Hakkı Öcal: Memleketin ahalisi deli olmuş!

Memleketin ahalisi deli olmuş!
Giriş Tarihi: 28.2.2017 11:14 Son Güncelleme: 28.2.2017 11:14
Hakkı Öcal SAYI:33Mart 2017
Bazı insanların kendi işlerinin yolunda gitmesi için kendi amiri, müdürü mevkiindeki kişilerin ağzından çıkan her lafa “Yes! Keramet buyurdunuz beyefendi!” şeklinde karşılık verdiği için bu kişiler Yes-Man tesmiye ediliyor.

Bölüm I

Nerede kalmıştık?

Montesquieu'nün mektupları… Tamam. Ama oraya geçmeden önce geçen yazıdan bu yana gelişmeleri özetlemekte yarar var.

Ama ondan da önce kısa bir hatırlatma yapsak yerinde olur diye düşünüyorum. Geçen sayıdaki melankoli ana temasına uygun bir kaynak arayışı içinde, melankolinin resmî tanımcısı ünlü Fransız edebiyat ve siyaset bilimi şahsiyeti, Montesquieu'nün, 1721'de yayınlanmış İran Mektupları (Lettres Persanes) kitabına kaynak olan İranlı altı seyyahın kitaba alınan 161 mektubundan başka mektuplar da bulunduğu inancıyla yaptığımız araştırmada, daha yüzlerce mektup bulunduğunu belirlemiş, usta bir araştırmacı-gazeteci yaklaşımıyla bu mektupları ele geçirmiş ve içinden bir kısmını yayınlamıştık. (Burada bir ince husus var ama bunun için geçen sayıyı bulmanız gerekiyor.)

Şu kadere bakın ki, aradan geçen neredeyse 300 yıla rağmen, öyle mektuplar seçmişiz ki, hepsi bugünün bir çağdaş melankolisine denk geliyordu. Haliyle, böyle bir kaynak bulmuş olmamız (yani benim böyle bir kaynak bulmuş olmam) doğaldır ki İstanbul, Ankara ve bazı diğer illerimizde yayınlanmakta olan edebiyat ve aktüalite dergilerinin de yüksek ilgisini çekti ve birçok dergiden, arzu edersem yayını kendi dergilerinde sürdürebileceğim haberini bana uçurdular.

GYY'nin bir yurtdışı gezisine gidiyor olması, bu imkânı Lacivert gibi başka dergilerde de arayabileceğim fikrini bana verdi. Kaçın kurası olduğu hâlâ edebî çevrelerde halledilememiş bir sorun olan GYY'den kopup gelen bir Whatsapp mesajı, bu yazarı yerine mıhladı ve tabiatıyla biraz ürküttü.

Gaskonya Üniversitesi'nden ayrılırken çektiğim tonla mektup fotoğrafı arasından arzu buyurulan konudaki bir seçkiyi dergiye yollamaktan başka çare kalmadı.

Bölüm II

Lettres Persanes kitabında bahsi geçen Fars seyyahlar Özbek ve Riko'nun mektupları, hatırlıyor musunuz, 1711'de İsfahan'daki haremini bırakıp Erzurum ve İzmir yoluyla Paris'e ulaşan Özbek ve Rika ile onların birkaç arkadaşının birbirlerine ve Tebriz, Tahran ve İsfahan'a yolladıkları güncelerden ibaretti. Yine hatırlıyor olmalısınız ki, Montesquieu, mektupları Farsçadan Fransızcaya tercüme ettirmiş ama tarihlerdeki ay isimlerini olduğu gibi bırakmıştı!

Orijinal kitapta 161'de kesilen mektuplara devam etmiş ve yedi sekiz örnek vermiştik. Şimdi GYY'nin verdiği konulardaki seçkilerimizi sunuyoruz.

Mektup 170: Özbek'ten İsfahan'da Mirza'ya:

Sevgili Mirza;

Bu Fransızların bir acayipliği de birbirlerini yüzlerine karşı övmeleri. Hani bizde de aksakallıları övme eğilimi vardır ama bunlarınki kadar yerden göğe birbirini yüceltme halini görmemişsindir. Bizde de mesela; "Şems-i-tâbân-i-zülcemalim" (sonsuz güzel ve parlak olan ezeli güneşim) diye bir hitap şekli var. Hatta şöyle bir şiir hatırlıyorum İstanbul'da duymuştum:

"Celîs-i halvetim, varım, habîbim mâh-ı tâbânım
Enîsim, mahremim, varım, güzeller şâhı sultânım"

(Benim birlikte olduğum, sevgilim, parıldayan ayım
Can dostum, en yakınım, güzellerin şahı sultanım.)

