Kalbe basılı mühürler
Kahraman dediğimizde aklımıza, bütün hikâyenin kendisi etrafında döndüğü hatta hikâyenin kendisi için kurulduğu biri gelir. Haksızlığa, adaletsizliğe başkaldıran, yoksulu, yetimi gözeten ve sayesinde dünyanın değiştiği birisidir kahraman. Elhak doğrudur da, bu algı aynı zamanda bir körlüğe de sebebiyet verir ve Sezai Karakoç'un dediği gibi: "İri buğday tanelerinin trenleri yürüttüğünü bilmeyiz." Gözümüz hep kahramanlarda olduğu için, iri buğday tanelerini ıskalarız. Oysa başta insanı, sonra da toplumu değiştiren dinamikler genellikle iri buğday tanelerinde saklıdır. Şöyle de söyleyebiliriz; büyük kahramanları çıkaran sosyal sebepler bu iri buğday taneleridir.
Nikolay Leskov'un Mühürlü Melek'inde heretik (sapkın) bir topluluk vardır. Büyük Pyotr'un kilise reformuyla devlet dışı ilan edilen Rus Ortodokslarından oluşan bu topluluk köklü bir geleneğe bağlıdır. Romanda, onların inançları ve yaşadıkları oldukça ilgi çekici bir biçimde tahkiye edilir. Bu topluluk Novgorod ve Stroganov ikona okullarına ait çeşitli ikonlara sahiptirler. İkonlar, özellikle de "koruyucu melek" ikonu, birçok doğaüstü olayın gerçekleşmesinde faildir.
Topluluk aforoz edildiği için yeraltında yaşar; dualarını, ibadetlerini gizlice eda ederler. Hepsi yapı ustasıdır, nerede iş bulurlarsa oraya göçerler ve ikonları hep yanındadır. Neredeyse yanlarında gizli bir kilise taşırlar. Topluluğun lideri Luka Kirilov'dur. Koskoca Rusya'da büyük büyükbabalardan beri usta olan Kirilov'un üstüne usta yoktur; ekibi de ona sıkıca bağlıdır. Dinyeper Irmağı'nın üzerine devasa bir köprü yapma işini üstlenirler. Önce ikonlar için bir oda yapılır ve ikonlar babadan kalma kanunların icap ettirdiği şekilde duvarlara asılır; sonra ambarı ve kalacakları odaları inşa ederler. Artık hikâye başlamıştır.
Yol için yoldaş gerek
Dördüncü senede köprü yükselmiş, sıra demir zincirleri asmaya gelmiştir ancak bir ispiyon neticesinde baskına uğrarlar ve gelen askerler ikonlara oldukça kötü muamele ederek onları toplar. Ayrıca ikonları tespit ettikten sonra mühürlerler. Balmumu, tam da koruyucu meleğin yüzüne bastırılır, sonra hepsi kiliseye teslim edilir.
Baharın erken gelmesiyle nehrin buzları çözülür ve buzlar henüz bitmeyen köprüye çarparak inşaatı yıkar; dalgalar bütün emekleri yutar. İngiliz müteahhit bu durumdan nasıl çıkacaklarını sorar. Tek çare mühürlü meleği geri getirmektir. Plan yapılır. İkonun birebir taklidi yapılacak ve orijinaliyle yer değiştirilecektir.
Bize hikâyeyi başından beri anlatan 'kızıl saçlı adam': "Yolcu için ilk yapılacak iş bir yoldaş bulmaktır" deyip yanına bir genci alarak ikonu yapacak ustayı aramak için yollara düşer.
Aslında bu hikâyede bir kahraman, hatta anti-kahraman da yok. Karşımızda kızıl saçlı, usta bir hikâye anlatıcısı var. Anlatıcı, insanları ve toplumları bir arada tutan değerlerin hikâyeler yoluyla nesilden nesile aktarıldığının bilincindedir.
Böyle hikâyeler sayesinde kendimizi ait olduğumuz bütüne yerleştirir ve olan-biteni kendimiz için anlamlı kılarız. Eşyaya ad veririz ve bu adlandırma sayesinde onunla ilişki biçimimizi tesis ederiz. Kendimize dair kurduğumuz hikâyeyi anlattıkça, "büyük bir hikâye"ye de bağlanırız.
Mühürlü Melek'teki topluluk, kendilerine dair kurdukları hikâye sayesinde yaşadıkları baskılara, sürgünlere, yeraltına itilmelere dayanır. Gerçeklik, hikâye sayesinde bambaşka bir şekle bürünür ve onlar için dayanılası bir hale gelir. Koskocaman Rusya'da yalnızlığa itilen topluluk, koruyucu meleğin onların elinden tutmasıyla ayakta kalır. Onun sayesinde başlarına gelen kargışlanmaya katlanırlar çünkü hikâyeler, nesilden nesile aktarılırken, daima yeni neslin gerçekliğine göre dönüştürülür. Bu dönüşüm sayesinde dinleyiciler, hikâye kahramanlarıyla kendi aralarında özdeşlik kurarlar. Artık anlatılanlar, onların hikâyesidir. Koruyucu melek, onların da elinden tutacak ve onları ölümsüzlüğe doğru taşıyacaktır. Dünyada katlandıkları bunca acı, cefa hep daha güzel bir yarın içindir.
Hikâyeler, kalbimizdeki mühürleri söker
Kahramanımız kızıl saçlı hikâye anlatıcısı, soğuk bir kış gecesi tıklım tıklım dolu bir handa başlar hikâyeyi anlatmaya. Birçok doğaüstü unsurların yer aldığı, akıl almaz olayların geçtiği hikâye bittiğinde, dinleyiciler, dinlediklerini aklın sınırlarına çekmeye çalışırlar. Kahramanımız onlara hak verir; dahası kendi içlerinden bazılarının da böyle düşündüğünü söyler. "Ama" diye sözlerine devam eder: "Biz bu iddiaları tartışmıyoruz bile. Kim nasıl inanıyorsa öyle değerlendirsin, bizim için Tanrı'nın insanı nasıl bulup çıkardığının, eline içmesi için hangi tası tutuşturduğunun bir önemi yok, yeter ki bulup çıkarmış olsun, yeter ki onun susuzluğunu yoldaşlarıyla birlikte gidermiş olsun." Kahramanımız gece boyu anlattığı hikâyeyle hem kendisini tazelemiş hem de dinleyenleri biçimlendirmiştir. Yine Sezai Karakoç'tan mülhem olarak söylersek; "büyük bir hikâye"yi dinleyen birisi artık değişmiştir, eskisi gibi değildir. Kahramanımız final cümlesinde bu durumu şöyle ifade eder: "İlkin anlamamıştık ve ayaklarımız birbirine dolanmıştı ama sonra o korkunç gecenin bize gösterdiği gibi, insanların birbirine sevgisi sayesinde bizim ruhlarımıza basılı mühürler de kaybolmuştu."
Bazen dinlediğimiz minik bir hikâye kalbimizdeki mühürlerin sökülmesine vesiledir. Dinlersin. Kalbindeki mühürler çözülür ve trenleri yürütenin iri buğday taneleri olduğunu hayretle fark edersin. Kendini bir bütüne ait hissedersin. Artık bir kahraman olmuşsundur. Şimdi sıra sendedir.