3 SORU 3 CEVAP

3 SORU 3 CEVAP
Giriş Tarihi: 17.10.2024 10:54 Son Güncelleme: 17.10.2024 10:58
SAYI:115

8 milyar insana rağmen soykırım devam ediyor
Handan Acar Yıldız / Yazar

Açık Unutulmuş Mikrofon kitabınızda toplumsal meseleleri ele alarak hayatın içinde her gün karşılaştığımız insanları okurlarla buluşturuyorsunuz. Bunu da çok etkili bir şekilde yapıyorsunuz. Neden toplumsal meseleleri dert edinip öykülerinize yansıtmayı tercih ettiniz?

Her insanın bilinci susmaksızın konuşmayı sürdürür. Hepimiz her saniye kendi kendimize konuşuruz. İç monolog durduğu anda kişi önce ana dilini, sonra hafızasını kaybeder. O an çıldırma anıdır. Delilik sınırları zorlama, aşma hâlidir ama çıldırma sınırları tamamen kaybetme hâlidir. Bir şuursuzluk hâlidir. Anı bitince an-sızlık başlar. An'ı da anı'yı da koruyan dildir. Lisandır. Eşyanın da dili vardır kalbin dili olduğu gibi. Dilini kaybeden aklını kaybeder. Hafızasını kaybeder. Tek başına ıssız bir adaya düşsek, ölene kadar kimseyle karşılaşmayıp tek kelime etmesek yine de bu bahsettiğim iç konuşma nedeniyle anadilimizi ve "ben kimim" sorusunun cevabını unutmayız. En basitinden, kişinin aklından herhangi bir şeyi geçirmesi, o konuyla ilgili kendine bir hikâye anlatmasıdır.

Hikâye insanla birlikte başlar, insanlıkla birlikte devam eder. Hayat devam ettikçe sürecektir. Akıl ancak dil onun elinden tuttuğu zaman sağlığını koruyabilir, yoluna devam edebilir. Tekil insan ve dahi onun hafızası, lisanı için yukarıda ifade ettiğim, geçerli olan bütün bu hususlar toplumsal hafıza için de geçerlidir. Edebiyat da toplumsal hafızanın lisanıdır. Toplumsal hafızanın, akıl sağlığının korunması yine dille/edebiyatla mümkündür. Edebiyat toplumların hafızasıdır, bellek kayıt sistemidir. Sonraki kuşaklar bugünü, bugünün yazarlarını okuyarak bileceklerdir. Şimdide yol alabilmek lisanla
mümkünken, geçmişe yol alabilmek edebiyatla mümkündür. İşte bütün bu nedenlerle bir yazar topluma, toplumsala kayıtsız kalamaz. Kalmamalı. Herkesi kendinden görmeli ki kendini de herkesten görebilsin.

Biz tarihi önceki yazarları okuyarak öğreniyoruz. Napolyon'un Moskova'ya girişini herhangi bir tarih kitabından okuduğumuzda aklımızda kalacak olanlarla Tolstoy'un Savaş ve Barış'ını okuduğumuzda aklımızda kalacak olanlar elbette eşit olmayacaktır. Tolstoy, Savaş ve Barış'ı yazarak sadece kendi toplumuna karşı sorumluluğunu yerine getirmemiş, savaşın korkunç yüzünü göstererek, bütün insanlığa karşı sorumluluğunu yerine getirmiştir. Biz gelecek kuşaklara bugüne dair bilgi aktaracaksak, toplumsal olandan muaf tutamayız kendimizi.

Açık Unutulmuş Mikrofon'un yeni baskısı yapıldı. Bir taraftan da roman çalışmalarına devam ediyorsunuz. Yeni romanınızda yine toplumsal konuları mı ele alıyorsunuz, yoksa başka bir meseleyi mi okurlara sunacaksınız?

