Hakuna matata
Afrika seyahatine çıktığımdan beri Mali ve Nijer'de edindiğim kıta deneyimlerim son derece kötüydü. Aklımda neredeyse her canlının kafatası ve kemiklerinin satıldığı ve esrarengiz kokuların yayıldığı çarşılar dışında pek bir şey kalmamış. Ha bir de Mali'de ana caminin etrafında yaklaşık bir düzine ikizin aynı kombinasyonla oluşturduğu sevimli görüntüyü unutamıyorum.
Bu sebeple Burkina Faso'ya geçerken beklentimi düşük tutuyorum. Fakat timsah çiftliğine gitme fikri bir anda derin bir heyecana kapılmama sebep oluyor. Gittiğimiz alan epey farklı. Köyün ortasında küçük bir gölet ve içinde yüzlerce timsah... Bizi gezdiren adama soruyorum:
- Peki, bu timsahlar köylülere saldırıyor mu?
- Çok aç kalınca tabii ki.
- Köylüler korkmuyor mu?
- Son derece alışkınlar. Zaten burada her sene timsahlar birkaç kişinin kolunu veya ayağını koparır.
Timsah çiftliğinde
Anlatırken de o kadar normal anlatıyor ki gülmemek için kendimi zor tutuyorum. Kıyıya doğru timsahlar yanaşırken adam korkusuzca içlerine giriyor. Elindeki tavuğu en yakınındakilere yediriyor. Zaten belli bir doygunluk hissi oluşunca da turistler fotoğraf çekmeye başlıyor.
Ben de denemek istiyorum. Adrenalin zirvede... Dev bir timsahın kuyruğunu tutuyorum, ani hareketleri gördükçe kaçıyorum.
Bilmem bu işi kaç kez tekrarladım. Korkumun üstüne gitmek hoşuma gidiyor. Sonra her bir timsahla vedalaşıp alandan uzaklaşıyorum. Derken kendimizi yoğun bir trafikte buluyoruz. Bir minibüsün arkasına denk geldik. Gözüme bir söz ilişiyor: "Hakuna Matata." Bu söz nerdeyse her minibüsün arkasına nakşedilmiş. Swahili dilinde bu sözcüğün anlamı: "Problem yok". Dilime pelesenk olan bu sözcükle yeniden yola koyuluyoruz.
Bir ayak güney, diğeri kuzey yarımkürede
Sonraki durağımız Uganda. Viktorya
Gölü'nde bir saldayız. Çocukluğumuzdan
beri belleğimize
kazınan Nil nehrinin kaynağını
görmeye gidiyoruz. Gölün ortasında
bir yerde duruyoruz:
- İşte Nil'in çıkış noktası.
- Başta şaka yaptığını düşünüyoruz. Nasıl?
- Bu fokurtunun olduğu yer Nil'in kaynağı. Kanıt ise bakın göl ve nehrin suları birbirine karışmıyor.
Bu cılız su beklentimizi asla karşılamıyor. Şimdi Ekvator çizgisinin üzerindeyiz. Muz, ananas, mango, kahve, papaya ve adını sayamadığımız ağaçlar süslüyor tüm güzergâhı ve Ekvator'u temsil eden sembolün yanına geliyoruz. Bir ayağımız güney diğer ayağımız kuzey yarımkürede. Oldukça tuhaf bir duygu… Sonra tekrar yola çıkıyoruz, önümüzde: "Hakuna Matata" yazılı minibüsler yeniden beliriyor. Tipik tek odalı Afrika evlerinin olduğu köylerden geçerken bir ağacın (Baobab) altında toplanmış bir kalabalık görüyoruz.
Eski bir Afrika geleneği
Eski bir Afrika geleneğini anımsıyorum. Geleneğe göre herhangi bir sıkıntı ortaya çıkınca köyün yaşlıları büyükçe bir ağaç altında buluşup, sorunları halletmeye çalışırmış. Sorun çözülene kadar o ağacın etrafından ayrılmazlarmış. Bu gelenek anlaşılan bugüne kadar değişmiş bir şekilde varlığını devam ettiriyordu.