Şöyle bitiyordu galiba:

"Saçı mârım, kaşı yayım, gözü pür fitne, bîmârım
Ölürsem boynuna kanım, meded hey nâ-müselmânım"

(Güzel saçlım, yay kaşlım, gözleri ışıl ışıl fitneler koparan sevgilim, hastayım!
Eğer ölürsem benim vebalim senin boynunadır, çünkü bana eza ederek kanıma sen girdin, bana imdad et, ey Müslüman olmayan güzel sevgilim.)

Lakin Türkler o zaman bunu sevgilileri için söylüyorlardı. Yani kadın erkeğe, erkek kadına! Şimdi bu memleketin ahalisi deli olmuş! Bu gibi lafları erkek erkeğe, kadın kadına söylüyor ve amaçları sevda filan değil; bildiğin para! Bu işi o kadar severek yapıyorlar ki isim bile takmışlar: Flagornerie. Türklerin bir benzetmesi vardır ama hatırlamıyorum tam olarak; her lafa evet demekten kavuğu dal gibi sallanana taktıkları bir isim! Neydi o? Burada Fransızca öğrenme çabasıyla, Türkçeyi bile unuttum!

Mektup 171: Özbek'ten İsfahan'da Mirza'ya:

Sana hep bu Fransız milletinin garipliklerini anlatıyorum; beni deliler arasında kalmış sanacaksın. Bunların tarihinde de böyle resmî kadrolu 'flagorneur' denen adamlar varmış. Bunların bir yetkilisi bir gün kendisine sunulan patlıcan yemeğini çok sevmiş, çok beğenmiş. Dalkavuk da başlamış "Ah, şöyle güzeldir; böyle güzeldir" demeye. Aradan zaman geçmiş, bu yetkili kişi, patlıcanı yerden yere vurmuş; "Ben bir daha bu yemeği istemem" diye bağırmış. Flagorneur şahıs da bağırmış: "Bunun yetiştirilmesini yasaklamak lazım." Çevredekilerden birisi sonra bu zata sormuş: "Daha geçen hafta patlıcanı yere göğe koyamıyordun, n'oldu?" Bu zat da demiş ki: "Ben bu şahsın dalkavuğuyum, patlıcanın değil."

Mektup 172: Mirza'dan Paris'te Özbek'e:

Mirim efendim; Sen gittin gideli burada bıraktığın kullarını unutmuş gibisin. Bu işi bu coğrafyanın adamlarının ne kadar sevdiğini bilmez misin? Hatta biz de bu işi o kadar severiz ki biz de bu işe isim vermiş bulunuyoruz. Çahan lafını bilmez misin? Türklerin dalkavuk kelimesi gibi, ha babam kendisini ve efendisini öven insana demez miyiz? Fakat Allah seni başımızdan eksik etmesin; dünya durdukça durasın, senin eksik ilmin bile bizi hidayete ulaştıran bir pusuladır.

Mektup 173: Özbek'ten İsfahan'da Mirza'ya:

Lan ne şerefsiz adamsın Mirza! Lan işte seni bunun için seviyorum adi adam. Senin gibi yağcı bulmak, koca Acem mülkünde bile mümkün değil. Sen nereden öğrendin bu ağızları? Seni yanıma aldırtayım ben! Vay eşşoğlu! Ne güzel yazıyorsun şu mektubu.

Mektup 165: Özbek'ten Venedik'te Rhédi'ye:

Sevgili kardeşim;

Bizim bu uzun yolculuğumuz bitip memlekete döndüğümüzde çulsuz, tığ-ı teber kalmaklığımız mukadder görünüyor. Şu aşağıda yazdığım arzuhali, malum efendimize benim yolladığımı belirterek ve ellerinde öptüğümü, bırak eli. Ayaklarının altını öptüğümü belirterek verir misin?

Devletli, inayetli, merhametli Efendim;

Kimsesiz dalkavuk kulunuzun arzuhalidir. Her sene Ramazan-ı Şerif geldiğinde, İstanbul'da, davetli davetsiz iftarlara gideriz. Âlimlerin, devlet büyüklerinin ve sair büyüklerin, mevki sahiplerinin sofralarında çeşitli nefis yemekler, şerbetler, türlü türlü reçeller, tavuk göğüsleri, elmaspareler, helvalar, kaymaklı baklavalar, ekmek kadayıfları, aşureler, hoşaflar yer içeriz; üstüne göbek tütünü ve kahveyle ikram görürüz. Lakin içimizde bazı terbiyesizler bulunup edebe uymayan hareket ve tavırlarıyla velinimetlerimiz efendilerimizi gücendirmektedir ve bunun zararı da hepimize dokunmaktadır. Dalkavukluk sağlam bir nizama bağlanmazsa hepimizin açlıktan öleceği aşikârdır. Kadim nizam ve kanuna göre yeniden bir nizama bağlanmasını, uygun olmayanların içimizden atılmasını, tavır ve hareketleri hepimiz tarafından kabul gören Şakir Ağa'nın başımıza kâhya tayin olunmasını ve eline memuriyetini bildiren bir kıta ruhsatname ihsan buyurulmasını niyaz ederiz.