İpek ve Pusula isimli bir roman üzerinde çalışıyorum. Geçmişte ürün kadar kültür ve dillerin de taşıyıcısı olmuş tarihi İpek Yolu ile kültürler arası etkileşim açısından ona çok benzeyen günümüz online ticaretini kısaca kıyaslayan, tarihte yaşamış gerçek kişiler ve günümüz insanının hikâyesini birleştiren bir roman bu. Önceki iki romanımdan farklı olarak bu metinde daha masalsı, klasik bir dil kullanmaya çalışıyorum. Atmosferiyle ön planda, okuru bilgiyle yormadan, inceliklere değinerek yol alan bir metin ortaya koyma gayretindeyim. Büyük kısmını deftere yazdım. İki bölümle ilgili araştırma ve okumalar yapmaya devam ediyorum. Her yönüyle toplumsal bir roman diyebiliriz.

Son dönemde aylardır Filistin'de yaşanan zulme şahitlik ediyoruz. Kültür sanat camiasında ise bu konu hakkında bir suskunluk söz konusu. Böylesi bir dönemde yazarlar, sanatçılar ne yapabilir?

Sanatçının tavrını belli etmesinden daha da önce tavır sahibi olması gerekir. Sanat edilgen değil etkendir, elbette sulandırılmadığı sürece. Sanatta tavır göremiyoruz şimdilerde. Çünkü dijital toplumda herkes sanattan çok sanatçıya odaklı. Sanatın kendisi sanatçı kadar tartışılmıyor. Bu durum da sanatı tavırsız hale getiriyor. Meselelere ilgisizlik ve kayıtsızlık ortama daha fazla hâkim. İşin bir başka boyutu da ideolojik. İnsanlar herhangi bir şeye durum üzerinden doğru, yanlış diyebilecekken, mensubu olduğu siyasi görüş üzerinden tepki veriyor. "İslami ya da muhafazakar bir portre çizer miyim?" endişesiyle Filistin hakkında konuşmayanlar olduğuna eminim. Tersi de söz konusu. Sadece muhafazakâr görünmek için o dertle dertlenmediği halde göstermelik destek verenlere de rastlıyoruz. Bazen de birileri, başkaları "Aman ne kadar da duyarsız" demesinler diye tavır sergileyebiliyor. Bunların samimiyet derecesi de seziliyor. Öte yandan, dünyayı maskesiz görebilen insan evladı insanın yeryüzünün herhangi bir yerindeki haksızlığa karşı isyan ve öfke taşımaması imkânsız. Beş metre ötenizde ya da beş bin kilometre ötenizde, her nerede yaşanırsa yaşansın zulme tepki göstermek her şeyden önce insan olmanın gereği. Tepki göstermemek ise kişinin kendine layık gördüğü insanlık seviyesidir. Kişi kendine bu insanlık seviyesini layık görüyorsa ona kim ne yapabilir ki. Zorla "insan ol" mu diyeceğiz? Ne kadar insan isem o kadar tepki gösteririm, beş metre uzağımdakine de beş bin kilometre uzağımdakine de. Hakkaniyetle. Filistin'de hala bebekler yanarak ölmeye, çocuklar bir yudum su, bir lokma ekmek için yalvarmaya devam ediyor. Demek ki gerçekten etkin kişiler, göstermeleri gereken tepkiyi göstermiyorlar. Bunca araştırma şirketi akla gelmez konularda araştırma yapıyor. Dünya kadar para harcanıyor. Bir kez de çıkıp "Filistin'de doğan on çocuktan kaçı o ülkede kırk yaşına kadar hayatta kalabiliyor" şeklinde araştırma yapsalar sonuç ne olurdu acaba?

Başımı kaldırıp baktığımda tek bir şey görüyorum: Dünyadaki sekiz milyar insana, bir buçuk milyar Müslümana rağmen soykırım cayır cayır devam ediyor. Herkes iştahı bile kapanmadan, uykusu bile kaçmadan hayatına devam ediyor. Demek ki yapılması gereken hiç kimse tarafından yapılmıyor.

BİZE ULAŞIN