği pozisyonu vermektir. İşin ilginç yanı düşman çoğu zaman "biz"den biridir; aramızdan çıkar yahut aramızdan biri düşmanla işbirliği yapar. Wilhelm Schmid bunu; "Bir tarafta iyi olan biz, diğer tarafta kötü olan ötekiler arasındaki masalsı rol ayrımından vazgeçmek" diye tarif ediyor ki, haklıdır.

Peki, bir de dümdüz soralım: Ötekileştirmek nedir, ne işe yarar?

Ayırmak, olumsuzlamak, itmek, kakmak falan… Bunlar işin çok basit, popüler kültür diline adapte edilmiş, dolayısıyla ezilip büzülmüş ve tartışmalı yanları. Bir de şöyle sorsak: Bir varlığı, bir insanı, bir topluluğu, bir coğrafyayı, bir kültürü öteki kılmadan yapabilir miyiz? Bilemiyorum. Hem tarihsel, hem psikanalitik hem de yalın fenomenolojik bakış açısından bunu yapmak imkânsız gibi geliyor. 'Onlar'ı göstermeden kendini tarif etmek mümkün mü? Siz olmadan bir biz ya da? Bu anlamda ötekileştirmek çok işe yarar. Dert nasıl ötekileştirdiğin noktasında düğümleniyor. Mesela oryantalizmden; yani Batı'nın zihninde kurduğu ve hakiki olduğuna kendini inandırdığı Doğu tasavvurundan çok söz ettik. Bu paradigmaya değinmeden fikirlerini dile getirmeyen post-kolonyal kültür tarihçisi yok gibi bir şey. İyi de, madalyonun bir de diğer yüzü var: O Doğu'nun Batı'sı. Başka bir kültürel/tarihsel Batı var mı sanıyorsunuz? Pek yok! Bunlar söylem ve tasavvurlardan ibaret. Birbirlerini hayal ederken kendilerini de inşa ediyorlar. Oryantalizmin Doğu'su kadim bir sömürgedir. Çünkü Batı o sayede kendini "ebedi kolonizatör/mutlak egemen" olarak tasavvur etmektedir. Kadın'ın "ötekileştirilmesi" de bundan farklı bir süreç değildir. Fakat anlatması şimdi uzun ve zor.

En iyisi burada keselim ki, okur da söylediklerimizi "ötekileştirip" kendini dar bir daireye hapsetmesin!

BİZE ULAŞIN