Emir ve ferman devletli, inayetli efendim sultanım hazretlerinindir.

Dalkavuk Kulları

Mektup 166: Venedik'te Rhédi'den Özbek'e:

Ya ne yaptın sen? O yolladığın dilekçe meğer İstanbul'da Topkapı Sarayı'nda bulunuyormuş. Sen oradan intihal suretiyle alıp, adama kendi yazın gibi yollattın. Az daha benim kellem gidiyordu. Yaktın beni, yaktın!

Mektup 167: Özbek'ten Londra'da Faran'a:

Aziz dost; İngilizlerin bir grup insana "Yes Man" dediklerini duydum. Bu adamlara neden böyle deniyor? Merak ettim.

Mektup 168: Londra'da Faran'dan Özbek'e:

Bazı insanların kendi işlerinin yolunda gitmesi için kendi amiri, müdürü mevkiindeki kişilerin ağzından çıkan her lafa "Yes! Keramet buyurdunuz beyefendi!" şeklinde karşılık verdiği için bu kişiler Yes-Man tesmiye ediliyor.

Burada oyuna gelen hangisi bilinmez! Yes deyip altta görünüp, her işini yaptıran mı kurnaz, yoksa etrafını böyle insanlarla çevirten mi? Yes-Man işini yaptırıyor ama daima boyun eğdiği için şahsiyeti sonunda pekmeze katılan tahin hesabı, yok olup gitmez mi? Peki öbür taraftaki müdür bey, böyle bir mülevvesin yalakalığına boyun eğmiş olmuyor mu? Yes-Man'e istediğini vermesi gerekiyor muydu? Gerekmeyen bir işi yaptığı için asıl boyun eğen kendisi olmuyor mu?

Mektup 169: Özbek'ten Londra'da Faran'a:

Kardeşim, ben sana bana ders ver diye mi sordum o soruyu? İnsan biraz imadan anlar.

Mektup 170: Londra'da Faran'dan Özbek'e:

Canım efendim. Aşk olsun! Size kırıldım. Benim gibi hayatı size sadakatle geçmiş, ağzınızdan çıkan her sözü kerem bellemiş kulunuza lütfedip sorduğunuz soruya, bu abd-i âcizi adam yerine koyduğunuz ve imtihana tabi tuttuğunuzu zannederek, verilmesine vesile olduğunuz bursla yaptığı tahsilin işe yaradığını size göstermek istedim. Biliyordum ki sorduğunuz her sorunun cevabını zatınız bu aciz kulunuzdan milyon kere daha iyi bilmektesiniz.

Mektup 171: Rica'dan Özbek'e:

Geçenlerde aramızda geçen 'dalkavuk' muhabbetini hatırlatan bir kitap buldum. Willis Goth Regier isimli biri yazmış. Kabaca Yağcılığa Övgü diye çevirebilirim. İçinde ünlü adamların dalkavukluk konusundaki sözleri var. Mesela, Hobbes diye biri, yağcılığın en şerefli görevlerden biri, sanatların en incesi olduğunu söylemiş. Büyük İskender isimli kralları da, elemanlarını yağcılıktaki başarılarına göre seçermiş. Sezar ve Kleopatra devirlerinde yağcılığın büyük ustaları olmuşlar. Napolyon yağcı olmayanı huzuruna bile sokmazmış. Yağcılığın düşmanları da varmış: Çiçero mesela yağcılığın "her türlü kötülüğün ebesi" olduğunu söyler, kadim Roma'nın senatörlerinden Tacitus ise dalkavukluğu zehre benzetirmiş. Arkadaşlardan konuya merak sardığını duydum. Belki kitabı merak edersin.

Mektup 172: Özbek'ten Rica'ya:

Bravo benim aslan kardeşime. Bak ağabeyine nasıl taa oralardan kitap tavsiye ediyor. Çok memnun oldum. Çok çok sevindim. Nasılsın? İyi misin? Bir sıkıntın var mı? Paraya ihtiyacın var mı? Sana biraz harçlık göndereyim elindeki paralar bittiyse?

Mektup 173: Rica'dan Özbek'e:

Hocam, canım hocam. Schopenhauer diye birinin bir sözünü duydum. Şöyle diyor: "Sırtı kaşınan kedinin mırlamaya başlaması gibi övülen de keyiften kendinden geçer!"

Bölüm III

Baron Montesquieu'nün devrinde, Fârisî seyyahların koca Avrupa'da bula bula tartıştıkları konunun dalkavukluk olması normal mi? Bence bu mektupları Montesquieu yazmış olmalı. Kendi toplumunun bir eleştirisi olarak! Yoksa Doğulu bilginlerin Avrupa'da tartışacakları konu mu yok?

BİZE ULAŞIN