Meraklı bakışlarla o alana yöneliyoruz. Müslüman olduğumuzu anlayınca taziyelerinin olduğunu ve bizim onlar için bir konuşma yapmamızı rica ediyorlar. Kendimizi kısaca tanıttıktan sonra ölüye rahmet geride kalanlara da başsağlığı diliyorum.
Benim için tam anlamıyla özel bir an... Birden grubun en önemli adamı oluveriyorum. Sonra ölünün defnedileceği mezarın yanına varıyoruz. Küçükçe bir mezarlık; ama ölenlerin çoğu çocuk…
Çocuk ölümlerinin çoğu en basit hastalıklardan, ilaçsızlıktan… Derin bir hüzünle köyden ayrılıyoruz. "Hakuna Matata"lar yeniden önümüzde, yanımızda...
Zanzibar'dan Kenya'ya
Şimdi Tanzanya'dan pırpırlı bir uçakla geldiğimiz Zanzibar adasındayız. Ada Afrika'da ama her şey Ortadoğu'ya özgü. Ayrıca burası tam bir doğa harikası… Kaldığım oteldeki med-ceziri izlemek, kırmızı maymunları tutmak, en küçüğü yüz yaşında olan devasa kaplumbağalarla fotoğraf çektirmek, yunuslarla birlikte yüzmek gibi bol alternatifli harika deneyimler ediniyoruz.
Ülkemize dönmeden evvelki son durağımızdayız: Kenya. Safarideyiz. Sürüyle zebra, fil, aslan, kaplan... Görmek inanılmaz güzel.
Uzun bir seyahatin ardından Türkiye'ye dönüş için hazırlanıyoruz. Şoförümüzün yaptığı hareketten çılgına dönen bir polis, arabayı durduruyor. Oldukça sert bir şekilde arabamızdan anahtarı söküp alıyor.
Arabamızda iki kadın arkadaşım daha var. Arkadan bir ses sımsıkı sarıldığı cüzdanıyla dur işareti yaparak "Nooooo" diye bağırıyor. "Sakin ol" diyorum. O yine "Nooo" diyor. "Yahu sakin ol". Arabadan inin diyorlar ama nafile: "Noooo" diyor.
- Yahu ne oluyor?
- Hiç mi belgesel seyretmedin, her sene yüzlerce kadını kaçırıyorlar bu tarz bahanelerle.
- Ya sakin ol biraz, ne "no" diyip duruyorsun?
Polisle de "problem yok"
Sonra aklıma Nijerya'daki arkadaşım Burhan'ın polisle yaşadığı sıkıntı geliyor.
- Şoföre ne gerekiyorsa yap diyorum. Arabadan inerek olayı takip ediyorum.
-Polis hızlıca geliyor.
-Bu arabayı bağlıyorum.
- Bağlarsan bağla biz de başka
araca biner gideriz.
- Tuba ve Elif inin hadi.
Tuba'da yine aynı çığlık:
-Noooo.
- Yahu!!!- No, nooooo, nooooowww.
Şoför, polisi kamyonun arkasına çağırıyor. Bir süre konuştuktan sonra da dönüyorlar. Bizim şoför gülümsüyor:
-Hakuna matata. Yani "çözdüm merak etmeyin."
Havaalanına geçerken son bir kez minibüslerle karşılaşıyoruz: Hakuna Matata. Biz de öğrendiğimiz şarkıyı söyleyerek ülkeden ayrılıyoruz:
Hakuna matata (Problem yok) What a wonderful phrase (Ne kadar harika bir deyim) Hakuna Matata (Problem yok) Ain't no passin' craze (Üzülme sakın) It means no worries (Dertsizlik demek bu felsefe) For the rest of your days (Günlerin geri kalanında) And it's a problem-free philosophy (Yine problemsiz bir felsefe)